“Cehaletle cinayetin bir farkı yoktur.” Ömrünün 45 yılını sürgünde geçiren ve eski bir İttihatçı olan İhsan Adlî Bey’in, İttihat ve Terakki Partisi’nin İçişleri Bakanı Talât Paşa i...

  “Cehaletle cinayetin bir farkı yoktur.” Ömrünün 45 yılını sürgünde geçiren ve eski bir İttihatçı olan İhsan Adlî Bey’in, İttihat ve Terakki Partisi’nin İçişleri Bakanı Talât Paşa ile -neredeyse- intikamcı bir çekişme sonucunda yazdığı “Hürriyet Kurbanları” adlı oyun, doğrudan sosyalist bir tema üzerine oturmasa da; oyun kişilerinden biri Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kurucusu Hüseyin Hilmi Bey ya da daha çok bildiğimiz adıyla “İştirakçi Hilmi” olunca bu oyunu da dosyamız kapsamında incelemeye karar verdik. Oyun; İttihat ve Terakki Partisi’nin büyük umutlarla başa geçip, ardından ülkeyi uçuruma sürüklediği dönem siyasası hakkında acı bir belge niteliğindedir. İhsan Adlî Bey, muhalefete geçtiği için eski partisinin kendisine yaptığı zulüm ve eziyeti, o dönemin siyasetini tartışarak sunmaktadır oyunda. Yani oyun, İhsan Adlî’nin kendi acıklı yaşam öyküsüdür aslında! Oyunu incelemeye geçmeden, yazar hakkında birkaç söz söylemek isteriz. Çünkü başka türlü oyunun önemini tam olarak anlatabileceğimizden emin olamayacağımıza inanıyoruz. İhsan Adlî, 1880 yılında, Tırnavos’ta doğmuştur. Manastır Askerî Rüştiyesi’nde eğitim alan Adlî, daha sonra Mustafa Kemal ile aynı dönemlerde Mekteb-i Harbiye’de (Harp Okulu) okumuş, ancak son sınıfta padişah emriyle okuldan uzaklaştırılmıştır. Daha sonra hukuk fakültesini bitiren İhsan Adlî, o dönemler Aydın Sancağı’na bağlı olan Manisa’nın Kasaba (Turgutlu) ilçesine kaymakam olarak atanır. Başarılı işler yapan Adlî, eski partisinin iktidarı tarafından ihanetle suçlandığı için sürgüne gönderilmek üzere İstanbul’a götürülür. Sürgün yeri Sinop’tur. 1913 yılında yaşanan bu olaylar, İttihatçıların muhalefetin sesini kesmek isteği olarak değerlendirilmektedir. Yazar, ailesi ile birlikte Sinop’a gidecekken, son anda bir İtalyan gemisine bindirilerek Selanik’e gönderilir. Ancak İhsan Adlî, Selanik yerine önce Pire’de gemiden inecek, ardından da Marsilya’ya gidecektir. Sonra Paris’e, sonra vatandaşlık alacağı Mısır’a, sonra… İhsan Adlî hakkında ne yazık ki çok şey bilmiyoruz. Sadece birkaç araştırmacının; arşive, toplum belleğine önem verilmeyen bir ülkede, zorlukla ürettiği, altın kıymetindeki birkaç çalışmadan başka hiçbir şey! Bu araştırmacılardan biri olan, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Sayın Müzeyyen Buttanrı şöyle yazar incelemesinde: “Osmanlı aydınları, Meşrutiyetin ilânını her şeyin çaresi gibi görmüş, memlekette her şeyin birden düzeleceğine ve sonsuz bir serbestlik içinde bulunacaklarına inanmışlardı. İşte II. Abdülhamit döneminin mağdurlarından biri olan İhsan Adlî de bunlardan biri olup İttihat ve Terakki’den çok şey bekleyenlerdendir. Ancak aradığını bulamamış ve bu partiye muhalefet için kurulan İtilâf ve Hürriyet Fırkası’na dahil olmuştur. Hayatının özellikle İttihatçılar tarafından zulümlere uğratıldığı dönemini anlattığı “Hürriyet Kurbanları” adlı piyesi, Ekim 1918’de yazmıştır. Eserin girişine (…) Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’nin kendisine eser ile ilgili yazdığı mektubunu da ilave ederek 1919’da bastırmıştır.” (“Hürriyet” ve “Hürriyet Kurbanları” Eserleriyle İhsan Adlî Bey, İlmî Araştırmalar Dergisi, Sayı: 21, 2006, s. 74) İncelemeye çalışacağımız oyunun tam adı, “Hâile-i Mahmud Şevket, Hürriyet Kurbanları”dır.