Everest Yayınları Orhan Veli’nin iki manzum eserini Oğuz Demir’in resimleriyle yeniden okuyucuyla buluşturdu. Veli’nin çok konuşulmayan iki eseri edebiyatımız için bazı ilkleri barındırıyor Orhan V...

Everest Yayınları Orhan Veli’nin iki manzum eserini Oğuz Demir’in resimleriyle yeniden okuyucuyla buluşturdu. Veli’nin çok konuşulmayan iki eseri edebiyatımız için bazı ilkleri barındırıyor Orhan Veli’nin eserlerinin 2021 yılında telif yasasına göre anonimleşti ve her isteyenin onun kitaplarını basabiliyor. Umarım yayıncılar işin kolayına kaçmadan onun kitaplarını hakkıyla basarlar ve okuyucuların Orhan Veli’yi doğru tanımasına vesile olurlar. Geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları’nın hazırlamış olduğu Orhan Veli eserleri elime ulaştı. Nasrettin Hoca Hikâyeleri ve La Fontaine’in Masalları’nı inceledim. Açıkçası baskıları başarılı bulduğumu ve gönül rahatlığıyla kitaplığıma koyabileceğimi söylemeliyim. Didem Ünal’ın editörlüğünde hazırlanan kitaplara Oğuz Demir’in çizimleri de ayrıca bir renk ve değer katmış. Orhan Veli’nin ölümünün üzerinden 70 yıl geçtiği için olacak bir başka dikkatle kitapları okudum ve Veli’nin manzum esere çevirdiği hikâye ve masallar kadar kitaplara yazdığı önsözler ve bu metinlerdeki tahliller dikkatimi çekti. Önce Nasrettin Hoca Hikâyeleri’nin önsözünden başlamak isterim. TÜRKÇE YAZILMAMIŞ BİR KAHRAMAN İlk defa 1949’da Doğan Kardeş’ten çıkan kitapta Orhan Veli, Nasrettin Hoca’ya ait fıkraları manzum olarak yazma önerisinin Şevket Rado’dan geldiğini belirttikten sonra şunu söylüyor: “Böyle bir işin ehemmiyeti üzerinde, doğrusu, o zaman pek düşünmemiştim.” Yazının devamında anlattıklarına kulak kabarttığımda doğrusu ben de 1950’lerin şafağına ramak kalmışken Nasrettin Hoca’nın Türkiye’deki bilinirliği ve hakkındaki yazılı kaynaklar konusunda durumun Veli’nin anlattığı gibi olmasına inanmak istemedim. Aynen şöyle diyor Orhan Veli: “Bu fıkraları bulabilmek için birkaç kitap karıştırdıktan sonra gördüm ki ünü yabancı ülkelere kadar yayılmış olan bu milli kahramanın hikâyeleri daha hâlâ Türkçe olarak yazılmamış. Güzel bir üsluptan geçtim, okuduğum kitaplarda doğru dürüst bir Türkçe bile yoktu.” Devam edeceğiz; ama Orhan Veli’nin hangi kitapları incelediğini merak etmiyor değilim. Gerçi, önsözün ilerisinde bazı isimlere değinecek; ama söz ettiği eserler mi bu kusurları taşıyor; ben emim olamadım.  Yine de şairin açıklaması, alan araştırmasında durumun vahametinin unsuru olan yazılı eserlerin düzeyini ortaya koyuyor.  