“Doğa herkese yetiyor, bu böyle sürüp gidiyordu. Ne var ki bu, her zaman böyle sürüp gitmedi…” Jean-Jacques-Rousseau Köyün delisi geçen hafta İstanbul’a gitti, biraz dolandı, biraz...

“Doğa herkese yetiyor, bu böyle sürüp gidiyordu. Ne var ki bu, her zaman böyle sürüp gitmedi…” Jean-Jacques-Rousseau Köyün delisi geçen hafta İstanbul’a gitti, biraz dolandı, biraz gezdi, havayı koklayıp geri döndü. En çok tanıdığı insanları görmek ve yakalar arası vapurlara binmek hoşuna gitti. O köklü tadı alabilmek denizin üzerinde giderken mümkündü bir de korularda, yeşilliklerin arasında… İstanbul, insanların sürekli dinamik bir hareket içinde olduğu ve akışın asla kesilmediği bir şehir. Ne var ki ayak bastığınız her noktada sizi eskiye götürebilecek bir bina ve ya bir eşya görebiliyorsunuz. Yapılaşma tabii ki de o kadar insanı içine alabilmek için çok fazla. Ancak doğayla iç içe olmak istiyorsanız da gidebileceğiniz yeşil alanları her yerde ulaşılabilir. Beni böyle bir koruya götürdüklerinde düşündüm, acaba bu şehirde yaşayan insanların kaçı düzenli olarak gelip ruhunu temizlemeye çalışıyordur diye. Sanırım bu yoğun akışın içinde insanlar kendilerine ara vermeyi biraz unutuyor, göz ardı ediyor ya da gidecek farklı yerler bulmak istiyor.

Doğadan uzaklaşma

Bu konuda farklı insanların yazılarını okurken ‘rafa kaldırılmış insanlık’ diye bir terim gördüm. Uyumsuz sosyal davranışlar, şiddet ve barbarlık kalabalık ve karma olarak yaşayan insan topluluklarında çoğalmış durumda. Bunu rafa kaldırılmış insanlık olarak adlandırıyorlar. Bir bütünün parçası olduğumuzu unutarak ve doğayla aramıza keskin sınırlar koyarak tüketme ve zenginlik arayışına giriyoruz. Elde ettiğimiz bu başarı hissi ve yiyip yuttuğumuz özgüvenimiz bizi daha fazlasını istemeye doğru itekliyor. Kendimize dönmeye çalışıyoruz ancak nereye döneceğimizin farkında değiliz. Daha fazla tüketmenin ve daha çok olayın içinde kaybolmanın kendimize dönmek olduğunu ve bize değerli hissettireceği düşüncesine kapılıyoruz, ancak sonunda elde ettiğimiz tek şey hastalanmış ve sinyallerde boğulmuş ruhumuz oluyor. Yani doğadan ve özümüzden uzaklaşmak bir yerde, buraya dönmeye çalışarak kör olmak ise başka bir yerde kalıyor.

Nesne ya da kaynak

İçinde yaşadığımız doğayı işlenmesi gereken bir nesne olarak görmek yerinde bir yaşam alanı ve kaynak olarak görmenin arasında çok fark var. Tahmin edersiniz ki bir bakış açısı çok daha fazla saygı ve sevgi içeriyor. Kim doğal olan bir güzelliğe saygı duyuyorken onu değiştirmek ister ki? Ya da özlerinin aynı olduğunu bildiği halde rahatlamak için farklı şeylere yönelmek ister? Köyün delisi geldiğinden beri bakış açısını değiştirmeye ve yaşam kaynaklarını farklı görmeye çalışıyor. En nihayetinde İstanbul’da ya da İzmir’de, doğal olan her yerde, öz hepsinin, hepimizin içinde! Rafa kaldırılmamış insanlara…