“Şâyan-ı ibret vakayi-i tarihiye ve hakayık-ı içtimâiyeyi mümasildir. Hakiki Dram, 3 perde, 12 levha-i temaşa” sloganıyla okuyucuya sunulan oyun, Edirne Vilâyet Matbaası’nda, rumî 1335, yani miladî 1919 yılında basılmıştır. 152 sayfalık oyunun son sayfasına “Hata-Sevap Cetveli” eklenmiştir. Kitabın kapağında o kadar yoğun bir yazı yükü vardır ki; bunu, yazarın söylemek istediği çok şey olduğunun bir işareti olarak değerlendiriyoruz. Kapakta önce Namık Kemal’in “Bir milletin kuvve-i nâtıkası edebiyatı ise, timsal-i edebin nâtıka zi-hayatı da tiyatrodur” dizeleri, hemen altında da yazarın bu dizelere yaptığı atıf vardır: “Asmakla ve kesmekle bu ensâl biterse As, kes, yaşa, tek ferd olarak hâk-i vatanda Sırtlan gibi meşhedleri gez feth-i kubûr et Emvâte futûhâtını göster şu cihanda!” “Hürriyet Kurbanları”nı, sürgüne gittiği Marsilya’da henüz çocukken ölen oğlu Hâdi’ye ithaf eder yazar. Yıllar sonra anılarını yazarken, o acı dolu günleri iç parçalayan bir tümce ile şöyle anar: “Vapurdan Selanik’e çıkmayarak Pire’ye ve oradan da Marsilya’ya gittim. Güzel oğlum Hâdi’m için sanki bir mezar arıyordum.” Kitabının önsözünde oyunu için şöyle der İhsan Adlî: “Eserim kıymet-i edebiyeden ziyâde, kıymet-i hakikiye-i tarihiyeyi hâizdir (…) İttihatçılar bu eserden kendilerine ne derece büyük bir hisse-i intikad ayırabilirlerse ayırsınlar (…) Eserde eşhâs-ı muhayyile (*Hayal gücüne dayanan rol kişisi) yok gibidir (…) Ben bu eseri nesl-i cedide (*Yeni kuşaklara), mücib-i intibah (*Zorunlu olarak gerçeği arayacaklara anlamında kullanılmıştır) (ve) samim’ bir yadigâr (*Hatıra) olsun diye yazdım.” Oyun; İttihatçılar’ın Doktor Cavid Bey’in Beyoğlu’ndaki evinde gizli olarak toplanmaları ile başlar. Duvarda Fransız devrim liderlerinin afişleri asılı, ortada dört başı mamur bir sofra vardır. Sırasıyla bütün ileri gelen İttihatçılar sahneye girmeye başlar: İçişleri Bakanlığı’nın bürokratları Şerif ve Fuad Bey, ardından İttihat ve Terakki’nin en önemli isimleri: Talât, Cemal ve Enver Paşa… Yanlarında din adamı Hayri Bey de vardır. Sofrada içkiler, türlü çeşit yiyecekler… Konuşulan konular, eski Savaş Bakanı Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinin bir fırsat olduğu ekseninde gelişir. Yazar, sanki Şevket Paşa’nın öldürülmesinde İttihatçıların parmağı olduğunu sezdirmektedir okuyucusuna. Ülke kan ağlarken ittihatçı liderler; kimin nereye tayin edileceğini, Talât Bey’in Sadrazam, Enver Bey’in Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı), Hayri Bey’in de Şeyhülislam olacağından söz etmektedirler içkili sofranın başında. “Talât – Filhakika, benim doğrudan doğruya sadareti deruhte etmekliğim için ortada pek az mâni kaldı. Mâhaza ben sadrazam olmazdan evvel Enver Harbiye Nazırı tayin olunmalıdır. (Hayri Bey’e dönerek) Zat-ı âlinizin evkaf nezaretinde mevkuf kalmanız caiz değil. Sizin için münasip makam, Makam-ı Meşihat-ı Âliye’dir. Bu din bir (Luter)e muhtaçtır.” (s. 22) Din adamının diğerleriyle birlikte aynı sofra başında olması, dönemi içinde sıklıkla tartışması yapılan İslam dininde bir reform yapmak isteyen İttihatçıların görüşünü karşılamaktadır. Bu bakışla, devrimci din adamı (Luter) göndermesi de bunun bir kanıtı olarak kabul edilebilir. İttihat ve Terakki