Önümüzde sonsuzluk gibi görünen Mezopotamya ovaları, tarihin içinde adeta zamana yolcul...

Önümüzde sonsuzluk gibi görünen Mezopotamya ovaları, tarihin içinde adeta zamana yolculuğa çıkarıyor. Herkese tavsiyem, dizi ve filmlerin tercih edilen bölgesi Güneydoğu’yu gezip görmelisiniz İşte biraz hastalanınca her şey aksadı. Oysa sizlerle paylaşmak istediğim ne çok şey var. Ama yetişeceğim ve yazacağım. Pandemi ve hastalıklardan sonra görüyoruz ki… ERTELEMEYELİM HAYATI Hiçbir şey ertelenmemeli. Gidilecek yerlere gidilmeli. Elimiz ayağımız tutuyor ve sağlıkla ancak yapabiliriz. Sonra hep “Keşke” dememek için gezmeye daha çok önem vermeliyiz. Başımız bile ağrısa hayat çekilmez oluyor. O nedenle ne emeklilik beklenmeli ne de çocukları evlendirmek, mezuniyetleri... Bunlar yalnızca yaşamı ıskalamaktan öteye gitmeyen bakış acısı. Bakalım emekli olunca ayaklar, dizler bedenimizi taşıyabilecek mi… Ya da bugünkü kadar sağlıklı olabilecek miyiz? Tabii ki her şeyin başı sağlık. Bu tartışmasız. İşte gezmek, kafamızı başka şeylere yormak, kültür tanımak, insan tanımak da sağlıklı olmanın olmazsa olmazı. Hava değişikliği. Eskiden beri süregelen bir anlayış. Doktor raporu ile. Gezmeyi ertelemeyelim derim herkese. Her fırsatta gitmeliyiz. Bulunduğumuz mekanı değiştirmeliyiz zaman zaman. İşte biz de çok güzel yirmi misafirim ile Urfa-Mardin-Diyarbakır turunda idik. Geçen hafta birincisini yazmıştım. Bu da yazının devamı... Bir de duygu ve düşünceleri sözcüklere döksem en az on sayfa olur. Herkesle her yer başka güzel. Ve hep yeni heyecanlar. Farklı pencereler.. İkinci günümüzde Mardin’deyiz Yemek sonrasında pek çok dizi ve filme ev sahipliği yapmış olan binalar, Şehidiye Camii ve Üçyol mevkisinden aşağı inince Mardin’in sembollerinden olan Abbaralar’dan geçerek otelimize yürüyerek gidiyoruz. Yorucu bir günün ardından Mardin merkezdeki Ulu Camii’nin biraz ilerisindeki Osmanlı Konağı, konaklama otelimiz. Trafik çok sıkışık olduğu için önceden giden bagajlarımızın ardından biz de akşam saatlerinde giriş yaptık. Tarihin içinde adeta zamana yolculuk. Önümüzde sonsuzluk gibi görünen Mezopotamya Ovası, sağ yanımızda ışıklandırmasıyla daha da bir anlamlı olan Ulu Camii ve karşımızda Mardin. Tarihi bir mekanda yine yöreye özel yemekler. Leziz mi leziz. Nasıl güzel bir enerji. Yemek sonrası pek çoğumuz terasdan odalara geçmek bile istemedik. Gelsin kahveler, gitsin çaylar. Nasıl huzur bulduğumuzu anlatamam. Bazı konuklarda keşfe çıktı, o güzel caddesinde gizemli Mardin turu yaptı. Alışveriş etti. Ne çok şey var Mardin’de alınacak. Süryani çöreği ve Süryani şarapları en çok ilgi görenlerdi. Üçüncü günümüz Güzel taze ürünlerle hazırlamış kahvaltımızı yaptıktan sonra yolumuz Dara Antik Kenti. Mağara evleri, mezarları, kiliseleri ile sur sarnıçları ve yerin altında bulunan halk arasında “zindan” olarak tabir edilen teknokent ile büyüleniyoruz. Selçuk’da bulunan Efes Antik Kenti’ni anımsatıyor bizlere. Çay ve kahve molası için inanılmaz doğa ile iç içe hemen sarnıcın yanındaki bahçe harikaydı. O bölgenin çocukları okulda idi. Okul zamanının dışında pek çok çocuk ve köy halkı etrafımızı sarar ve anlatımlara başlar. Kimisi şiir okur, kimisi yaptığı ürünleri satar. Kimisi papatya tacı yapar iki dakikada. Bu keyifli buluşmanın ardından çocuklarda harçlıklarını çıkarmanın mutluluğu ile yanımızdan ayrılırlar. Biz de burayı gezdikten ve bölgeyi fotoğrafladıktan sonra Kasımiye Medresesi’ne geçtik. Ordaki görevli kızımız bir güzel sunum yaptıktan sonra Midyat’a doğru yola çıktık. Midyat Midyat’taki gezimize Sıla ve Adını Kalbime Yazdım dizileriyle birlikte daha pek çok dizinin çekim alanı olan Midyat Konuk Evi’ni gezerek başlıyoruz. Midyat evlerinin en seçkin örneği olan bu evin terasından bütün Midyat’ı keyifle izleyip fotoğrafladık. Son derece değişik ve görülmesi gerekli bir konak. Midyat çarşılarına yürüdük. Ülkemizde gümüş telkâri ve el sanatlarının merkezi konumunda bulunan çarşılarda çok güzel alışverişler yapıldı, hediyeler alındı. Akşam otelde yemek aldıktan sonra yine tarihi çok özel mekanlardan olan Hamdani Resturant’da canlı müzik eşliğinde çiğ köfteli ve çok özel sunumlar ile reyhani gecesi harikaydı. Dördüncü gün Diyarbakır’da Kahvaltı sonrası sanki yakınlarımızı geride bırakmış gibi hissederek ve otel çalışanları ile vedalaşarak Diyarbakır’a doğru yola çıktık. Diyarbakır Belediyesi’nin 1935 yılında Atatürk’e armağan ettiği Gazi Köşkü’nü rehberimizden dinledik. Diyarbakır surlarının Mardin’e açılan kapısı Mardin Kapı’dan içeri girip Suriçi bölgesini gezdik. Günümüzde otel olarak kullanılan Deliler Hanı, Dört Ayaklı Minare, Sülüklü Han, Hasanpaşa Hanı, Ulu Camii Ve C. Sıtkı Tarancı Evi’ni hep yürüyerek gezdik. Tabii ki meşhur ciğerini ve tatlısını yemeden gelinmezdi Diyarbakır’dan. Tatlı alışverişi ve diğer tüm alışverişleri de serbest zamanımızda yaparak bir güzel gezinin daha sonuna gelmiş olduk. Çok kıymetli, çok güzel anılar biriktirip çok güzel dostluklar kurduk. Diyarbakır Havalimanı’ndan uçağımıza binerek Ankara’da ayrıldık. Tekrar görüşmek dileğiyle tabii ki… Sevgi ve sağlıkla kalın...