Türk iş dünyasının başı bu aralar Avrupa Birliği ülkelerine yapılacak seyahatler öncesinde vizeler ile dertte. Döviz kurlarındaki belirsizlikler, üç haneye doğru koşan enflasyon, finansmana erişim gi...

Türk iş dünyasının başı bu aralar Avrupa Birliği ülkelerine yapılacak seyahatler öncesinde vizeler ile dertte. Döviz kurlarındaki belirsizlikler, üç haneye doğru koşan enflasyon, finansmana erişim gibi bir yığın sorunla boğuşan iş insanları, Eylül ayı ile birlikte artan fuar trafiği öncesinde adeta vize kâbusu yaşıyor. Geçen hafta sohbet ettiğimiz bir iş insanı dostumuzun yaşadıkları, sorunun boyutu hakkında sahadan bilgi veriyor bize. // İZMİRLİ ŞİRKETİN YAŞADIKLARI Dünyanın en büyük içecek markalarından birisinin, farklı ülkelerdeki 30’dan fazla fabrikasına iş yapan Türk makine üreticisi, Eylül ayında Almanya’da yapılacak fuara katılmak için tüm hazırlıklarını tamamlamış. Sektöründe dünyanın en önemli buluşma noktası olan fuardan stant kiralanmış, standın imalatına ilişkin sözleşme imzalanmış, seyahate hangi personelin gideceği kararlaştırılmış, otel rezervasyonları da yapılmış… Ve bugün itibarıyla Schengen Vizesi başvurularına olumlu yanıt alınamamış. Talep edilen personele vize verilecek mi verilmeyecek mi; verilecekse kaç gün ya da kaç ay verilecek; verilmeyecekse hangi gerekçe ile verilmeyecek… Bu soruların hepsi cevapsız. Fuara bir aydan az bir süre var ve dünyanın pek çok ülkesine ihracat yapan İzmirli makine üreticisi ne yapacağını bilemez halde… Benzer durumda olan binlerce işletme ve on binlerce insanımız var. // 150 EURO GERİ ÖDENMİYOR Evinden dışarı çıkmayan emekli öğretmene yeşil pasaport veren ve dünyanın her yerine seyahat serbestisi tanıyan sayın devletimiz; aynı dünyanın dört yanına bin dert ile ihracat yapmak için çabalayan iş insanlarına çözüm üretemiyor. Sadece iş insanlarına mı? Schengen ülkeleri yazılmamış kurallara dayanarak ve çoğu kez “pandemi” ve “sahte evrak” bahanesine sığınarak Türk vatandaşlarının belgelerini bile incelemeden, vize başvurularına ret yanıtı veriyor. Başvurusu reddedilen bir kişi herhangi bir itiraz edemiyor, hakkını arayamıyor. İptale gerekçe bile sunulmadığı gibi, kişi başına 150 Euro (yaklaşık 2,700 TL) tutan başvuru ücretini ilgili ülke konsolosluğu geri ödemiyor. Ya da insanlarla dalga geçer gibi planlanan seyahat tarihinden daha sonraya, bir hafta süreli ve tek girişli vize vererek kişileri ve işletmeleri büyük zarara sokuyor. Ve sıkı durun… // YILLIK ZARAR 1 MİLYAR EURO Sadece 2022 yılı içinde reddedilen vize başvurularından kaynaklanan maddi kaybımız 900 milyon Euro civarında. Yıl sonuna kadar bu zarar 1 Milyar Euro’yu geçecek. İşin pek bilinmeyen önemli bir ayrıntısı daha var… Herhangi bir ülkeden talep edilen Schengen Vizesi’ne alınan ret kararı, tüm Schengen ülkelerinin konsolosluk ve büyükelçiliklerinden online olarak görülebiliyor. Haksız yere başvurusu reddedilen bir Türk vatandaşı, en az iki sene vize başvurusu yapamıyor. Yapsa da tekrar ret yeme olasılığı yüzde yüze yakın… Bu rezaletler manzumesinde en az vatandaşlar kadar zarar görenler ise tur ve seyahat şirketleri oluyor. Yüzlerce koltuğu aylar öncesinden rezerve eden ve