Bugün 15 Temmuz… Yazmalıydım ama vazgeçtim… Pazartesi’ye yazacağım özel bir “15 Temmuz”! Bugün size daha önemli sa...

Bugün 15 Temmuz… Yazmalıydım ama vazgeçtim… Pazartesi’ye yazacağım özel bir “15 Temmuz”! Bugün size daha önemli satırlar yazıyorum, soluksuz okumanız için. Ve merak ediyorum acaba “o günü orada” yaşamamış kaçınızın vicdanı, sona geldiğinde sızlayacak?

Bu yazıdan sonra zerre umurumda değil başıma ne geleceği. Zerre umurumda değil kimin karşı çıkıp kimin destek vereceği. O kadar belli ki artık “depremi de” o depremde, tonlarca ağırlığın altında can veren yurttaşlarımızın da önemsenmediği.

Dünya işte… Varsa yoksa “kazanç” ve “para”!

Varsa yoksa “zenginlik” ve “çıkar”. Gerisi yalan ve bencillik. Kibir ve “bana necilik”.

O günü kaç kişi “hatırlıyor” o gün gibi? Kaç kişinin aklına, en ufak bir sarsıntıda ya da gürültü de “o gün” geliyor?

Sadece “o günü yaşayanlar” biliyor “o günün” kasvetini ve korkusunu.

Sadece “o insanlar” biliyor canlarını kaybetmenin acısını.

Yalanmış onca ilgi, alaka, yardım, destek ve kelam…

Yahu bari “anıyormuş” ve “unutmamış” gibi “oynamaya” devam edilseydi!

Nasıl insanlar ki, ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar kendini “irade sahibi” sayan atanmış ve seçilmişler?

Dillerinden düşürmedikleri “Allah’tan” korku, çocuklarından, torunlarından da “utanmaları da” yok galiba?

30 Ekim’den beri yazıyorum, konuşuyorum. Açık söyleyeyim, doğrudan bir Allah’ın kulu aramadı, sormadı, gelmedi, davet etmedi. Bari Allah için merak etselerdi diyeceğim ama, bazılarının “hayatı yalan”. Adına “deprem” denen toplantılardan birine bile çağrılmadım, yaşadıklarım, şahit olduklarım, 30 yıllık gazeteciliğimin sonuçlarını birkaç meslektaşım dışında soran da olmadı. Meğer mesele yine “paraymış” ve “çıkarmış”!

Benim sokağımda o zincir market. Üstünde “Erberk Apartman”.

O markette bir Serhat vardı, kasiyer. Girince selamlaştığım. O dahil pek çok yurttaşımızın başına yıkıldı o Erberk apartmanı. Sonra dedikodular çıktı. Yargılamalar falan… Onca iddianın hepsi “yalanmış”. Yargı öyle karar vermiş, ne edelim?

Anlayacağınız sadece Serhat ve diğer ölenler “suçlu” yani.

Depremden önce acayip fiyata satılan dairelerin olduğu bina, depremle birlikte demir ve kum yığınına döndü. Ha hemen söyleyeyim, o markete tam girerken çalan telefonu sayesinde Allah eşimi bana bağışlamıştı.

Ama binada ve markette olanlar…. Onlar gitti… Allah rahmetini esirgemesin.

Sonra ortaya bir garip anlayış çıktı. “Her şeyi ben yaparım” diyen kötü bir anlayış.

Tüm “insanlık değerlerini” yok eden, adeta bir korku filminin senaryosunu hatırlatan anlayış. Güya “şehircilik” bakanlığı ve TOKİ denen iki kurum, kimseye sormadan, danışmadan “bina yapmaya” karar verdi. Yurttaşların kocaman evlerini “kümese” çevirme pahasına hem de.

Öyle ya, “devlet ne derse o”! Öyle ya, yurttaş devlete aittir, devlet yurttaşa değil. Altı katlı yapıldı yeni “Erberk” binası, kuralar çekildi bir garip. Kapısında da nal gibi TOKİ yazısı, pas parlak!

