Korona virüs salgınının toplumsal yaşamı etkilemesinin üzerinden bir aydan fazla süre geçti. Sayın hükümetimiz, çok yaşasın, 20 kuruşluk bir maskeyi bile vatandaşına ulaştırmayı başaramadı. Belediyele...

Korona virüs salgınının toplumsal yaşamı etkilemesinin üzerinden bir aydan fazla süre geçti. Sayın hükümetimiz, çok yaşasın, 20 kuruşluk bir maskeyi bile vatandaşına ulaştırmayı başaramadı. Belediyeleri devre dışı bırakma ve “her işi ben yapayım” takıntısı sonucunda, bugün ev alışverişimizi bile yapamaz durumdayız. Uzağa gitmeye gerek yok, ben de bu durumdayım. İzmir’in Karşıyaka’sında oturuyorum, eczaneden ücretsiz maske almak istiyorum yok, parayla sayın almak istiyorum yok, on gün önce e-devletten kendim ve eşim için maske talebi yaptım, hâlâ elimize ulaşan bir maske yok. Yüzünüzde maske olmayınca ne markete ne manava girebiliyorsunuz. Bir de meselenin hiç görünmeyen bir yanı var. // SANAYİCİNİN DE İHTİYACI “Aman ekonomi çökmesin” diyerek sokağa çıkma yasağı uygulamıyoruz, fabrikalar düşük kapasitede olsa da çalışsın, üretim ve ihracat devam etsin istiyoruz. Çok güzel… Ancak fabrikalarda çalışan emekçilerin, mühendislerin maskeleri var mı diye düşünüyor muyuz? Belediyelerin pazaryerlerinde dağıttıkları maskelerden çok farklı özellikleri olan, özellikle teknik işkollarında faaliyet gösteren işletmelerin çalışanlarına mutlaka kullandırmak zorunda oldukları cerrahi maskeler, son bir aydır piyasada bulunamıyor. Aynı durum FFP1, FFP2, FFP3 tipi maskeler için de geçerli. Kimya ve ayakkabı sektörü başta olmak üzere “tehlikeli” ya da “çok tehlikeli” tanımına giren pek çok işkolunda faaliyet gösteren firmalar bu maskeleri bulmakta büyük zorluk çekiyorlar. Kısa adı FFP olan filtreli maskeler (Filtering Face Piece) üç kategoriye ayrılıyor. Avrupa Birliği tarafından benimsenen bu kategorizasyon, filtrelerin aerosol bulaşma riskini kaç kat azalttığını gösteriyor. Uygun koşullarda kullanıldığında FFP1 bulaşma riskini dört kat, FFP2 on kat, FFP3 ise yirmi kat azaltıyor. // İŞ GÜVENLİĞİ İÇİN ÖNEMLİ Bu maskeler sadece Korona virüs salgını nedeniyle kullanılmıyor. İş sağlığı ve güvenliği süreçlerinin ayrılmaz bir unsurunu oluşturuyor. Türkiye’de bu maskeleri üreten şirketler, yaklaşık bir ay önce hükümetten gelen talimat üzerine tamamıyla Sağlık Bakanlığı için imalat yapıyorlar. Üretimde çalışan bir işçi günde en az iki tane FFP tipi maske tüketiyor. Birkaç ay öncesine kadar sanayiciye tanesi 80 kuruşa mal olan bu maskeler, bugün 1.8 TL’den satılıyor. Fiyatı iki kattan fazla artan maskelerin maliyeti, zaten güçlükle ayakta duran, büyük zorluklarla üretimini sürdürmeye çabalayan işletmelere ciddi bir ek yük bindiriyor. İşin maliyeti bir yana, bu maskeleri isteseniz de piyasada bulmak çoğu