1917'ye geldiğimizde savaş olanca hızıyla devam ederken, Darülbedayi de yeni projelerle Türk sahnesini sağlam temelle...

1917'ye geldiğimizde savaş olanca hızıyla devam ederken, Darülbedayi de yeni projelerle Türk sahnesini sağlam temellere oturtmaya, kalıcı kılmaya çalışmaktadır. 1917 yılı Ramazanı, Haziran ve Temmuz aylarına denk gelir. Bu, sanatçıların Tepebaşı Tiyatrosu’nda sürekli oyun oynaması için iyi bir fırsattır. 30 Haziran 1917'de Hüseyin Suat (Yalçın)'ın “Kundak Takımları”, Mehmet Rauf'un tek perdelik güldürüsü “Yağmurdan Doluya” ve 2 Mart 1917'de de, Halit Fahri (Ozansoy)'un “Baykuş” adlı oyunları sahnelenir. Baykuş oyunun yazarı Halit Fahri (Ozansoy) bu oyunu yazarken baş rolünde Ertuğrul Muhsin Bey'in oynayacağını düşünerek yazdığını bildirir anılarında. (Oyunun ilk gösterim tarihi olarak da R. Ahmet Sevengil, 8 Temmuz 1917 derken, incelemeci Gökhan Akçura 2 Mart 1917'yi işaret eder.) 1917'de oynanan Baykuş için Ertuğrul Muhsin Bey saçlarını kazıtmış ve ihtiyar birini canlandırmıştı. Oyunu izleyen Şehzade Abdülmecit, Ertuğrul Muhsin'i çok beğenmiş ve rolündeki görünümüyle bir tablosunu yapmak istemişti. Bu nedenle Sedat Simavi, Ertuğrul Muhsin Bey'in değişik fotoğraflarını çekerek şehzadeye vermişti. Fotoğraflar o kadar güzel bulunmuştu ki; daha sonra kartpostal olarak satılmıştır. 1918 yılı Osmanlı için her ne kadar acılı bir yıl olsa da, 1916'da kalkan ulusal tiyatro treni yoluna devam etmektedir. Kınar Hanım 1918'de sırasıyla; Kirli Çamaşırlar, Kâbus, Odalık, Kısmet Değilmiş ve Fare oyunlarında sahneye çıkar. Ancak 30 Ekim 1918'de Mondros Antlaşması’yla son bulan Osmanlı Devleti’nin enkazı doğal olarak her şeyde olduğu gibi sanatta da bir dağılmaya, bir yıkıma yol açar. Birkaç yıl süren bu şaşkınlıktan sonra, 1921'de “Yeni Sahne” kurulur. Darülbedayi'de kalan birkaç oyuncudan biri, yine sadık Kınar Hanım’dır. Bu yıl oynanan Mahmut Yesari'nin uyarlaması “Harap Yurt” oyununda Kınar Hanım (Kevser) rolüyle birinci kadındır artık. Ardından Mehmet Ferit takma ismiyle (Reşat Nuri Güntekin)'in “Karanlık Kuyu” adlı uyarlamasını oynarlar. Kınar Hanım (Besime) rolüyle yine adını en başa yazdırır. Türk Tiyatrosu’nun kuruluş öncesi, kuruluş ve kuruluş sonrasında adını hep duyduğumuz bir Ermeni oyuncunun, Kınar Sıvacıyan'ın hikayesini yazarken; neden bilmem, içim buruldu biraz. Evet o dönem Türk kızları sahneye çıkamıyordu, evet kadın oyuncu sorunu vardı, şu sorundu, bu sorundu... İyi ya, Atatürk'ten sonra bu da aşıldı... da--- niye kimse Kınar Hanımı, o saygıdeğer madamı ya da bizden daha Türk gibi davranmış diğer Ermeni kadın oyuncuları bir makalecik olsun yazmayı akıl etmemiş ki? Refik Ahmet Sevengil'in çalışması ya da sevgili hocam Özdemir Nutku'nun, Metin And Hoca’nın araştırmaları bir dönemi, yani geneli işaret ediyor. Çağımız ayrıntı çağı. Bu yazıyı yazdığım için içim huzurla dolu. Bir tiyatro büyüğümüze vefa borcumu ödediğim hissine kapılıyorum. Umarım benim ardımdan gelenler, öğrencilerim, ulusal tiyatromuzun gelişmesine sayısız emeği geçen Kınar Hanım ya da diğer adını bile bilmediğimiz öncülere hak ettikleri saygıyı gösterirler. Arşivimizde bulunan ve 1 Mayıs 1936’da yayımlanan Ayda Bir Dergisi’nin 9. sayısında yer alan Hikmet Feridun(Es)’in Kınar Hanım’la yaptığı ibretlik bir söyleşiyi yayımlayarak, yazımı bitiriyorum. İHTİYAR YILDIZ “KINAR” ANLATIYOR… Yazan : Hikmet Feridun (Es) Kuşdiline varmadan önce 6 numaralı üç katlı tahta evin kapısını çaldık. Bizim çaldığımız kapı değil de, yanındaki küçük servis kapısı açıldı. Ütüsü elinde, saçları kına boyasıyla kızıllaşmış bir kadın çıktı. Bu, Türk