Dünya binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete! Durdurulamayacak bir gidiş bu. İnsanoğlu kendi elinde olamayan bu yaşam döngüsü içerisinde hayatiyetini devam ettirmeye çalışıyor. Çok az insan başarılı olu...

Dünya binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete! Durdurulamayacak bir gidiş bu. İnsanoğlu kendi elinde olamayan bu yaşam döngüsü içerisinde hayatiyetini devam ettirmeye çalışıyor. Çok az insan başarılı olurken, çoğunluk tam manası ile yaşam savaşı veriyor. Son olarak Dünya Sağlık Örgütü, iki yıl boyunca dünyamızı kasıp kavuran korona virüs pandemisinin sona erdiğini açıklayıverdi. Haberler arasında geçen bu açıklama, her nedense çok yankı bulmadı. Halbuki bence kutlanacak bir açıklamaydı. Düşünün bir kere, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktığında, sokak ortasında bir bir düşen insanları görenler nasıl da dehşete kapılmıştı. Televizyonlarda izlediğimiz o görüntüleri korkuyla seyrederken, bir de baktık ki ölümcül virüs bizim ülkemize de gelmiş, insanlarımız bir bir hastane odalarına düşmüştü. Bir anda işi gücü bıraktık ve evlerimize kapandık. Bazılarımız teknolojik imkanlardan faydalanarak işlerini evlerinden yürüttü. Hayat Eve Sığar diyerek hayatta kalmaya çalıştığımız günlerde, yaşam döngüsü içinde kıymetini anlayamadığımız bazı şeylerin değerini anlar hale geldik. Anne ve babamızı, çoluk çocuğumuzu günlerce göremedik. Hasret kaldık. Maske-mesafe-hijyen diyerek koyduğumuz kurallar kah uygulandı, kah es geçildi. Birçok yakınımızı ve dostumuzu kaybettiğimizde, Acaba? ” diyerek, korona virüsten yaşamını yitirip yitirmediğini bile anlayamadık. Döktüğümüz göz yaşları sel oldu gitti. Çektiğimiz acıları birbirimize sarılmak yasak olduğu için paylaşamadık. Dünya Sağlık Örgütü Bitti dese de ölümcül virüsün yok olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Daha pandeminin başında bir türlü takmak istemediğimiz meskeleri şimdi de çıkarmak istemiyoruz. Bindiğimiz vapurda, otobüste hala maske takanları görüyor, yadırgamıyoruz. Hatta sokağa çıktığımızda maskesini unuttuğu ve takmadığı için kendini rahatsız hissedenler bile oluyor. Korona virüs korkusu ile “Acaba yenileri çıkar mı?” diye düşünmüyor değiliz. Zira, laboratuvarda üretildiğine nerede ise emin olduğumuz bu illetin, insanlığın nüfusunu kırmak amacıyla ortaya çıkarıldığın inanıyor birçoğumuz. Yaptırdığımız onca aşı yüzünden vücudumuzun en ufak bir yerinde ortaya çıkan ağrı veya sızıya kuşku ile bakar olduk. Ama tüm bu yaşananlar bize bir ders oldu mu, onu bile bilmiyoruz. Birbirimize daha sıcak davranıyor muyuz? Ufak tefek hatalarımızı görmezlikten geliyor muyuz? Büyüklerimize daha çok değer vermeye başladık mı? Küçüklerimize merhametli davranabiliyor muyuz? Evde, sokakta, kahvede, AVM'de birbirimize anlayış gösteriyor ve yardımcı oluyor muyuz? Bana sorarsanız bunları hiçbiri hala tam manası ile gerçekleşmedi. Sanki hiç pandemi yaşamamış, ölümün kıyısından dönmemişiz gibi hayatımıza devam ediyoruz. Siyasette, sanatta, ekonomide, çarşıda pazarda birbirimizin ayağına basmaya, kuyusunu kazmaya devam ediyoruz. Şimdi de “Pahalılık denen illet bizi çevrelemiş durumda. Nefes almakta zorlanıyoruz. Anlayacağınız başımız dertten kurtulmuyor. Sonrada oturup tüm bunlara sebep arıyoruz. Bu kimi zaman kendi ailemiz, kimi zaman bizi yönetenler oluyor. Öfkeden hop oturup hop kalkıyoruz. Ama önce kendimize bakmayı, empati yapmayı bir türlü başaramadık. Böyle devam ettiğimiz sürece de sıkıntılarımızı aşabileceğimizden emin değilim. Bu dünyada nefes almak bile büyük bir nimetken, sağlık gibi bir değere sahip olduğumuza aldırış etmeden kendimizi strese sokarak hayatımızı mahvetmeye çalışıyoruz. Bu noktada iki yıldır yaşadıklarınızı şöyle bir film şeridi gibi gözlerinizin önünde canlandırın ve sakin olun. Hayat çok kısa. Yaşamak ise çok güzel. Sakinlikte fayda var! Ne dersiniz?