zaman mümkün olmayabiliyor. // “AYLIK MASKE GİDERİ 80 BİN TL” İzmir’de uzun yıllardır makine üretimi yapan bir işadamı dostum, sadece maske giderinin aylık 80 bin TL seviyesine ulaştığını belirterek, üretici firmalardan zorlukla maske temin ettiklerini söylüyor. Firmaların devlete 80 kuruşa sattıkları maskeyi kendilerine 1.8 TL’den sattıklarını da ekliyor sözlerine. Aynı durumda olan ve ürünlerini ağırlıkla Avrupa ülkelerine gönderen bir kuru meyve işletmesinde de durum farklı değil. Sınırlı bir çalışan kadrosuyla siparişlere yetişmek durumunda olan işletmeni sahibi işadamı, kendisi için en hayati önemi taşıyan bu maskeleri bulmakta çok zorlandıklarını ifade ediyor. Yine İzmir’de kanatlı et sektörüne yönelik makine imaları yapan bir firma yöneticisi, “Vatandaşımızı elbette koruyacağız, sağlık ordumuzu maskesiz bırakmayacağız ama sanayiciyi düşünen yok” diyor. Kendilerinin de zorlukla üretime ve ihracata devam ettiklerini hatırlatan yönetici, sanayicinin de ihtiyacı olan maskelere ulaşımın sağlanması gerektiğine dikkat çekiyor. Türkiye’de bu durumda olan ve farklı sektörlerde imalatını sürdüren binlerce firma var. Ellerindeki maske stokları tükenme noktasına gelince, piyasadan maske bulmaya çalışıyorlar ama maalesef mümkün olmuyor. Maskeleri ithal etmek ise bambaşka bir sorun olarak çıkıyor sanayicinin karşısına… Yine birkaç ay öncesine kadar maske satmak için sırada bekleyen yabancı üreticiler de üretimlerini kendi ülkelerinin ihtiyaçlarına tahsis etmiş durumdalar. // TOBB VE ODALAR GÖREVE Diyelim ki geçmişten gelen iş ilişkiniz ve güzel hatırınız için yurt dışından maske bulmayı başardınız. Bu kez de karşınıza dövizdeki yükselişten kaynaklanan ek maliyetler çıkıyor. Dolar kurunun 7 TL’ye, Euro kurunun 7,55 TL’ye dayandığı bugünlerde maske ithalatı rekabetçi olmaktan iyice uzaklaşıyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın yanı sıra Türk iş dünyasının temsilcileri oda ve borsalara büyük görev düşüyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), İzmir özelinde Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın (EBSO) ve Ege İhracatçı Birlikleri’nin duruma vaziyet etmesi, sanayicinin ihtiyaç duyduğu maskelerin tedariği için gerekli üretimlerin önünü açması gerekiyor. Bu çok zor bir iş de değil. İzmir’i farklı OSB’lerinde üretim yapan onlarca büyük ölçekli tekstil firması var. Dünya devlerine ihracat yapma başarısı gösteren bu tekstil şirketleri, sanayicinin ihtiyacı olan tipte maskelerin üretimlerini pekâlâ yapabilir. Üzerlerine elbette karlarını koyarak, ihtiyaç duyan sanayiciye uygun fiyattan satabilir. Üretimleri devam etsin diye üzerlerine titrediğimiz işletmelerin, işlerini kolaylaştıracak mekanizmaların süratle hayata geçirilmesi gerekiyor.