Orhan Veli’ye kulak vermeye devam edelim: “Bunun üzerine de, bu fıkraları okunabilir bir dille yazmanın, küçümsenemeyecek bir iş olduğuna inandım. Yazdığım Nasrettin Hoca fıkralarının, bugüne kadar yazılanların en iyisi olduğunu söylersem pek de böbürlenmiş sayılmam. Çünkü, dediğim gibi, bu fıkralar hâlâ yazılmamış; sadece ağızdan ağıza, dolaşmış durmuş.” Yukarıda ifade ettiğim gibi Veli, bazı isimlere değiniyor. Kitaplarda yer alan fıkraları karşılaştırdığında Nasrettin Hoca’nın hayatının bu fıkralardan çıkarılamayacağına değiniyor. Fuad Köprülü’den alıntılarla Hoca’nın hayatına değinen Veli, Fransız araştırmacı Edmond Saussey’in de katkılarına değiniyor: HALKTAN BİRİ NASRETTİN HOCA “(Saussey) Hoca’nın hayatının bu fıkralardan çıkarılamayacağını görmüş; tetkiklerini daha çok fıkraların özellikleri ile Hoca’nın bu fıkralardan çıkacak şahsiyeti üzerine yöneltmiş. Ona göre, bu fıkralardan birçoğu, Batı milletlerinin halk hikâyelerinde de görülen temalara dayanmaktadır.” Orhan Veli, Saussey’in Hoca’nın hikâyelerini “Avrupa ve Asya insanlığının müşterek malı” olduğu belirlemesinin de altını çiziyor. Nasrettin Hoca’nın fıkralardan çıkan kişiliğinin de “halk adamı” olarak tanımlanabileceğini kaydediyor. Son belirlemede Veli şunları aktarıyor: “Halktan olmak insan olmayı gerektiriyor. Bu olay, ayrıca, bizi bir gerçek üzerinde yeniden düşünmeye sevk ediyor. O gerçek de şu: Yaşayacak sanat, zümrelere değil halka dayanan sanattır. O da bize insanüstünün değil, insanın halini anlatır.” VELİ, ÇOCUKLARA SESLENİYOR Diğer kitaba, La Fontaine’in Masalları’na gelince, editörün notuna göre 1948’de yine Doğan Kardeş’ten çıkan kitabın farklı bir önsözü var. Orhan Veli “Sevgili Çocuklar” diye başlıyor ve fablın tanımıyla bitiriyor. Ara yerde de öncelikle, tercüme ettiği masalları hiçbir zaman çocukça görmediğini ifade ediyor. Şöyle devam ediyor Veli: “Güzel şeyleri siz de büyükler kadar anlar, büyükler kadar seversiniz. Elbette yaşınız ilerledikçe bilginiz de artacaktır. Ama bu, bilginiz artıncaya kadar kötü şeyler, basit şeyler okuyacaksınız demek değildir.” İLGİNÇ BİR BİYOGRAFİ Orhan Veli’nin biyografi yazarlığı en az şiirleri kadar etkileyicidir. Burada da çocuklara zarif bir üslupla La Fontaine hakkında bilgiler sunuyor. La Fontaine’in doğduğu yılı ve ülkeyi anlattıktan sonra şunları söylüyor: “Yüksekçe bir memurun oğluymuş. Çocukluğu dağlarda kırlarda geçmiş. Konularını hep hayvanlar arasındaki vakalardan alması belki de bundan geliyor. Ama belki de bu, Fransız tenkitçilerinin her olayı başka bir olaya bağlama gayretlerinin eseridir. Doğru dürüst okuyamamış. Bir aralık rahip olmak üzere bir manastıra girmiş. Sonra vazgeçip hukuk tahsil etmiş; onu da becerememiş. Evlenmiş, memur olmuş. Savruk bir hayat geçirmiş.” Orhan Veli’nin bu tarzda yazdığı biyografiler için Asım Bezirci’nin hazırladığı “Çeviri Şiirler” kitabına bakmakta fayda. O da ayrı bir yazı konusu. Orhan Veli, önsözün sonunda da günümüzde de süren bir tartışmanın, Aesopus (Ezop) ve La Faontaine karşılaştırmasına da giriyor: “Masallarının çoğu Aesopus adlı eski bir Yunan hikâyecisinin masallarından alınmış. Yalnız bunlara ne masal demek doğru ne de hikâye. Fransızlar fable diyorlar.” Kitabın ilk manzum masalı da “Cırcırböceği ile Karınca”. Bence bundan sonra meraklı okuyucu “Güneşli Pazartesiler” ve “İftarlık Gazoz” filmlerini izlemeli. Orhan Veli’yi konuşmaya devam edeceğiz.