Yoğun bir çalışma döneminin ardından siz değerli okuyucularıma kavuşmak sevindirdi beni. Ege Telgraf WEB TV’de ve Ege Telgraf gazetesindeki emek veren çalışmalarımızdan sizlere ulaşamamıştım. Şimdiden...

Yoğun bir çalışma döneminin ardından siz değerli okuyucularıma kavuşmak sevindirdi beni. Ege Telgraf WEB TV’de ve Ege Telgraf gazetesindeki emek veren çalışmalarımızdan sizlere ulaşamamıştım. Şimdiden hepinizden özür diliyorum. Bugün durdum ve şöyle bir geriye baktım. Ardıma değil yanlış anlamayın hayatımın geride kalan kısmına. Salça ekmeğin tadı, terleyince büyüklerimiz tarafından arkamıza sokuşturulan bezler, sokağımızdaki herhangi bir kapıyı çalmadan teklifsiz girip susuzluğumuzu giderdiğimiz günler, annelerin ‘Bak baban gelecek yeter artık gir eve’ diye tehdit ettiği uzun yaz günleri. Akşam yemeği sonrası yeniden dışarı çıkmalar ve gece yarısına kadar süren saklambaç oyunları. Az parayla, çok çalışmayla eve giren tek gelirle mutlu olduğumuz o yıllar. Benim gibi orta yaşı idrak edenlerin sürekli hayıflandığı ve özlediği ve hatta ‘Nerede o eski günler, nerede bizim çocukluğumuz’ dediğimiz konular bunlar. Yazları dondurma, kışları şambali satan çocukluğumun seyyar satıcılarının, ‘Sen Berber Ahmet’in torunuydun değil mi? Sen Bedevi Şükrü’nün en büyük torunusun değil mi? Senin aldığının parası ödendi’ deyişlerini unutabilir miyim? İnsanların birbirine olan güvenleri, sevgileri, empatileri, nezaketleri bambaşka günlerden bahsediyorum. Aile büyüklerinin ya da mahalle büyüklerinin araya girerek eşler arasındaki ya da komşular arasındaki sorunları bir hamlede çözdüğü günlerden bahsediyorum. Bir sıkıntı halinde el ele vererek maddi ve manevi desteklerin havada uçuştuğu, cenazelerde ‘Sizin aklınıza gelmemiştir. Hiç olmazsa çocukları doyurun’ diye getirilen tepsi tepsi yemeklerden, kapı önlerinde yapılan düğünlerde, ‘Yetmez şimdi bunlara da otursunlar’ diye evimizden çıkardığımız sandalyeleri hatırlıyorum. Çalışan annelerin çocuklarının komşu evlerinde ebeveynleri gelene kadar yaptığı zoraki olan ama ev sahipleri için bereket sayılan misafirliklerini düşünüyorum. Mahallece gidilen piknikleri, bir dolmuş ya da kamyonu tıka basa doldurarak gittiğimiz günü birlik deniz gezintilerini hatırlıyorum. Yiyecekleri birbirlerine ikram eden annelerimizi, her pişirdiğinden küçük bir tabak ta olsa komşusuna ‘Kokmuştur yazık’ diyerek çocuklarıyla gönderen o dev yürekli insanları unutamıyorum. ‘Ayak uçlarında yürü. Kimseyi rahatsız etme. Unutma en büyük kabadayılık, efendiliktir’ diyen rahmetli babamı ise hiç. ‘BUNDAN SONRA’ Bundan sonra mı? İşte esas konu bu. Bundan sonra nasıl olacak. Öncelikle insan ilişkilerinin en alt düzeye indiği son yıllardaki duruma bir de korona tekme vurdu. Birbirinden ve aile misafirliklerinden kaçınan insanlarımızı bir daha zor bir araya getiririz. Sokaklarda oyun oynayan çocuklarımızı artık ‘Terleme. Terli su içme’ diye değil, ‘Çok yaklaşma, kimseye dokunma’ diye tembihleyeceğiz. Kucaklaşmakla, dokunmakla sevgisini gösteren bir millet olarak ‘Sosyal mesafe’ kuralına uyup yaklaşık 2 metreden işaretle selamlaşacağız. Kalabalık ortamlardan kaçınacağız. Şu korona illeti bizleri unutana kadar biz Türk hasletlerini unutacağız. Öyle ki bir süre daha yaş almış yakınlarımızla sadece telefonla hasret gidereceğiz. Çocuklarımızı emin olmadığımız ortamlara sokmayacağız. 3 altın kural ‘Sosyal mesafe-Hijyen ve Maske’ kesinlikle ihmal etmeyeceğiz. Kendimizin ve sevdiklerimizin sağlığını düşünüyorsak tabii..