Seçim anketlerinin çoğuna inanmam. Anketlerin tarafsız olmadığı iddiaları bir yana, inanmamamın asıl nedeni, 3 Kasım 2002 gen...

Seçim anketlerinin çoğuna inanmam. Anketlerin tarafsız olmadığı iddiaları bir yana, inanmamamın asıl nedeni, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde ben ve benim gibi o süreci yakından takip edenlerin yaşadığı şoktur. 57. Hükümet, diğer adıyla 5. Ecevit Hükümeti’nin savrulduğu bir seçimdi. Henüz bir yıl önce kurulmuş AK Parti, oyların yüzde 34,3'ünü alarak tek başına iktidar oldu. DYP, ANAP gibi koca koca partiler barajın altında kaldı, Meclis’e giremedi. Karaoğlan’ın DSP’si ise yüzde 1.22’lik bir oyla tek kelimeyle hezimete uğradı. Seçimde verilen oyların yüzde 46.33'ü Meclis’te temsil edilemedi, o ayrı bir konu... 2002 seçim öncesi anketleri hatırlıyorum da, aman Allah’ım, neler neler... ANAP, MHP, DSP sandıkları patlatacaktı. Sonuç ortada... Dediğim gibi bi anketlerin çoğu bana inandırıcı gelmiyor. Yalnız ikna olduğum bir konu var: O da kararsızların çoğunluğu... Seçimin kaderini belirleyecek kesim de işte bu kararsızlar. AK Parti’den çok fazla bir kaymanın olduğunu, kaymanın yönünün de daha çok İYİ Parti olduğunu gözlemliyorum. En büyük gerekçe ise hayat pahalılığı ve işsizlik... Seçmeni elinde bavul, otogarda bekleyen bir yolcuya benzetiyorum şu an. 2023 ortalarında bu yolcu seçimini yapacak, biletini alacak ve bir yöne gidecek. Ve şunu diyor içinden iktidara: ‘Bak, bu ekonomiyi düzelttin, düzelttin. Düzeltemezsen topladım bavulumu gidiyorum. Ona göre hesabını, planını yap.’ CANIM MUHTARIM! Muhtarlar Günü’nü geride bıraktık. İnsanlık için küçük, bizim için büyük bir günü geride bırakmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Allah bir daha ki Muhtarlar Günü’ne kavuşmayı hepimize nasip etsin. Eli kalem tutan bir dostumla sohbet ederken konu muhtarlara geldi. Muhtarlar konusunda fikirlerinin birçoğuna katılsam da bir noktada ayrılığa düştük.Devlet işlerinin işleyişinde çok önemli bir yer tutan değerli muhtarlarımız... ’Muhtarlarımızın üstlenmiş olduğu büyük sorumluluk’ gibi söylemlerin tamamen goy goydan ibaret olduğunu söyledi. Üst üste sordu: Mahalle muhtarının adı ne? Ha’di adını biliyorsun diyelim, en son ne zaman gördün muhtarını? İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerde fonksyonları ne? Muhtarlar hangi vazgeçilmez işi yapıyor bu memlekette? Şöyle dedi:Belki köyler dışında işlevi kalmamış bir sistem bu muhtarlık. Büyükşehirlerde yaşayanlar yüzünü bile görmediği bir muhtara oy vermek zorunda kalıyor. Muhtarların düzenlediği belgeler, belediye, e-devlet ya da ilçe nüfus müdürlüklerince zaten yapılıyor.’ Buraya kadar sorun yok. Hatta söyledikleri kafama da yattı. Şu noktaya kadar: dedi ki: Son 16 yılda maaşları 18 kat artan 50 bini aşkın muhtarın devlete yıllık maliyeti korkunç boyutta. Milyarlarla ölçülüyor... Kendilerine mekan tahsis ediliyor. Eksta masrafları var. Gereksiz bir gürültüden başka hiç bir karşılığı olmayan bu makam ile artık vedalaşılmalı. Devlet küçültülmeli, bu kaynak israfına da son verilmeli’ Hımm, devlet küçülmeli... Peki, devleti küçültmeye muhtarlardan başlamak doğru bir yaklaşım mı? Bence bu fikrin, gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemekten bir farkı yok. Kaynak israfına elbette bir ‘Dur’ denmeli. Ancak buna önce siyasiler, bürokratlar, bilmem ne müdürleri, bilmem ne amirleri, bilmem ne danışmanınlarından başlanmalı. Haksız mıyım?