sahnesinin bir zamanlar en parlak yıldızı olan Madam Kınar’dı... Ütü elinde bizi selamladı… - Benim artık sahne ile alakam ne?.. dedi… İşte görüyorsunuz: Sahne kadını değil, ev kadınıyım… Sahne için ne söyliyebilirim ki? Maamafih buyurunuz… Kendisi biraz evvel çıktığı kapıdan girdi. Biz de onu takib edecek olduk: - Yooo… dedi, siz merdivenli büyük kapıdan gireceksiniz… Merdivenlerde telaşlı bir ayak sesi oldu. Büyük merasim kapısı açıldı. Kınar Hanım önde biz arkada tipik bir eski zaman odasına girdik… Mermer masalı konsolun üstünde karpuz lambalar… Aynanın kenarına iliştirilmiş aile fotoğrafları… Köşede bir kerevet… Alaturka sigara iskemleleri… Her tarafta öbek öbek, defter defter eski piyesler… “Demirhane Müdürü” nden tutunuz da, “La Dam o Kamelya”ya kadar… Aklıma Hazım’ın bir sözü geldi. Hazım bir gün bana demişti ki: - Madam Kınar’da hepimizden fazla sahne ve san’at aşkı vardır. Evinin dört köşesinde yüzlerce piyes bulabilirsiniz. O çamaşır yıkarken bile bir yandan entarilerini çitiler, bir yandan da eski rollerini, eski tiradlarını tekrar eder: “Evladım… Evladım… Ciğerparem… Seni kaçırdılar demek ki…” Bu sefer Hazım’ın anlattıklarını gözümle gördüm. Madam Kınar diyor ki: - Güya ben sahneden çekildim değil mi? Halbuki bütün gün aklım, fikrim eski piyeslerde, eski rollerdedir… Hayalimde eski rollerimi oynar, hayalimde sahneye çıkarım… Mesela şimdi siz gelmeden evvel “Eski Rüya”yı oynuyordum… - Yaaa… Bu san’at aşıkı ihtiyar yıldıza, gözlerim hayretle daldı… Yanında büyük büyük kâğıtlara yazılmış muhavereler gördüm… - Bunlar nedir Madam Kınar? - Sahneyi bırakalı tam on sene oldu. 10 sene sonra tekrar dönüyorum… - Hayırlı bir haber… Bay Şadi’den sonra sizin sahneye dönüşünüz… - Yıllarca evvel Celal Esad’ın (Büyük Yarın) piyesini oynamıştık… Sonra bu piyes kalmıştı. Şimdi tekrar onu oynamağa karar verdik… Kadıköyü’nde oynayacağım… Bir haftadan beri ona çalışıyorum… - Tiyatro hayatınızın kaçıncı senesini idrak ettiniz? - Tamam 43 sene oldu… 43 senelik tiyatro artistiyim… - Sahneye nasıl çıktınız? - Çok küçükken… Çocuktum… Annem artistti… Beni 12 yaşında sahneye çıkardılar… - İlk oynadığınız rolü hatırlar mısınız? - Nasıl hatırlamam?.. “Kürek Çocuğu” piyesinde “Küçük Viktor” rolü… Küçük bir çocuk rolü oynuyordum. Piyesteki, çocuk da 12 yaşında idi… Ben de… Bunun için rolüme tam uymuştum. Size hayatın garip bir tecellisini söyleyeyim. İnsan bunlara baktıkça ihtiyarladığını anlıyor. Sahneye ilk çıktığım zaman bir piyeste çocuk rolünü oynamıştım. Aradan birkaç sene geçti. Bu sefer ayni piyeste anne rolünü oynadım… Aradan yirmi beş, otuz sene geçti, bu sefer de yine ayni piyeste büyükanne rolünü oynadım… Düşünün: Evvela çocuk, sonra anne, sonra büyükanne… İnsanın ihtiyarlığını, bu üç rol yüzüne insafsız bir tokat gibi çarpıyor. - Şimdi günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz? - Tamamıyla bir mütekaid hayatı ve tam bir inziva… Bazan, iki üç ay olur ki sokağa çıkmam. Evimin işleriyle uğraşırım. Mütemadiyen kitap okurum, eski rollerimi… Her gün hakkımda yazılan eski tenkidleri çıkarır, bir kere okurum. Kendi kendime: Hey gidi günler hey… derim. - Hiç sahnede aşık oldunuz mu? - Bir defa oldum… Çıldırasıya sevdim ve sevildim…Rahmetli kocamı… Tiyatroda genç komik rolleri oynuyordu… Güzel bir adam mı idi diyeceksiniz… Kat’iyyen… Gayet çirkindi. Lakin sevdim… Evlendik… Tamam 34 sene oluyor… 33 seneden beri de dulum… - Demek ancak bir sene beraber yaşadınız? - Evet… Yalnız bir sene… Sonra kocam öldü… Hayatta çocuğumla yapayalnız kaldım… Sonra çocuğum da öldü… Hayatta pek çok acılar görmüş bir