parasını ödeyen şirketler, vize başvurusu kabul edilmeyen yolcularının yerine yenilerini ikame edemiyor. AB ülkelerine turistik ya da iş amaçlı seyahat etmek isteyen Türk vatandaşlarının hal-i pür melâli böyle iken, dünyanın hemen tüm ülkelerinden insanlar Türkiye’ye elini kolunu sallayarak girebiliyor. // İŞ DÜNYASINA DÜŞEN GÖREV Zaten gelişmiş ülkelere vize muafiyeti uygulayan ülkemiz, vize uyguladığı sınırlı sayıdaki ülkelerin vatandaşlarına, havalimanlarında 10 Euro karşılığında 90 gün geçerli ve çok girişli (multi) vize veriyor. Durum gerçekten de içinden çıkılması zor bir hâl almış. Tam bir cangıl düzeni uygulanıyor ve Türk vatandaşlarına ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyor. Bu sinir bozucu davranışa, geçen ay ziyaret ettiğim Gürcistan’da bizzat tanık olmuştum. Ulusal parası Lari 5,8 TL’ye yükselen, daha düne kadar sefaletin kol gezdiği 3,7 milyonluk Gürcistan; adeta cesaret hapı yutmuş gibi Türk vatandaşlarına ikinci sınıf insan muamelesi yapıyor. Lafı uzattım biliyorum. “Pekâlâ ne yapılmalı” sorusuna devlet seviyesinde odaklanmanın vakti çoktan geldi geçiyor. Bu haksızlığın giderilmesi için öncelikli görevler iş dünyasına ve elbette devlete düşüyor. İş dünyası örgütlerinin güçlü dış ilişkilerini kullanarak, yurt dışındaki muhataplarına baskı yapması; devletin ise diplomasinin inceliklerini ve hatta uluslararası hukuku kullanarak kendi vatandaşlarının hakkını araması gerekiyor. Bizden söylemesi…  

YÜZ YILLIK ASKERİ SANAT ESERİ: 30 AĞUSTOS 1922

Bugünlerde duygu dünyam, eşik noktası epey yüksek git geller ile meşgul. Memleketimin hazin durumuna, refahı değil yoksulluğu ve sefaleti paylaşan hâline bakıp düşünmeden edemiyorum: “Atalarımız tam 100 yıl önce bugünlerde nasıl bir ülke hayal ettiler ve biz bugün nasıl bir ülkede yaşıyoruz?” Üzülüyor, kahroluyorum. Türk Milleti’nin topyekûn emperyalizmle mücadelesinin adının, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayıp, 30 Ağustos’ta Büyük Zafer ile taçlanan savaş olduğunu anımsıyorum. O savaşın kahramanlarına cami minberlerinden bir fatihayı bile esirgeyen imamlara bakıyorum… Üzülüyor, kahroluyorum. Bu kafadaki imamların arkasında kılınan namazların geçerli olmadığını anlatmak istiyorum okurlarıma. “Aklın olmayanın dini, vatanı olmayanın Allah’ı olmaz” diye haykırmak istiyorum o yarım akıllılara! O imamların, vicdanlarını dinleyerek kendi tarihlerini okuduklarında nasıl bir şaşkınlığın içinde olduklarını anlayacaklarını umuyorum. // OKUYUN, SADECE OKUYUN! Mustafa Kemal’in önderliğinde başarıya ulaşan Türk Kurtuluş Savaşı, elbette büyük kahramanlık öyküleri içerir. Ancak dünya harp tarihinde özgün bir yere sahip olan bu savaşın en belirgin özelliği, şapka çıkarılacak bir askeri taktik başarısı olmasıdır. Bugün pek çok ülkenin harp okullarında ders notları arasında yer alan Büyük Taarruz, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın deyişi ile “tam bir askeri sanat eseri”dir. 26 Ağustos 1922 sabahı gün doğmadan Türk topçusu ve süvarilerinin düşmana ölüm kusturan o akıl almaz taaruzu, 9 Eylül 1922’de İzmir’de sonlanacak ve bir ulusun tarih sahnesinde yeniden yer alışını dünyaya haykıracaktır… Topçularımızın