Partisi’nin yönetimindeki Osmanlı’nın her cephede yenilmesi ve bunun nedenleri de konuşulur liderler arasında: “Cavid – Talât, Talât düşün ki biz bugün muhaciriz. Peygamberim Mekke’den Medine’ye hicret-i ıztırâriyesini andıran muztar bir şehre-i muhaceretle ancak Anadolu’ya … âmâl ederek bir sem’i teselli buluyoruz (…) Nevmid (*ümitsiz) değiliz. Nâehiller elinde zâiyattan zâiyata uğrayan vatanımızın istikbâline ait endişeler için de nevmid intihardır, ölümdür. Biz ise yaşamaya azmetmiş, metin fa’al insanlarız. Durmadan çalışacağız, nush (*öğüt) ve tekdir (*azarlama/paylama) kabul etmeyen düşmanlarımızı anif ve haşin darbelerle te’dip (*haddini bildirme) ve iskatten (*düşürmek) sonra ilâhe-i akl ü hikmetten bize emrettiği ıslahat-ı ceziriye (*Köktenci bir reform) ve icraat-ı kat’iyeye bîmübâha (*kesin olarak yapılamaz denileni) şüru’edeceğiz. Bunun için bittabi çok çok paraya ihtiyacımız olacaktır… binaenaleyh devletimizi infirât-ı mühlikten (*öldürücü yalnızlığından) kurtaracağız. Muhammed’in hicretten sonra kuvvet ve fırsat bularak Mekke’yi fethettiği gibi biz de ilk fırsatta Edirne’yi, mümkünse Selânik’i, Manastır’ı, Üsküp’ü düşmanlarımızdan yedd-i kâbz ve teshirinden tahlis ve tecride gayret edeceğiz.” (s. 45) Kendilerini, İslam dininin peygamberi ile karşılaştıran İttihatçılar’ın bu repliği, onların çaresizliğini ortaya koyduğu gibi, nasıl da hayalperest, plansızlık içinde ve sahip oldukları partinin adının anlamından bile ne kadar uzakta olduklarını göstermesi adına hayli ilginçtir. (Meraklısına Not: İttihat, “birlik olma”, Terakki “gelişme” demektir.) İttihatçılar, birinci perdede, eski dostları İhsan Adlî hakkında da konuşurlar. Yazar, kendisini Harp Okulu günlerinden tanıyan Talât Paşa’nın ağzından kendisini ve İttihatçılar ile olan gerilimini anlatmaktadır. Onun, gazetede Faruk Nevzad ya da Ebu’l-Hâdi gibi takma isimlerle yazdığı makalelerle, İttihatçıların karşısında olan Hürriyet ve İtilâf Partisi’ne destek verdiğini; daha sonra da Karahisar-ı Sahib’e giderek orada muhalif parti adına vekil seçilmek için adaylığını koyduğunu anlarız. Bu, eski dâvâ yoldaşı ve şimdi İçişleri Bakanı olan Talât Paşa için kabul edilemez bir ihanettir. Talât Paşa, nüfuz kullanarak İhsan Adlî Bey’i devlet görevlerinden azlettirmeye çalışsa da, döneminin yasaları buna izin vermez ve şiddetli bir çekişme başlar iki eski dost arasında. Açıktan ve sert şiirlerle dönem gazeteleri üzerinden Talât Paşa’yı eleştiren İhsan Adlî, Kasaba kaymakamı olduğu dönemlerde siyasetle ilgilenmese de, Talât Paşa, onun canını acıtmaya kararlıdır. Adlî… sürgüne gönderilecektir. Bu noktada oyun incelemesini bir kenara bırakıp, yazarın yaşam öyküsüne dair bilgiler vermek isteriz. 1913 yılında Marsilya’ya sürgüne giden ve orada oğlu Hâdi’yi kaybeden İhsan Adlî bu durumdan İttihatçılar’ı sorumlu tutar. Bu kadarla da kalmaz yazarın başına gelen eziyet! Marsilya’daki sürgün günlerinde geçim sağlamak için “Türk İktisat Evi” adlı ticari bir mağaza açan yazar, İttihatçılar’ın Fransız Hükümetine kendisinin dolandırıcı olduğunu ihbar etmesi sonucu, ticari olarak da başarılı olamaz. Türkiye’den iş yaptığı firmalar da tehdit ve korkutma ile ilişkiyi kesmeye zorlanınca, İhsan Adlî sürgünde bile intikamcı bir zulümle karşı karşıya kalır. 