Geçen hafta gazetemizin 61’inci yaş gününü, huzurlu bir Urla akşamında mütevazi bir yemek eşliğinde kutladık. Misafirler arasında bulunmasından büyük mutluluk duyduğum İzmir Büyükşehir Belediyesi eski...

Geçen hafta gazetemizin 61’inci yaş gününü, huzurlu bir Urla akşamında mütevazi bir yemek eşliğinde kutladık. Misafirler arasında bulunmasından büyük mutluluk duyduğum İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Aziz Kocaoğlu ile ayaküstü lafladık. Kentin en uzun süre Belediye Başkanlığını yapan 72 yaşındaki Kocaoğlu, emeklilik günlerinin keyfini çıkarıyor, torunlarını seviyor. İşlerini de aslan gibi iki oğluna devretmiş. Geldiği gibi tertemiz şekilde “Bornovalı Aziz” olarak şehrin sokaklarında başı dik dolaşıyor. Yerel ve genel siyaseti uzaktan izlemekle yetiniyor. Kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var. Aziz başkan, görev yaptığı 15 yıl boyunca, bir fâninin sınırlarını sonuna kadar zorlayan olaylara, hainliklere ve Fetullahçı kumpaslara maruz kaldı. En yakın çalışma arkadaşları aylarca hapislerde yattı. Kendisine de 397 yıl ceza istendi.  İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni kilitlemek ve iş yapamaz hâle getirmek için (şimdi hepsi hapiste çürüyen ya da firar eden) vatan hainlerinin deli saçması iddianameleri ve kararları Aziz başkanı yıldırmadı. // BİRİNCİ ELDEN TANIKLIĞIM… Sonraki yıllarda kitap haline de getirilen o iddianameleri didik didik etmiştim. Atıfta bulunulan suçlara gülerken, kumpasın ve hainliğin boyutu karşısında adeta ürpermiştim. Aziz Kocaoğlu’nu aktif gazetecilik dönemimizde ve sonrasında bu sütunlarda bazen dozunu kaçırarak eleştirdik. Grevler, sendikal örgütlenmeler ve metro ihalelerinde yapılan hatalar, teleferik, stad vaatleri, İZBAN ve ulaşımda yapılan hatalar eleştiri başlıklarımızdan bazıları idi. Başarılı işlerini ve eserlerini de ayakta alkışlamakta duraksamadık. Ne yazarsak yazalım Aziz Başkan, çelebiliğinden bir şey kaybetmedi. Onu eleştirenler, hatta yerden yere vuranlar bile ahlâkına, dürüstlüğüne tek cümle edemediler. Siyasi rakiplerinin bile canlı yayında “cüzdanımızı emanet ederiz” dedikleri bir adamdı. (Bu cümleyi 2009 yılında yapılan yerel seçimlerde AKP’nin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Taha Aksoy, Haber Türk’te Fatih Altaylı’nın programında söyledi. O cümle telaffuz edildiği anda seçimin galibi Kocaoğlu olmuştu.) Onun ahlâkına birinci elden tanıklık edenlerden biriydim. 2009-2016 yılları arasında kurumsal iletişimini yönettiğim Petkim’in ve çatısı altındaki SOCAR Türkiye’nin Aliağa’da başlattığı 10 milyar dolarlık dev yatırım ajandasına en büyük desteği Aziz Kocaoğlu vermişti. Kocaoğlu istese, saçından tırnağına kadar tüm süreçleri Büyükşehir’in izinlerine ya da oluruna bağlı bu yatırımları engelleyebilir ya da geciktirebilirdi. Yapılan yatırımlar rafineri-petrokimya entegrasyonuna yönelik olduğu için çevreci örgütlerin tepkisini ve bazı dava girişimlerine muhatap oluyordu. // TÖRENDEN İKİ GÜN SONRA DAVA  Aziz başkanın ilkeli tutumuna ve sözüne güvenilir bir adam olduğuna en önemli tanıklığım 2011 yılındaydı. Doğrusu, üniversitelerde “Kriz İletişimi” başlığına ders konusu olacak bir süreç yaşamıştık Aziz Başkan ile… 25 Ekim 2011 Salı günü Türkiye Başbakanı, Azerbaycan Cumhurbaşkanı ve iki ülkeden onlarca Bakan ve yüzlerce davetlinin katıldığı bir törenle Star Rafinerisi’nin temelini atmıştık. Aylarca hazırlanmıştık bu törene. 