Şeyh Bedreddin unutuluşa terk edilen bir isimken Nazım Hikmet tarafından destanlaştırıldı. Türk edebiyatını sarsan bu eserin ardından araştırmacılar ve edipler Bedreddin’e daha fazla yöneldi ...

Şeyh Bedreddin unutuluşa terk edilen bir isimken Nazım Hikmet tarafından destanlaştırıldı. Türk edebiyatını sarsan bu eserin ardından araştırmacılar ve edipler Bedreddin’e daha fazla yöneldi Sedirde al yeşil, dal dal bursa ipeklisi, duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler, gümüş ibriklerde şarap, bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi. Öz kardeşi Musa'yı ok kirişiyle boğup yani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarak Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkar idi. Çelebi hünkar idi amma Al Osman ülkesinde esen bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgar idi. Köylünün göz nuru zeamet alın teri timar idi. Kırık testiler susuz su başlarında bıyık buran sipahiler var idi. Yolcu yollarda topraksız insanın ve insansız toprağın feryadını duyar idi. Ve yolların sonu kale kapısında kılıç şakırdar köpüklü atlar kişner iken çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi tarümar idi Velhasıl hünkar idi, timar idi, rüzgar idi ahüzar idi. Nazım Hikmet’in Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı bu dizelerle başlar. Sinemacı yönü de olan Nazım Hikmet’in ortaya koyduğu bu manzara kameraya kaydedilmiş olmasa da bir film sahnesi kadar çarpıcıdır. Zira, Nazım’ın ardından Bedreddin’i yazanlar ve hatta filme çekenler mutlaka bu görkemli destanın etkisinde kalmıştır. Nazım Hikmet’in bu destanı 1936’da yayımladığının altını çizmekte fayda var. Zira Nazım’a göre Osmanlı ‘halkların zindanı’ bir yapıdır. Erken Cumhuriyet devrinde yazılmış bu eserin bir reddiye döneminde yazılmış olması da tesadüf değil. Bu destanın bir diğer boyutu da Anadolu Türkmen- köylü isyanlarının niteliğini ortaya çıkarmasıdır. Şeyh Bedreddin İsyanı, Baba İshak’tan başlayarak Osmanlı’nın yıkılışına kadar yer yer kendini gösteren köylü ayaklanmalarının felsefî yönü en güçlü ve derin köy eksenli isyanıdır. (Lale Devri’ndeki Patrona Halil İsyanı ve devamındakiler kanaatimce ayrıca ele alınmalıdır. Şimdi biraz Şeyh Bedreddin’in kim olduğuna bakalım. BEDREDDİN’İN KÖKLERİ Yaşamı hakkında bilinenler büyük oranda torunu Hafız Halil'in yazdığı Menakıbname'ye dayanır. Şeyh Bedreddin'in atası olan Abdülaziz, Osmanlı beyliğinin Rumeli fethine katılmış ve Dimetoka'da yapılan savaşta hayatını kaybetmiştir. Franz Babinger'e göre II. İzzeddin Keykavus'un kardeşi Abdülaziz'in Musevi asıllı hanımından olan İsrail adındaki oğlu, Dimetoka kalesi Rum Beyi'nin kızı olan Melek Hatun ile evlenmiş ve bu evlilikten Şeyh Bedreddin doğmuştur. Şeyh Bedreddin, Edirne yakınlarında ve Karaağaç ile Dimetoka arasında kalan Samona Kalesi’nde doğduğundan "Samavna kadısıoğlu" diye tanınmıştır. HÜSEYİN AHLATÎ’NİN ÖĞRENCİSİ Şeyh Bedreddin eğitim çağına gelince Bursa'ya gelerek ders arkadaşı Bursalı Kadızade Rumi diye bilinen Musa (meşhur matematikçi ve astronom) ile birlikte onun babası Bursa kadısı Koca Mahmud efendiden, daha sonra da Konya'da Allame Feyzullah'dan ders almıştır. Buradan sonra ilk olarak Suriye'ye, sonrasında Kahire'ye gitmiştir. Burada Mübarekşah Mantıkî'den ilahiyat, felsefe ve mantık okuyarak yüksek eğitimini tamamlamış ve bu arada Kahire'de inziva halinde yaşayan Hüseyin Ahlati'den de tasavvuf okumuştur. Onun emriyle Tebriz'e ve sonrasında Kazvin'e giderek Bâtınî inancını öğrenerek Kahire'ye dönmüştür. Şeyh Bedreddin, Memlûk sultanı Berkuk' un saygı gösterdiği Hüseyin Ahlatî'nin tavsiyesiyle sultanın oğlu Ferenc'in hocalığına tayin edilmiş ve burada bulunduğu sırada fıkıh eserlerini yazmaya başlamış ve 1397'de şeyhinin ölmesi üzerine onun yerine şeyh olduktan bir süre sonra Anadolu'ya dönmüştür. Anadolu'ya geldiği zaman yerleşimleri dolaşarak tasavvufunu yaymaya başlamıştır. BÖRKLÜCE VE TORLAK KEMAL Şeyh Bedreddin önce Karaman ve Germiyan beyliklerinin topraklarına gider. Gittiği yerlerde tanınmaktadır. Buradan Menderes Vadisi boyunca ilerleyerek Aydın'a gelir. Menakıbname'ye