2021 Aralık ayıydı.

Yağmur yağıyordu. Evime gelirken bir telefon geldi bana. “Abi, market binasının altına yine duvar yıkıyorlar!”. Sonra bir de video. Hemen Vali Köşger’i aradım, videoyu yolladım. O da “Şehircilik” müdürünü aradı.

Dediler ki “bir şey yok, olmaz”!

Ne bilecekler ki bizim acımızı, korkumuzu? Beklerdim ki, “Vali Baba” çıksın gelsin, adı şehircilik müdürünün yüzü yok ama, güler yüzlü “Vali Baba” gelsin, içsin çayımızı, görsün kaygımızı. Ne mümkün?

Ne bilecekler ki Serhat kardeşimin o emekçi hakkını…

Ne bilecekler torununa oyuncak almak için giren ve çıkamayan amcanın hakkını?

Ne önemi var ki vatandaşın kaygısının, endişesinin!

İktidar da muhalefet de aynı… At bir “tweet” tamam, paylaştın acıyı, kaygıyı!

Kimse gelmedi Manavkuyu 275/8 sokağa, kimse! O sokakta kamera yoktu ki!

Şunu da söyleyeyim, o marketin yanında bir de “Demir Market” vardı. Eski “bakkal amca” tadında bir market. Benim marketim… Bülent kardeşimi de yıktı o deprem. Esnaf birliği de devlet de yapayalnız bıraktılar Bülent Demir’i. Borçlardan mahvoldu o canım esnafım. Sadece Tunç Soyer el uzattı ama yetmedi. Bayraklı Belediyesi türlü zorluk çıkardı, özürlü yeğenini işe alacaktı, söz verdi, almadı.

Şimdi nerede ne yapıyorlar bilmiyorum. Bülent yeni yapılan yerden kiralamak istedi, ama mal sahibi öyle bir bedel talep etti ki…

Diyorum ya? İnsanlık kalmadı Bayraklı’da aslında. Mesele “sahip çıkmakta”.

Bülent iktidardan yana olsaydı, şimdi istediği köşeden dükkânı olurdu. Söyletmeyin beni…

Aylarca boş kaldı “sonradan genişletilen” alt kat kocaman dükkân…

Veee…

Bayramdan bir gün önce radyoya gitmek üzere otobüs beklerken fark ettim.

O market” geri dönmüş…

Yasal sıkıntı yok, döner tabii. Döner de nerede peki “Demir Market”, o neden dönemedi?

Haydi döndü market! Canını veren çalışanlarının hiç mi hakkı yok? Deprem sanki olmamış, onca insan ve market çalışanı ölmemiş.

Ruhsuzca döndüler geriye… Mahallemin az kalan yerlisi ve ben zor gireriz oraya…

Bu saygısızlığa, bu bencilliğe, bu çıkarcılığa bu vicdansızlığa “ortak” olmam ben!

Ama o “üç harfli” market de biliyor, kaç kişi kaldı ki Bayraklı’da? Deprem konutlarında “depremzedeler mi” oturuyor sanki hepsinde?

O ünlü, üç harfli market açılmasın demiyorum. Şart mıydı “orada” açılması? İki adım ötede başka geniş yerler var, neden “orası”? Haydi açtın, önünde, içeride bir yerde o can veren müşterilerini, çalışanlarını anacak bir ortam yaratsalardı ya?

Olmaz ama değil mi?

Deprem olur, iki gün “şov” üçüncü gün “nereden ne kazanırız” kaygısı…

Bin defa “yazıklar olsun”!

Depremle ilgili konuşlan siyaset ve bürokrasi erbabı uzak dursun benden, kap kırarım.

İnanın bana 30 Ekim depremi sadece deprem değil.

Bu sarsıntı insanlık değerlerini de yıktı Bayraklı’da. Kim bilir daha ne “antin kuntin” var da biz bilmiyoruz. Hafriyat dolapları, müteahhit ve emlakçı oyunları, gözü doymaz bazı mülk sahiplerinin hırsı ve vicdanını gardıroba asmış iktidar muhalefet yaklaşımları…

Güya İzmir deprem kenti…

Güya “depremle yaşamayı öğrenmek” gerek. Oysa benim halkım her depremde “depremde ölmeyi” biliyor!