başarısının altındaki imza sahibi İsmet Paşa, 1973’te TRT’ye verdiği röportajda şu şekilde analiz ediyor Büyük Taarruz’u: // BİR MEYDAN MUHAREBESİ… “Birbirine eşit iki ordu. Takriben eşit iki ordu, karşı karşıyadır. Sayıca takriben eşit diyorum. Tabiatıyla Yunan ordusunun bütün dünya ile geniş ve rahat münasebetleri var. Her ihtiyacını, her silahı, her hazırlığı, vasıtayı kolaylıkla bulabiliyor. Biz ihtiyaç vasıtaları bakımından çok dardayız. Dünya ile münasebetimiz yok, bütün memleket askeri işgal altında… Yunan ordusu kıymetli bir ordudur. Ve kuvvetli bir ordudur. Her yerde ciddi olarak muharebe etmiştir. Ve her muharebeyi kazanması, kaybetmesi gibi, her kıymetli ordunun başından geçen olaylar içinden geçmiştir… Bu ordu ile meydan muharebesi verilecek. Kesin netice alınacak. Bu ordu ile siper muharebesi yapacağız. Siper muharebesi, Birinci Cihan Harbi’nin çıkardığı bir muharebe usulüdür. Bunda kesin netice, yani bir ordunun ötekini mahvetmesi neticesi hiçbir yerde alınmamıştır. Büyük askeri yazarlar, büyük kumandanlar siper muharebesi devrinde galip gelen ordunun öteki orduyu bir daha muharebe edemeyecek hale getirmesi için nasıl hareket etmesi, nasıl vurması lazım geldiğini, seferlerin nihayetine kadar aramakla meşgul olmuşlardır. Ve bulunmamıştır. Bu bulunmamış tılsımı biz Anadolu’da, burayı istila eden orduya karşı her suretle eksik ikmal ve yenileme imkânlarına rağmen sağlayacağız… Bu meydan muharebesi neticesinde bir ordu mahvedilmiştir. Böyle bir misal yoktur. Bütün Cihan Harbi’nde, iki cihan harbinde böyle bir misal yoktur. Bu eser, bu kadar ciddi, bu kadar nadir bir askeri sanat eseridir.” // “YUNAN GALİP GELSEYDİ…” 100’üncü yılında 30 Ağustos, son yıllarda adeta unutturulmak istenen, hatta bazı belediye başkanları tarafından “Toplumun küçük bir kısmını ilgilendiriyor” denilerek küçümsenmeye başlanan bir milli bayram… “Yunan galip gelseydi daha iyi olacaktı” diyen, onlara alkış tutan ve kendi tarihine yabancılaşanlara elbette kulak kabartacak değiliz. Ama 26 Ağustos’u ve 30 Ağustos’u da asla unutturmayacağız. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu taaruzda ter döken tüm komutanlarımızı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Zafer Bayramı’mız kutlu olsun…  

BORNOVA BELEDİYESİ’NİN CEVAP METNİ: “187 KAT HAKSIZLIK ETTİNİZ”

Sayın Serkan Aksüyek, Ege Telgraf Gazetesinin 8 Ağustos’ta yayınlanan sayısında gerek şahsım gerekse Bornova Belediyesi’nin iş ve çalışmalarıyla ilgili hiçbir dayanağı olmayan, gerçekle hiçbir ilgisi bulunmayan, haksız ve suçlayıcı ifadelerde bulundunuz. Yazınızda Bornova Belediyesi’nin plazalardan aldığı katı atık bedeli 72 lirayken 187 kat arttırılarak 13.500 TL’ye çıkartıldığını iddia etmişsiniz. İddianızı desteklemek üzere köşenizde yayınladığınız iki fatura arasındaki farkın nereden geldiğini, değişikliğin gerekçesini belediyemizden sorma gereği duymadan, sansasyon yaratma isteğiyle kamuoyunu yanlış yönlendirdiniz, belediyemizi ve çalışmalarımızı zan altında bıraktınız. Oysa konu çok basittir. İçinde çok sayıda bağımsız bölüm olan ve bir yönetim tarafından idare edilen bazı taşınmazlarda; yönetimler -bilerek ya da