1914 yılında Paris’e gider yazar. Orada da sefalet çektiği için fazla kalamaz ve 1914 yılından, 1919 yılına kadar yaşayacağı Mısır’a göçer, ikinci çocuğu İskender’e isim olarak vereceği İskenderiye şehrine! 1919 yılının Temmuz ayında, İttihatçılar’ın etkinlik gücü azalmış, Kuvayi Milliye güçlenmeye başlamıştır. O yıl, İstanbul Hükümeti, yazarı ülkeye geri çağırıp, Edirne Vali Yardımcısı olarak görevlendirir. Ancak bu görevi sırasında da başı beladan kurtulmaz yazarın. Bu kez, Kuvayi Milliye hareketine destek olduğu için mahkemeye verilir İhsan Adlî. Yazar, her ne kadar, verilen kurtuluş mücadelesine katılmış olmasa da; Harp Okulu’ndan tanıştığı Mustafa Kemal de, İhsan Adlî’yi kurtuluş adına verdikleri mücadele saflarında görmek istediğini bildiren bir telgraf göndermiştir kendisine: “Edirne Vali Vekili İhsan Adlî Beyefendiye Sivas, 12 Teşrinievvel 1335 (*m. 1919) Bugün Anadolu’nun, vatanın halâs ve saadeti ve milletin necât ve istiklâli uğrunda yek-vücut ve yek-dil olan Türkiye, kardeşleriyle elele vermiş olması, halâs-ı kâribin berâat-i istihlâlidir. Böyle mesut ve tarihî bir anda, Edirne Vilayeti’nde zât-ı âlîleri gibi hamiyetkâr bir refikimizin re’s-i kârda bulunması ayrıca bir şereftir. Cenab-ı hâk, milleti, amâl-i meşrûasını istihsal emrinde muvaffak bi’l-hayr eylesin. Âmin. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi namına Mustafa Kemal “ İhsan Adlî, Kuvayi Milliye hareketine destek olduğu iddiasıyla mahkemeye verilmesini de İttihatçılar’ın bir oyunu olarak görmektedir. Onların, zulüm konusunda II. Abdülhamit’ten daha beter olduklarını, hani neredeyse onların şeytanın iş birlikçileri olduğunu düşünmektedir. Yazdığı anılarında; daha 37 yaşındayken, polis tarafından vurularak öldürülen Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kurucusu -asla desteklemediği halde- Hüseyin Hilmi’yi de, askerler tarafından linç edilerek öldürülen İkdam ve Peyam-ı Sabah gazeteleri başyazarı, “Kuvayi Milliye hareketi, İttihat ve Terakki’nin devamıdır” diyen, Damat Ferit Kabinesi bakanlarından, gazeteci Ali Kemal Bey’i de “mazlum” diye niteler. Anladığımız o ki; yazarın mahkemeye verilmesi, İhsan Adlî’nin mücadele hırsını kırmış ve ailesini alarak Mısır’a gitmesinin nedeni olarak işaret edilmektedir… Bunca kafa karışıklığı ve bunca saf bir nefret tarihte az görülmüştür. “Garâbete bakın ki, Edirne Vali Vekaleti’nde Kuvâ-yı Milliye’ye yardım töhmetiyle devlet beni taht-ı muhâkemeye almıştı. Bu, ittihatçıların, bıyık altından gülerek aleyhimde oynadıkları bir oyundu. İstanbul’un vaziyeti her gün biraz daha korkunç bir şekil alıyordu. Ali Kemal’den mâadâ Hüseyin Hilmi ve sair mazlum arkadaşların uğradıkları akıbete uğramamak için tertibat almak lâzım geliyordu. Sıkıya düşüp kaçmaya çalışmaktansa irade ve ihtiyarımla, ailemi alarak Mısır’a avdet ettim.” Adlî’nin yazdığı bu satırlarda adı geçenler, dağın iki yüzü kadar ters siyasi görüşün insanlarıdır. Ali Kemal Bey sıkı bir İttihat ve Terakki Partisi karşıtı, Hürriyet ve İtilâf Partisi Genel Sekreterliği yapmış, Damat Ferit Kabinesinde önce Eğitim, sonra İçişleri Bakanlığı görevlerinde bulunmuş biri iken; Hüseyin Hilmi Bey, Osmanlı (Türkiye) Sosyalist Fırkası’nın kurucusu bir sosyalisttir. İkisinin ortak olduğu çok az şey vardır: İkisi de gazeteci ve inandıkları ideolojilerinde lider kimliklerdir ve her ikisi de, aynı yılın aynı ayı içinde, on gün aralıklarla öldürülmüşlerdir. (Kasım 1922) Dördüncü bölümün Sonu 4 Eylül 2022