Sağlıkta şiddet deyince ilk aklımıza gelen, muhtemelen televizyon ekranlarından gördüğümüz, dövülen, hakaret edilen, küfredilen doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarımızdır. Sivil toplum kuruluşları v...

Sağlıkta şiddet deyince ilk aklımıza gelen, muhtemelen televizyon ekranlarından gördüğümüz, dövülen, hakaret edilen, küfredilen doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarımızdır. Sivil toplum kuruluşları ve sağlık çalışanları olarak yıllarca sağlıkta şiddeti dile getirmeye çalışsak ta, ancak 2012 yılında Gaziantep'te 17 yaşındaki biri tarafından Dr. Ersin Arslan'ın kalbinden bıçaklanarak öldürülmesinden sonra ülkeyi yönetenlerin gündemine girebildi sağlıkta şiddet. Gün geçmesin ki sağlık çalışanlarımız, sağlıkta şiddete maruz kalmasın. Emin olun ki her gün onlarca sağlık çalışanımız fiziki şiddet görmeye devam ediyor. Basın yayın organlarına yansıyan şiddet vakaları, yüzlerce şiddet olayından sadece birkaçı. Fiziki şiddetin yanında birde Sağlıkta psikolojik şiddet var ki maalesef vahim boyutlarda. Sağlık çalışanlarımızın çalışma huzurunu bozan, dolaylı olarak vatandaşın kaliteli hizmet almasını önleyen, ötekileştiren, sağlıkta psikolojik şiddeti, diğer adıyla mobbingi de yıllardır dile getirmeye çalışıyoruz. Ancak ne hikmetse özellikle yöneticiler tarafından sağlık personellerine yapılan psikolojik şiddeti, bir türlü ülkeyi yönetenlerin gündemine getirmeyi başaramıyoruz. Şu pandemi döneminde bile pek çok sağlık çalışanımız savunmalarla kendilerine verilen cezalarla uğraşmaya devam ediyor. Tabi sağlık çalışanlarına yönelik yapılan psikolojik şiddetin sebep-sonuç ilişkileri var. Özellikle Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlarımızdaki yöneticilerimizin pek çoğunun siyasetin referansıyla yönetici olmaları, yöneticilerin sözleşmeli olmaları ve her sözleşme döneminde koltuklarında kalabilmek için siyasi referanslara ihtiyaç duymaları, buna bağlı olarak siyasilerin ilgili yöneticilerin üzerinde hakimiyet kurmaları ve siyasilerin taleplerinin dolaylı olarak personele yansıması. Bunun neticesinde, İşin ehli olmayan liyakatsiz yöneticilerin personeller arasında adaleti sağlayamamaları, personeller arasında yapılan ayrımcılık, ötekileştirme maalesef kurumlardaki çalışma huzurunu bozmaktadır. Çalışma huzuru bozulan sağlık çalışanlarımızın vatandaşa sunduğu hizmetin de kalitesi ister istemez düşmektedir. Son günlerde bazı basın yayın organlarına yansıyan; “Başhekim görev yerinden ayrılan hemşireye 500 kez ben salağım yazdırdı” “Başhekim bir doktoru yaka paça hastane dışarısına attırdı”, “Hastane yöneticileri hastanenin kadrosunda olup geçici görevle filyasyon görevinde olan iki sağlık çalışanına yemek vermedi” gibi haberler sağlıkta psikolojik şiddetin nerelere geldiğini görmek ve olayın vahametini anlamak açısından birer örnek. Kendilerine yapılan bu haksızlıkları dile getiren sağlık çalışanı arkadaşlarımız ise içlerinde birazcık cesareti kalmış olan arkadaşlar. Oysa buna benzer yaşanan pek çok olay çeşitli sebeplerle yada baskılarla, bir şekilde hasır altı edilmekte. Personelin hakkının gasp edildiği, haksızlığa uğradığı, ya da bir şikayeti olduğunda gideceği yer idare. Şikayetiyle idareden sonuç alamadığında başvuracağı bir üst makam İl Sağlık Müdürlüğü. Oradan da sonuç alamazsa, ya bir siyasi destek bulacak, ya da yargı yoluna gidecek. Sonuç, yargı sürecinin uzun olmasıyla, haklı olan sağlık çalışanı hakkını aramaktan vazgeçip boynunu büküp çalışmaya devam edecek. Kamu Kurumlarımızda haktan, hukuktan, adaletten liyakatten vazgeçmemek lazım. Çalışanlarımızın hepsi bizim çalışanlarımız. Bizim insanlarımız. Devletin somut varlıkları, Devleti temsil eden devletin memurlarıdır. Sebep her ne olursa olsun, Memurun itibarını sarsmak, Devlet otoritesini de zarar vermektedir. Kamu kurumlarımız, hiçbir siyasi partinin, bürokratın özel işletmeleri değildir. Kamu kurumlarımız, 80 milyon vatandaşımıza ait olan ve her bir vatandaşımızın hakkının olduğu kurumlardır. Hiçbir yönetici altındaki bir memura, kendi kafasına göre ceza veremez. Zorla hastaneden dışarı çıkaramaz. Pandemiyle mücadele eden kendi personeline yemek vermiyorum diyemez. Başhekiminden hizmetlisine kadar herkes kendi görev tanımı içerisindeki görevini yapmakla mükelleftir.