bilmeyerek- katı atık bedelini eksik ödemiş ya da ödemekten kaçınmıştır. Hatayı fark etmiş dahi olanlar da idaremize bilgi vermemiş, ödemeden kaçınmaya devam etmişler; kötü niyetli yaklaşımda bulunmuşlardır. Katı Atık Bedelleri’ne dair ücret listesi, ilgili mevzuat gereği ‘tam maliyet’ ve ‘kirleten öder’ prensipleri doğrultusunda Bornova Belediye Meclisi’nin komisyonunca hazırlanır, önce Bornova Belediye Meclisi ardından da Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından onaylanarak yürürlüğe girer. Bir yönetim tarafından idare edilen alışveriş merkezleri, plazalar ya da sitelerde ise, yapı içindeki yerler ve her birinin ödemesi gereken bedel meclisimizce tespit edilir ve maliyetlere göre belirlenen ücret tarifeleri ilgili taşınmazların su faturaları aracılığıyla yönetime yansıtılır. Yönetim ise su faturalarının tahsilatı aşamasında katı atık bedelini de her daireden ayrı ayrı toplar. Bu olayda da denetim ekiplerimiz bazı yapıların içinde 60 ya da 90 gibi çok sayıda bağımsız birim bulundurduğu halde sistemimize tek bir işletmeymiş gibi kaydolduğunu; katı atık bedelinin tek bir işletme gibi ödendiğini tespit etmiştir. Yani bahsedilen işletme bünyesindeki 91 birim için ayrı ayrı 72 TL ödemesi gerekirken, sadece tek bir işletme varmış, sadece bir işletme çöp üretiyormuş gibi bir tek kayıt oluşturup bir tek ücret ödediği tespit edilmiştir. Bunun üzerine hemen gerekli tedbir alınmış, plazada bulunan işyeri-konut tiplerine göre alınması gereken katı atık bedeli tutarı hesaplanarak ilgili plaza ya da site yönetimlerinin faturalarına yansıtılmıştır. Yazınızda bir iş insanı olarak “Esnafın boğazını sıkan icraatlar” yaptığımı da iddia etmişsiniz. Sadece katı atık bedeli üzerinden yanıt vereyim, Bornova Belediyesi’nin şu anda geçerli olan katı atık ücret tarifesi, ifade ettiğiniz gibi Ekim 2021 yılında değil, 8 Ekim 2020 yılındaki Belediye Meclisi toplantısında belirlenmiştir ve 2021 yılı başından bu yana da geçerlidir. Yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle -Belediyenin katı atık toplama maliyeti kat kat arttığı halde- bu ücretlerde 2 yıldır hiç bir artış yapılmamıştır. Üstelik pandemi döneminde kapalı kalan ya da işleri önemli ölçüde düşen esnaflarımızın hiç katı atık bedeli almadığımız gibi, yine değerli meclisimizin kararıyla önemli sayıda esnaf arkadaşımızdan da bu bedellerin yarısı alınmıştır. Yazınızda “rezalet” olarak öne sürdüğünüz “Plazalardan yüksek, iş merkezlerinden düşük ücret alınıyor” iddiasının da asıl nedeni budur. Katı atık bedeli istisnası ya da indirimi olan küçük esnaf daha çok iş merkezlerini tercih ettiği için, iş merkezi yönetimlerinin ödemeleri daha düşük kalmaktadır. Baştan aşağı yanlış bilgiler ve maksatlı ifadelerle dolu yazınızda “Sosyal demokrat bir başkan bunları nasıl yapar” diye sormuşsunuz. Bütün bunları hem de talihsiz biçimde sorgulamaya kalktığınız Sosyal Demokrat Belediyecilik anlayışımın gereği olarak yaptım. Buradan bir kez daha açıkça söylüyorum Bornovalının kaynaklarını doğru kullanmaya, “Hak-hukuk-adalet” çizgisinde, hukuksuz iş yapanın karşısında durmaya da devam edeceğim. Dr. Mustafa İDUĞ Bornova Belediye Başkanı

