Geçen yazımızda, mülkiyet hakları, anayasal temel haklar kapsamını açıklamaya çabaladık. Temel hak ve özgürlükleri açıklamaya, bunlar yanı sıra ödevler tanımını, kişi ve çevre ilişkisini izaha devam e...

Geçen yazımızda, mülkiyet hakları, anayasal temel haklar kapsamını açıklamaya çabaladık. Temel hak ve özgürlükleri açıklamaya, bunlar yanı sıra ödevler tanımını, kişi ve çevre ilişkisini izaha devam edeceğiz. Bugün genel olarak mülkiyet hakkının, taşınır ve taşınmaz mallar üzerinde hakimiyet yetkisi sağladığı kabul edilmektedir. Bu hakkın toplum ve kamu yararı sebeplerine dayanılarak sınırlanması, ancak kanunla, anayasanın sözüne ve ruhuna uygun demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmayan, mülkiyet hakkının özüne dokunulmadan, laik Cumhuriyet ilkeleri ve gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun yapılması zorunluluğu vardır. Temel haklar ve özgürlükler kapsamından yola çıkarak, hukukun bireye tanımış olduğu hakların sonsuz ve sınırsız olmadığı, bir başkasının hakları ve özgürlüğü noktasında sınırlandığı gerçeğini de anlamak gerekir. Kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkı, devletin, bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel hakların başında yer alır. Bugün demokratik toplum düzenindeki en önemli hak olarak ifade edilen kişi özgürlüğü ve güvenliği, bilinen en eski insan hakları metinlerinde dahi bulunan köklü bir haktır. Bu hak Türkiye’de yürürlükteki 1982 Anayasası’nda mevcuttur. Anayasa’nın 19’uncu maddesi “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir” der. Anayasamızın kurucu yani amir ilkelerinden 56.cı maddesinde yer alan, herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkında sahiptir tanımı, 2872 sayılı çevre kanunu ile yasalaşmış ve kapsamlı olarak incelenmiştir. Anayasamızın 56. Maddesi, devlete ve kişilere, sağlıklı ve dengeli çevreyi tesis etmek, korumak ve sağlamak anlamında ödeveler ve sorumluluk yüklemiştir. Başta mülkiyet hakkı olmak üzere bireylere temel hak olarak tanınmış tüm hakların tesis edilmesinde ve korunmasında öncelikli yetkili erk devlet olduğundan ve devlet bunu yaparken kendi bünyesindeki yasama, yürütme, yargı organları ile hareket edeceğinden, Yargı erkinin içerisinde yer alan adli binalarda “Adalet Mülkün Temelidir” ifadesi yer alır. Burada kasıt, adalet devletin yani “egemenliğin” temeli ve teminatı olduğuna vurgu yapılır. Bir toplumun egemenliğinden bahsediliyorsa, aynı zamanda, demokratik hukuki düzlemden, sağlıklı ve sürdürülebilir bir ortamdan da bahsetmemiz gerekir ki, 2872 sayılı Çevre Kanunu, tam olarak bunu tanımlar. Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir olması ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin korunmasını sağlamaktır. Bu kapsamda her bir birey, yetki, ödev ve sorumluluk ile donatılmıştır. Kişi temel hak ve özgürlükleri, yaşama hakkı, kişisel dokunulmazlığı, kişi hürriyeti ve güvenliği, özel hayatın gizliliği ve korunması, yerleşme ve seyahat hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyeti, bilim ve sanat hürriyeti, basın ve yayınla alakalı hürriyetler, toplantı hak ve hürriyeti, mülkiyet hakkı, hak arama hürriyeti, temel hak ve hürriyetlerin korunması, sosyal, siyasi ve ekonomik haklar başlıkları altında tanımlanmıştır. İnsanların sağlıklı, dengeli ve sürdürülebilir bir çevrede yaşayabilmesi ancak, kendilerine tanınmış olan kişi hakkı, siyasal hak, sosyal ve ekonomik hakların tesis edilmesiyle mümkündür. Çevre açısından öncelikle anlaşılması gerekenler, sağlıklılık, sürdürülebilirlik, gereklilik, dengelilik ve yerindelik tanımlarının kapsamı ve içeriğidir. Bu anlamda bir kişinin kendisine tanınmış temel hak ve özgürlükleri, içinde bulunduğu toplum ve çevrenin ortak haklarını çiğneme niteliğinde veya ölçeğinde olamaz.