İzmir bu ara öyle sıcak, öyle sıcak ki... Nefesimiz kesiliyor, soluğumuz bize yetmez hale geliyor... Her bir adımımda, her bir kelime yazışımda deniz kenarında bir yazlık hayal ediyorum! Çok lüks olma...

İzmir bu ara öyle sıcak, öyle sıcak ki... Nefesimiz kesiliyor, soluğumuz bize yetmez hale geliyor... Her bir adımımda, her bir kelime yazışımda deniz kenarında bir yazlık hayal ediyorum! Çok lüks olmasına, Çeşme’de, Alaçatı’da olmasına gerek yok; sakin sessiz bir yer olsun, denizin kenarında olsun yeter... Sabah köy kahvaltısıyla güne başlamak, sonrasında da okkalı bir Türk kahvesiyle günü selamlamak istiyorum... Geceden yıkadığım havluları ipten topladıktan sonra şıpıdı terliklerimi giyip kızgın kumlardan serin sulara atlayıp her bir kulaçta sıcaktan kurtulmayı hayal ediyorum... Öyle bütün gün güneşlenmeye ilişkin hayallerim de yok. Denize gireyim, çıkayım sonra yine yaparım işlerimi. Yeter ki bu bunaltıcı sıcaktan biraz olsun kurtulayım... Akşamüstü mangalı yakıp şarkılarla, türkülerle günü kapatmak, ertesi gün yine aynı hikayeyi baştan yazmak... Çoğunuz gün içinde benim gibi hayallere dalıyorsunuz, biliyorum... Oysa birçoğumuz için bunlar çok acı ama sadece bir hayal! Eskiden babamlar anlatırdı: ‘Şu sahil beldesinde arsamız vardı da yok pahasına satmıştık’, ‘Şöyle bir yazlık alma imkanımız vardı ama şartlar nedeniyle kaçırmıştık...’ Şimdiki gençlerin babadan kalma bir yazlığı yoksa bırakın hayal kurmayı, ütopyalarında bile böyle isteklere yer olmuyor. Hele de o kaçırılan fırsatları biliyorsa her gün diz dövüyor, ah ediyor... Geçen gün oturdum, araştırdım. Önce ufak tatil beldelerindeki yazlık fiyatlarına baktım; milyorlar, milyorlar... Aman yarabbi! Sonra otel fiyatlarına baktım, onlarda da durum aynı... Yine doğru düzgün bir otelde kalmak için milyorlar, milyorlar gerekiyor... Düşündüm... Gençsin, karınca gibi çalışmışsın bütün kış... Yorulmuşsun, bunalmışsın, terlemişsin... Çocukluğumuzda anlatılan masaldaki gibi, hani tam da ağustos böceğinin şarkısını söyleyeceği vakit nedir bu milyorlar, milyorlar! Hüzünlendim... Dertlendim... Birçok genç bu yazı denizi kucaklamadan bitirecek... Birçok aile deniz kenarındaki yenilen karpuzun tadını bilmeden ömür geçecek... Ve biliyoruz ki İzmir’de bile birçok kişi denizin maviliğiyle tanıştıramayacak gözlerini... Dedim ya sorun hep milyorlar, milyorlar... Peki, ne yapacağız? Milyorlara kızdık diye kızgın betonda mı yanacağız? Eskiden, ben çok küçükken, anneannem bahçeye leğen koyar içine su doldururdu. Elime kaptığım gibi tuzluğu suya döker, ‘Bak deniz yaptım’ derdim. Sabahtan akşama kadar leğene girer buruş buruş ellerime bakıp bakıp gülerdim... Anılar... Anılar... Anılarda kalan hayallerimizi bile milyorlar aldılar... Belki bir gün bize de güler kader... Ya milyorlar bize kucak açar, belki de tümden kalkar tedavülden... Kim bilir... Belki biz de bir gün kucaklarız denizleri... Öyle günübirlik de değil, koca bir yaz mevsimini dolu dolu geçirir, güler, eğlenir yaşadığımız tüm dertleri tatlı bir anı olarak hatırlarız... Ve deriz ki, Milyorlar milyorlar, baksana kaç günümüzü bizden çaldılar...