5 milyar 600 milyon dolar (bugünün parasıyla yaklaşık 42 milyar TL) yatırım bedeli ile “Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük özel sektör yatırımı” olan Star’ın temel atma töreninde, Aziz başkan da yerini almıştı. Rafineri, Türkiye’nin 1 numaralı Stratejik Yatırım Teşvik Belgesi’ni almaya hak kazanmıştı. Ancak İzmir Büyükşehir Belediyesi, törenden tam iki gün sonra, 27 Ekim 2011 Perşembe günü rafinerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan imar planlarına Danıştay’da dava açmıştı. 27 Ekim tarihi önemliydi. Zira mevzuat gereği imar planlarına itirazın yapılabileceği 60 günlük sürenin son günüydü. Dava 25 Ekim’den önce açılsa, belki de temel atma töreni iptal olacak, devletler arasında bir krize sebep olunacaktı. Büyükşehir bürokrasisinin, süreci anı anına izlediği belliydi. Rafinerinin kurulacağı saha Petkim’in arazisiydi ve yatırımcı şirkete kiralanmıştı. Tamamen teknik bir karşı davaydı. // “İZSU’NUN SUYUNU KESİN” İzmir Büyükşehir Belediyesi, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının 1/25,000 ölçekli İzmir Kentsel Bölge Nazım İmar Planı'na aykırılık taşıdığını, planlara onay yetkisinin Bakanlıkta değil, kendilerinde olduğunu düşünüyordu. Ancak yürütmeyi durdurma kararı çıkması hâlinde, marşa basılmaya hazır olan yatırım, belirsiz bir tarihe kadar gecikecek ve milyonlarca dolar zarar edilecekti. Hafriyat ihaleleri tamamlanmış, yükleniciler sahadaki yerlerini almaya başlamış, iş takvimi işlemeye başlamıştı. Büyükşehir’in karşı dava haberi duyulduğu anda, Türkiye’de basının bir numaralı gündem maddesi olmuştu. Aziz başkana hakaret sınırlarını zorlayan yazılar yazılıyor, özellikle hükümete yakın basın kuruluşlarının ekonomi sayfalarında adeta yaylım ateşe tutuluyordu. Hiç unutmuyorum, ulusal basında bir köşe yazarı, “Madem Büyükşehir böyle bir dava açıyor, Petkim de verdiği suyunu kessin” demeye kadar vardırmıştı işi. Yazarın kast ettiği şuydu: Petkim’in sahibi olduğu Güzelhisar Barajı’ndan İzmir’in Çiğli ve Menemen gibi ilçelerine, musluktan içilecek kalitede işlenmiş proses suyu veriliyordu. Şirketin Su Ön Arıtma Ünitesi’nde işlenen bu suyun maliyeti İZSU’ya yansıtılmıyor,  şirket konuyu sosyal sorumluluk projesi olarak algılıyordu. 2008 yılında İzmir’in yaşadığı kuraklık felaketinde Petkim, kendi ihtiyacı olan suyu İzmir ile paylaşmış, Aziz başkan da tüm gazetelerin arka sayfalarına tam sayfa ilan vererek Petkim’e teşekkür etmişti. // ŞENGÜL’ÜN SİYASET MEZESİ Şirket yönetimi adeta iki cami arasında bi’namaz vaziyette kalmıştı. Büyükşehir’i ve çok iyi ilişkide bulunduğumuz Aziz başkanı karşımıza almadan, ortalığı kırıp dökmeden, onu kamuoyu önünde hedef tahtasına oturtmadan sorunu çözmemiz ve işimize gücümüze bakmamız gerekiyordu.  Çünkü iyi niyetinden ve kafasının arkasında başka bir plan bulunmadığından emindik. Dert ettiği en önemli konu, Büyükşehir’in plan yapma yetkisinin Ankara’da ilgili Bakanlıklar nezninde baypas edilip, ortadan kaldırıldığına yönelik bir görüntü verilmemesiydi. AKP’nin o dönemki İl Başkanı Aydın Şengül ise adeta mal bulmuş mağribi gibi, hukuki ve teknik bir sorunu, kendi siyaset sofrasında meze olarak kullanmaya başlamıştı. O yıl zaten Fetullahçı savcılarla başı dertte olan, en yakın bürokratları teker teker hapse atılan Kocaoğlu’nu yerden yere vurmak için eline fırsat geçtiğini düşünüyordu. Hatta haddini aşarak işi “Petkim’in yapamadığı açıklamaları ben yapıyorum” havası yayıyordu. Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), İzmir Ticaret Odası (İZTO), Ege İhracatçı Birliği başta olmak üzere tüm iş dünyası örgütlerinin başkanları Büyükşehir’in davayı geri çekmesi yönünde açıklamalar yapıyorlardı. // 10 GÜN SÜREN YOĞUN KRİZ Giderek kökleşen algı, “İzmir Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin 1 numaralı yatırımını bilerek engelliyor, Türkiye’nin dış ticaret açığına pozitif yönde etki edecek rafineriyi Aliağa’ya istemiyor, Türkiye-Azerbaycan kardeşliğine darbe vuruyor” şekilde idi. Kendisi de bir işadamı olan Aziz başkan, sözünün eri bir adam olduğunu herkese gösterdi. Yaklaşık on beş gün süren kriz, Aziz Kocaoğlu’nun makamında EBSO ve İZTO Başkanları ile SOCAR Türkiye’nin Başkanı Kenan Yavuz’un buluşması sonucu çözülmüştü. Aziz Kocaoğlu bize, “İmar Planlarında yapılması gereken değişiklikleri tamamlayarak getirin, ilk Büyükşehir Meclisi’nin gündemine getirip onaylayalım. Biz de eş zamanlı olarak Danıştay 6’ıncı Dairesi’ndeki davamızı geri çekelim.” demişti. Petkim’in deneyimli kadroları işlemleri hızlıca tamamlayarak, Büyükşehir’e sundu, Kocaoğlu da söz verdiği gibi hem davasını geri çekti hem de Kasım ayı Meclisi’nde planlar onaylanarak yürürlüğe girdi. Sonraki yıllarda Petkim Yarımadası’nda yükselen rafineri, liman, RES ve kapasite artışı projelerine her türlü desteği verdi, düzenlenen törenlerde yer alma inceliği gösterdi. // DÜNYAYI DAR EDEBİLİRDİ Bu stresli dönemde bizler Aziz başkanı kamuoyu ve seçmenleri üzerinde küçük düşürecek en küçük bir saygısızlık yapmadık. Ve bugün ülke ekonomisinin gurur abidelerinden biri olan Star’ın inşaat süreci başlamış oldu. Türkiye’de maalesef çok örneği olan ahlâkı bozuklardan birinin, Aziz Kocaoğlu’nun koltuğunda oturduğunu düşünmek bile istemezdim. Dünyayı bize dar edebilir, hatta konuyu siyasi malzeme yaparak sözünü tutmayabilirdi. Sadece bu olay bile Aziz başkanın, kentin ekonomik gelişimi söz konusu olduğunda nasıl liderlik inisiyatifi aldığının kanıtlarından biriydi. İzmir’e yatırım için gelen pek çok yerli ve yabancı yatırımcıya da yasaların çizdiği sınırlar dahilinde her türlü desteği verdiğini biliyorum. Kendisine ve eşi Türkegül hanıma uzun ve sağlıklı bir emeklilik yaşamı diliyorum…  +++++++++++++++++++++++++  MADEM “YERLİ VE MİLLİYİZ” İŞE “ANDIMIZ” İLE BAŞLAYALIM Değerli okurlarım, çok değil on yıl kadar öncesini hatırlıyor olmanız gerek… 2009 yılında başlayan ve adına önce “Milli Birlik ve Kardeşlik” sonrasında ise “Çözüm Süreci” denilen zaman manzumesinde neler yaşanmıştı neler… “Türk” kelimesinden nefret edenlerin kalemşorlar, ulusal basının hemen tümüne egemen olmuşlardı. Kent meydanlarından “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözleri birer birer sökülüyor, Türk yargısının hâkim ve savcıları tescilli teröristlerin ayağına gönderiliyordu. Aynı teröristler ordu kışlalarındaki direklerden Türk bayraklarını alaşağı ediyor, PKK’lılar şehir turları atıyor, kent merkezlerine girişte kimlik kontrolü yapıyor, sosyal medyada bu tanımsız rezilliğin görüntüleri yayınlanıyordu. Valiler ve komutanlar ise bu teröristlere sadece bakmakla yetiniyordu. 2015’e gelindiğinde ise o “sevimli teröristler”lerin, Güneydoğu’da hangi hendekleri kazdığı ve devletin hükümranlık haklarına nasıl savaş açtıkları yaşanarak görüldü. Sur’da, Lice’de, Şırnak’ta ve daha pek çok yerleşim yerinde aylar süren mücadelede onlarca şehit verildi ve bu isyan bastırıldı. // AYNI UTANMAZLIK Bunları hatırlatmamın sebebi şu: Daha düne kadar Bakanlıklardan, kamu binalarından, Valiliklerin tabelalarından T.C. ibaresini kaldıranlar; Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesini her yerden silenler; okullarımızda Andımız’ı yasaklatanlara alkış tutanlar; terör örgütünün elebaşı bebek katilini masum gösterip meydanlarda mektuplarını okutanlar… Bugün nasıl olduysa en hızlı T.C savunucusu oldular... Aynı utanmaz, aynı derisi kalın insanlardı bunlar. Bulundukları kabın şeklini alan bu utanmazlar, daha düne kadar aynı T.C’nin tabelalarından sökülüşlerini alkışlıyor ve okurlarına müjdeler veriyorlardı. Şimdi hepimizin önünde bir samimiyet sınavı bulunuyor. Okullarımız Eylül ayında açılıyor. Siyasal iktidarın dilinden düşürmediği ve olur olmaz kullanıldığı için anlamından sapan “yerli ve milli” metaforu için samimiyet testi “Andımız” olacak. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Andımız’ı ilkokullarda yasaklatan 8 Ekim 2013 tarihli kararı, Danıştay 8’inci Dairesi tarafından 19 Ekim 2018’de iptal edildi. Ve bu yüksek yargı kararı iki senedir uygulanmadı. Madem hukuk devletiyiz, madem T.C sevdamız yeniden alevlendi… O halde benim gibi milyonlarca T.C vatandaşının göğsü kabararak hatırladığı Andımız’ı okullarımızda yeniden okutalım. Yeni eğitim öğretim yılına, “lafta” değil, “özde” yerli ve milli bir başlangıç yapalım… Şu cümlelerden kim, neden rahatsızlık duyar, anlayabilmiş değilim… // ANDIMIZ’IN METNİ Türküm, doğruyum, çalışkanım, İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene… ++++++++++++++++++++++++++ CEHALETİN BİLİMİ: AGNOTOLOJİ  TRT, bir süre önce güzel bir iş yaptı ve geçmiş yıllara ait arşivini herkesin erişimine açtı. Bu yayınlarda 1970’li yıllarda yapılan sokak röportajlarına sıklıkla dikkat kesiliyorum. O yıllarda toplumsal sorunlara karşı insanlarımızın –özellikle de gençlerimizin- verdikleri cevaplar öylesine güzel ki… Konuşma ve cümleleri kurma tarzları, kelime dağarcıklarındaki zenginlik, medeni cesaretleri ve özgüvenleri… Hepsi şaşırtıcı derecede bugünden ayrışıyor. Günümüz dünyasında bilgiye birkaç saniye içinde ve en derinlemesine ulaşmak mümkünken, sokaklarımızda kol gezen bu kahrolası cehalet de nereden çıkıyor? “Akıl ve bilim yolunda ilerleyenler, benim manevi mirasçılarım olurlar” diyen, cehaleti “Yenilmesi gereken en büyük düşman” olarak gören muhteşem bir adamın kurduğu ülke, nasıl oluyor da “cehaletin kutsandığı” bir ülkeye dönüşüyor. Biz, olan bitenlere “akıl sır erdirmek mümkün değil” diyoruz ama bilim farklı düşünüyor. Dünyada son yıllarda sıklıkla telaffuz edilen bir bilim dalı Agnotoloji… Neoklasik Yunanca’da agnosis ‘bilgisizlik’, ontoloji ise varlık felsefesi anlamına geliyor. Agnotoloji de ya bir ürünü satmak ya da çıkar elde etmek için kasıtlı olarak kafa karışıklığı ve yalan bilgi yaymanın incelenmesi oluyor. Kısaca “cehalet bilimi” anlamına geliyor… Cehalet ve bilgisizlik, insanlara şaşırtıcı bir güç sağlarken, Agnotoloji de kasıtlı olarak yaratılan bu cehaletle ilgileniyor. ABD’deki Stanford Üniversitesi gibi dünyanın en köklü üniversitelerinde, giderek artan sayıda araştırmaya konu olan Agnotoloji ile ilgilenen akademisyenler, işe öncelikle ülkelerindeki siyasetçilerle başlıyorlar. Sözgelimi “Derimizin altına deterjan enjekte ederek Korona virüsten korunabiliriz” diyebilen ABD Başkanı Trump, bu araştırmaların baş tacı… Bizde de durum farklı mı? Geçmiş yıllarda “Ben cahil insanların ferasetine güveniyorum” diyen bir Rektörü izlemedik mi gözlerimizle… Cehalet yaygınlaştıkça, hele hele devlet eliyle siyasi projelerin kaldıracı gibi kullanıldıkça, Türkiye’de agnotolojinin ilgi alanına giren ülkelerin başında geliyor. Yakında bu konuda çok çarpıcı bilimsel araştırmaları sütunlarımızda yer vereceğimize emin olabilirsiniz. Agnotoloji ile ilgilenenlere mesleği bıraktırmazsak tabii…   ++++++++++++++++++++++++++   HAFTANIN SÖZÜ   Geçmişi bir kitap gibi kullanın, eviniz gibi değil… Richard Wilkins +++++++++++++++++++++++++++ Serkan Aksüyek E-posta: [email protected]