aktrisim… Lakin sahne bana hayatımdaki bütün acılar unutturmuştur. Sahneyi ailem, hayatım, imanım kadar severim. En büyük acılarımı sahnede büyük müelliflerin sözleriyle unutmuşumdur. İnsan sahnenin büyük zevkini saçlarına ak düştüğü zaman anlıyor. Eski rollerimi kaybettiğim sevgililer gibi kalbime gömdüm… Bugün kalbimde bir sevgili mezarlığı var… Madam Kınar şiir söyler gibi konuşuyor. Yalnız ağır işittiği için epeyce bağırmak mecburiyetinde kalıyorum. - Şimdi bugün de gazeteleri elime alır almaz hemen tiyatro havadislerini, tiyatro tenkidlerini arar, onları adeta içer gibi okurum. Halbuki benim bugün tiyatro ile alakam ne ki?.. 10 seneden beri tiyatrodan çekildim ve bir tiyatroya da ayak basmış değilimdir. - Sahnede hiç tehlike geçirdiniz mi? Heyecanlı hatıralarınız var mıdır? - Tabii… Bir kere Tolayan, Natan ile Klodine piyesini oynuyorduk. Ben bir erkek çocuğu rolünde idim. Sırtımda sert kolalı gömlek vardı. Rol icabı Tolayan bıçağını çekip üzerime yürüyecek, yalancıktan beni göğsümden vuracaktı. Oyunun burasına gelince Tolayan o kadar heyecana kapıldı ki sipsivri bıçağı göğsüme hızla sapladı. Bıçak önce kolalı gömleğimi, sonra göğsümü deldi… Ve birkaç damla kan aktı… Bir kere de Binemeciyan Efendi yanımda bir tabanca attı… Tabanca bana isabet etti. Yüzüm yandı… Lakin birinci geçirdiğim tehlike daha mühimdir. Çünkü eğer sırtımda kolalı sert gömlek olmamış olsaydı belki de adamakıllı yaralanacak, hayatım tehlikeye girecekti… Birdenbire artistlik izzeti nefsine mühim bir darbe indirilmiş gibi: Biliyor musunuz? dedi, birisi benim hakkımda ne yazmış… Gûya Darülbedayi kurulduğu zaman benim maaşım 12, Eliza Binemeciyan’ın 15 lira imiş… Halbuki Darülbedayi kurulduğu zaman en yüksek maaşı iki kişiye tahsis etmişlerdi. Benimle Eliza Binemeciyan’a… On beşer altın lira… O zaman için mühim bir para… Bunun üçer lirasını da müesseseye terk ediyorduk. 12’şer altın alıyorduk… - Muhsin’in, Galip’in, Behzad’ın maaşları ne kadardı? - 10 lira, 8 lira ve saire… 12 lira olanlar da vardı… - Eskiden Mınakyan’ın tiyatrodan çok para kazandığı söylenir, değil mi? - Evet… Öyle söylenir… Fakat zavallı Mınakyan ne masraflar ederdi, ne masraflar… Sansürden bir piyesi çıkarmak için neler çekerdik neler… Ne hediyeler giderdi… Sonra bilirsiniz, piyeslerin çoğunu kendi tercüme ederdi. Bir piyes beğenip tercüme etmek için en aşağı 10 piyes okurdu. Bunları yazdırmak için de ayrıca avuç avuç para dökerdi. Maamafih bugünkü aktör kazancına göre eski kazançlar çok fazla idi… Şimdi bakıyorum da… 30 kuruş… - Para sıkıntısı çekiyor musunuz? Ağzımdan kaçan bu fazla laubali suale gülerek cevap verdi: “Kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyoruz işte… Hayatta idealim de bu idi. Kimseye muhtaç olmamak…“ - Bu 43 sene içinde hiç jübile yapmayı düşündünüz mü? - Aklıma bile gelmedi… Bazı dostlar bunu bana söylerler… Ben jübileye layık mıyım? Jübile yapacak artisti, sahne dışarısına atmaz… Kaç yaşında olura olsun bir artist kuvvetli oldukça sahnede kalır. Sahnemizin en eski artisti yakında oynayacağı rolden bize bir parça okudu. Resim çektirirken dikkat ettim. Kendisinde san’at heyecanı o kadar fazla ki, en ehemmiyetsiz, basit hareketleri bile müthiş bir dram oynuyormuş gibi hıçkırarak yaşatıyor. - Heyhat… Heyhat!.. Bizi kapıya kadar uğurladı. Ve sahnede kendisine ebediyen veda eden oğlunu uğurlayan bir annenin hareketleri ile bir melodram havası içinde ayrıldık!” Saygıdeğer Madam Kınar Sıvacıyan Hanım! Nur içinde yatınız! Bugün sahneye inanan bir avuç tiyatro tutkulusu varsa hâlâ, onların hamuruna bir çimdik mayayı katanlardansınız! Bitti