göre yolu üzerindeki Nizar köyünde en önemli müritlerinden Börklüce Mustafa ile tanışır. Daha sonra Tire üzerinden İzmir'e geçer. Menakıbname'de İzmir'den Hristiyan nüfuslu Ceneviz hakimiyetindeki Sakız Adası'na geçtiği anlatılır. Kütahya ve Domaniç üzerinden Bursa'ya yaptığı yolculuğu sırasında Sürme köyünde diğer önemli müridi Torlak Kemal ile tanışır. Rumeli'ye geçerek Edirne'ye yerleşen Şeyh Bedreddin burada kendisini ziyarete gelenlerle görüşerek faaliyetlerini genişletmiştir. Şeyh Bedreddin'in bu faaliyetleri Osmanlı Devleti'nin parçalanıp şehzadelerin birbirleriyle mücadele ettiği döneme denk gelmiştir. İlim ve erdemi etrafta duyulmuş ve Edirne'de hükümdarlığını ilan etmiş olan Musa Çelebi tarafından 1411 yılında kazasker tayin edilmiştir. Çelebi Mehmet, kardeşi Musa Çelebi karşısında galip gelip 1413 yılında hükümdar olunca Şeyh Bedreddin kazaskerlik görevinden alınmış, ilim ve erdemine saygı duyulduğundan maaş bağlanarak İznik'te oturtulmuştur. Şeyh Bedreddin, eski müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in faaliyetlerini ayrı ayrı yerlerde (Aydın ve Manisa) arttırdıklarını duyunca hacca gitmek bahanesiyle çocuklarını bırakarak önce Kastamonu'ya, oradan da Sinop'a geçmiştir. 1416 yılının yaz aylarında maiyeti ile birlikte Kırım'a geçmek üzere gemiyle Sinop limanından ayrılmış, ancak aynı sıralarda o bölgede Trabzon İmparatorluğu ve Ceneviz donanmaları arasındaki mevcut savaş hali nedeniyle oraya ulaşamamıştır. Bunun üzerine mecburen rotasını Karadeniz'in batı sahillerine çevirmiş ve Eflak voyvodasına sığınmıştır. Daha sonra Eflak'tan ayrılıp, Osmanlı topraklarına geçmiş ve Silistre, Dobruca taraflarında görüşlerini yayarak çok sayıda taraftar kazandıktan sonra ayaklanmanın merkezi olarak Deliorman'ı seçmiştir. Şeyh Bedreddin üç ayrı yerde birden müritleriyle birlikte ayaklanma başlatmıştır. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarının bastırılması sonucu Şeyh Bedreddin ve yanındakilerin moralleri bozulmuş ve şeyhin etrafındakilerin bir kısmı dağılmıştır. Küçük bir çarpışmadan sonra ele geçirilen Şeyh Bedreddin, padişahın bulunduğu Serez'e gönderilmiş ve burada yargılanarak 1420 yılında Serez'de idam edilmiştir. Kemikleri 1961'de Divanyolu'ndaki II. Mahmut Türbesi haziresine defnedilmiştir. RADİ FİŞ’İN BEDREDDİN’İ Nazım Hikmet’in yakın dostu Radi Fiş, Anadolu ile ilgili çalışmalarıyla bilinir. 2000 yılında vefat eden Fiş, Türkiye’yi sık sık ziyaret eden bir yazardı. Bu ziyaretlerden Bedreddin, Mevlana, Nazım Hikmet üzerine yazdığı kitaplar kaldı geriye. Türkçeye Mazlum Beyhan tarafından kazandırılan eser, Bedreddin üzerine yazılmış en bilinen romandır. Nazım’ın destanına benzer bir manzarayla başlayan romanda demir ve egemenlik ilişkisinin çok çarpıcı anlatıldığını belirtmem gerek. Bununla beraber romanın kahramanlarından Satı ve Gizler Yazıcısı Mecnun’un o denli bir çarpıcılıkta olduğunun da altını çiziyorum. Roman şu anda önümde değil ama Bedreddin’in son sözleri şu şekilde aklımda: Ama beni kara topraktan değil, hakikati anlayan insanların yüreğinde arayın. Fiş’in kitabının tanıtım yazısında ise şunlar yazılı: Şeyh Bedreddin, günümüzden altı yüz yıl önce yaşadı. Dönemin en büyük düşünürlerinden biri olarak çağını çok çok aşan cesur fikirler ileri sürdü, güçlü bir toplumsal adalet ve özgürlük özlemini dile getirdi. Amacını gerçekleştirmek üzere ezilmiş Türk, Rum, Yahudi... emekçilerini bir araya getirip eğitti. Osmanlı yönetimine karşı Anadolu tarihinin en önemli köylü ayaklanması onun adıyla anıldı. ‘Ben de Halimce Bedreddinem’, bu büyük halk hareketinin belgesel romanı. Türk ve Osmanlı tarihine yoğunlaşan Sovyet Yazar Radiy Fiş, ayaklanmanın yaşandığı dönemden bugüne kalmış tüm belgeleri titizlikle incelemiş ve dönemin ayrıntılı bir resmini çıkarmış ortaya. Hem karanlık ortaçağ, Osmanlı devlet yönetimi, taht kavgaları hem de Osmanlı’nın baskısı altındaki halkın yaşayışı; hem dinsel bir örtü altında gelişen muhalefet düşüncesi, hem halk isyanı başarılı ve akıcı bir roman tekniğiyle anlatılıyor. Günümüze ışık tutan bir geçmişin gerçekçi romanı.