BÜYÜKŞEHİR VEFAT SAYILARINI ACİLEN VATANDAŞLA PAYLAŞMALI

Sokağa çıkma yasağında iki hafta sonunu geride bıraktık. Parça parça uygulamaya konulan bu önlemlerin ne kadar etkili olacağını yaşayarak göreceğiz. Umarım karar vericilerin bir bildikleri vardır. Aksi halde “ekonomi zarar görmesin” gerekçesiyle ülke genelinde sokağa çıkma yasağı uygulanmamasının ceremesini, çok daha ağır ekonomik bedeller ödeyerek çekebiliriz. Vatandaşlar olarak başta Sayın Sağlık Bakanı olmak üzere, kamu otoritelerinin şeffaf ve açık iletişim stratejisini uyguladıklarını varsayıyoruz. Ancak COVİD-19 nedeniyle hayatını kaybettiği açıklanan sayılardan kuşku duymamız için çok neden var. // İSTANBUL’DA %50 ARTIŞ Türk Tabipler Birliği’nin İstanbul’daki vefat sayılarına ilişkin sorgulaması gerçekten dikkat çekici. İstanbul’da 2020 Mart ayına kadar günlük 180 ilâ 200 değişen vefat sayısı, Mart ayı ortasından itibaren günde 300 civarına yaklaşıyor. Yüzde 50 oranında artış görülüyor. Burada izaha muhtaç bir durum olduğu ortada. Zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayan İstanbulular arasında vefat sayısının bu oranda artmasını gerektirecek hiçbir sebep yok. E-Devlet sitesinden, İstanbul başta olmak üzere pek çok il ve ilçe belediyesindeki vefat bilgilerine ulaşmanız, vefat edenlerin nereye gömüldüklerini öğrenmeniz mümkün. Hatta kendim bizzat girip baktım. İstanbul’da 1940’lı yıllarda herhangi bir ay ve günde kimlerin vefat ettiğini bile görebilmek mümkün. Vefat sayıları, şehrin nüfus artış oranı ile paralel artıyor. Çok kayıplı bir trafik kazası, deprem ya da bombalı eylem olmadıkça, ölümlerde dikkat çeken artış yok. // İZMİR NİYE VERİ PAYLAŞMIYOR? Ta ki 15 Mart 2020’ye kadar. Bu tarihten itibaren sayılar dikkat çekici oranda artıyor. İzmir’de de durum farklı değil. Ancak İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mezarlıklar sistemi E-Devlet’e henüz entegre olmadığı için bu sorgulama yapılamıyor. Buna karşılık İstanbul’dan sonra Koronavirüs salgınından en fazla etkilenen şehrin İzmir olduğunu biliyoruz. Dostluğumuzdan kuşku duymadıkları için adlarının yazılmaması ricasıyla yaşadıklarını anlatan hekimlerin İzmir’deki ölü sayısına ilişkin verdikleri bilgiler gerçekten çok şaşırtıcı. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere hükümet organlarının, hastanelerde olan bitenler konusunda hekimleri “sıkıca tembihledikleri” ve kesinlikle dışarıya bilgi vermemeleri konusunda baskı yaptıkları da anlaşılıyor. Zaten İzmir’deki son durumu İzmir Valisi ya da İl Sağlık Müdürü’nden değil, maşallah mesleği avukatlık olan AKP İl Başkanı’ndan öğreniyoruz. Nüfusa oranla en yüksek test yapılan ilin İzmir olduğunu da müjdeliyor Sayın İl Başkanı. // GÜN GÜN AÇIKLANMALI Bu noktada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Tunç Soyer’i çok önemli bir görev bekliyor. Büyükşehir’in İzmir’deki vak’a ve test sayıları hakkında bilgi sahibi olması elbette mümkün değil. O konu Sağlık Bakanlığı’nın tasarrufunda. Ancak 30 ilçedeki mezarlık ve defin hizmetleri Büyükşehir tarafından yerine getiriliyor. Covid-19 tanısıyla vefat edenlerin normal cenazelerden çok farklı şekilde toprağa verildiklerini de biliyoruz. Bu naaşlar özel giysili elemanlar tarafından kefenle değil tabutla gömülüyor. Ailesinden sadece birkaç kişinin cenazeye katılmalarına izin veriliyor. Hatta mezarlık görevlileri tarafından cenaze sahiplerine “Altı ay sonra cenazenizi alıp başka bir kabristana defnedebilirsiniz” denildiği de biliniyor. İzmir’de Tırazlı ve Doğançay mezarlıklarında, diğer mezarlardan ayrı şekilde defnedilen cenazelerin tüm kayıtları İzmir Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Daire Başkanlığı’nın elinde bulunuyor. İşte bu kayıtların Tunç başkan tarafından gün gün açıklaması gerekiyor. İzmir’de o gün kaç kişinin vefat ettiği, bu cenazelerden kaçının normal şekilde toprağa verildiği, kaçının Covid-19 kaynaklı özel şekilde gömülen cenaze olduğu, kaçının şehir dışına gönderildiği kamuoyu ile paylaşılmalı. Bu durumda Sağlık Bakanlığı verilerinin sağlamasını kolaylıkla yapabilmemiz mümkün hâle gelecek. Halka doğruların anlatılması konusunda hassasiyetini bildiğimiz Sayın Soyer’i bu konuda sorumluluk almaya davet ediyoruz.