SERKAN AKSÜYEK’İN CEVABA CEVAP METNİ

Köşe haberlerimizi takip eden kıymetli okurlarımız, cevap hakkına saygıda kusur etmediğimizi biliyor. 8 Ağustos tarihinde bu sütunlarda kaleme aldığımız “Bornova Belediyesi’nin sosyal demokrasi anlayışı su faturasından aldığı payı 187 kat artırmak mı?” başlıklı yazımıza, muhatabımızın cevap vermesi gerektiğini de aradan geçen sürede ifade etmiştik. Yazıyı arşiv linkinden “dikkatlice ve bir kez daha okuyan” okurlarımız, sütunlarımıza konu olan iddialarımızın temelsiz suçlamalara değil, somut verilere dayandığını göreceklerdir. Bu durumda Bornova Belediye Başkanı Sayın Mustafa İduğ’un açıklamasında yer alan ve “hedef şaşırtma” sınırlarını zorlayan açıklamaya madde madde yanıt verelim: 1- Köşe haberimizde yer verdiğimiz iki İZSU faturasının ücret dağılımında, ilçe belediyesine (Bornova) verilecek payın 72 TL’den 13 bin 500 TL’ye çıktığı, yani 187 kat artış olduğu görülüyor. Sayın Başkan bu durumun izahını, “içinde bağımsız bölüm bulunan ve tek fatura kesilen taşınmazların yönetimlerinden kaynaklandığını” belirtiyor. Ve “kamuoyunu yanlış yönlendirdiğimizi” iddia ediyor. Yazımızda yanlış yönlendirme elbette yok. Başkanın yaptığı izahı bildiğimiz de yazıda ifadesini buluyor. Pekâlâ ne söylüyoruz biz? Bu payın, vatandaşların ve iş dünyasının yaşadıkları zorluklar gözetilerek elbette artırılabileceğini ifade ediyor; artışın yapılmasına değil, ölçüsüz ve “fahiş şekilde” yapılmasına itiraz ediyoruz. (Bknz, Ege Telgraf 8,8,2022) 2- Mustafa Başkan, “taşınmaz yöneticilerinin bilerek ya da bilmeyerek katı atık bedelini eksik ödediklerini” ifade ediyor. Kusura bakmasın ama bu işin takibini yapmak, taşınmaz yöneticilerine değil belediyelere düşüyor. Her belediyenin, sorumluluk sahasındaki taşınmazlarda kaç adet bağımsız bölüm bulunduğunu zaten bilmesi gerekiyor. Şayet bilmiyorsa, kusuru taşınmazların sahip ve yöneticilerine atmak, herkesi potansiyel olarak “kötü niyetli” olarak ilan etmek insaf ve mantık sınırlarını aşıyor. Sayın Başkanın kendi kadrolarına dönüp aynı soruyu sorması ve varsa kötü niyeti, o kadrolarda araştırması gerekiyor. 3- Sayın Başkan, “Yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle -Belediyenin katı atık toplama maliyeti kat kat arttığı halde- bu ücretlerde 2 yıldır hiç bir artış yapılmamıştır.” diyor. İnsanın, “Sayın Başkan el insaf! 187 kat artış yaptıktan sonra daha ne kadar artış yapmak istediniz?” diye sorası geliyor. 4- Mustafa İduğ başkan, adında her “plaza” yazan binanın sakinlerini büyük şirketler ya da holding sahipleri sanıyor. “Esnaf daha çok iş merkezlerini tercih ediyor” diyor. Bu açıklamaya gülmekle yetiniyorum. Sayın Başkanı, sorumluluğu altındaki ilçede kimlerin ne iş yaptığına dikkatle bakmaya davet ediyorum. Adında “plaza” bulunan hemen tüm binalarda küçük esnafın, avukatların ve hizmet sektöründe iş yapan yüzlerce küçük işletmenin faaliyet gösterdiğini bilmesi gerekiyor. İnsanların biraz daha eli yüzü düzgün ve depreme dayanıklı binalarda iş yapmak istemesi, anlaşılan başkanın yanlış ve genellemeci yorumuna konu oluyor. HAFTANIN SÖZÜ Kalabalıklar her zaman tehlikelidir. İçlerinde mutlaka ruhlarını satan alçaklar bulunur… Victor Hugo