KORONA TATİLİNDE KİTAP ÖNERİLERİM

Koronavirüs nedeniyle evlere tıkılan insanımızın pek bir sıkıldığı anlaşılıyor. Milletimiz deli saçması dizilerin bağımlısı olmuş, sosyal medya mavralarından bu anlaşılıyor. Oysa bugünler, okunmayı bekleyen kitaplara kavuşmak için bulunmaz bir fırsat. Bu aralar başucumda duran kitaplardan dördünü okurlarıma öneriyorum. KARA KUTU: Gazeteci Soner Yalçın’ın kaleme aldığı “Kara Kutu”, dünya ekonomisine yön veren sermaye sahiplerinin, tıp bilimine neden ilgi duyduklarını, ilaç tröstlerinin bu sermaye grupları ile ilişkilerini belgelere dayanarak aktarıyor. Titiz bir araştırmacı olan Soner Yalçın’ın kitaplarının pek çoğu kütüphanemde yer alıyor. Kara Kutu için okurlarıma bir önerim olacak: Şayet imkânınız varsa ilk olarak Soner Yalçın’ın “Saklı Seçilmişler” kitabını okuyun. Bu kitapta gıda ve tohum tekellerinin küresel sermaye sahipleri ile ilişkilerini ve Türkiye’nin endemik tohum yapısının nasıl mahvedildiğini çok şaşırarak okuyacaksınız. Sonrasında Kara Kutu’yu okumanız ise zihninizdeki taşların daha hızlı yerine oturmasını sağlıyor. DEVLET İNŞASI: Yaşayan en büyük siyaset bilimcileri arasında yer alan Japon asıllı Amerikalı Francis Fukuyama’nın kaleme aldığı Devlet İnşası, bugünün dünyasında önüne geçilemeyen, ciddi pek çok sorunun kaynağının, dünya güvenliğini tehdit eden en temel unsurun, zayıf ya da başarısız devletler olduğunu anlatıyor. Fukuyama, uluslararası toplumun zayıf devletlere müdahale etmeyi hangi meşru gerekçelere dayandırdığını da bu kitabında irdeliyor. HAYALET İMAM: Gazetecilik mesleğinin yüz akı temsilcilerinden, muhabir kimliğini özenle koruyan Saygı Öztürk’ün son yapıtı “Hayalet İmam: Darbenin Görünmez Adamı Adil Öksüz”, 15 Temmuz hain darbesinin en karanlık noktalarından biri olan Adil Öksüz’ün bilinçli şekilde salıverilmesini tüm ayrıntıları ile ele alıyor. Yarım akıllı imam Fetullah’ın has adamlarından biri olan Öksüz’ün kimliğinin ayrıntıları da bu kitapta yer buluyor. DEĞİŞİM SÜRECİNDE TÜRKİYE: Ekonomi gazetecilerinin iki kulakla dinledikleri Dr. Mahfi Eğilmez’in en çok satan kitaplarının başında “Değişim Sürecinde Türkiye: Osmanlı’dan Günümüze Sosyo-Ekonomik bir Değerlendirme” geliyor. Ekonomi bürokrasisinde uzun yıllar görev aldıktan sonra Hazine Müsteşarlığı’na kadar yükselen Eğilmez, bu kitabında 19. Yüzyılda Avrupa’da başlayan ulus devlet akımlarının sanayi kapitalizmini doğurmasına karşılık, ümmet devleti olarak kalan Osmanlı’nın geriye gidişindeki sebepleri ortaya koyuyor.