Senenin sonuna geliyoruz, maalesef felaketler başımızdan hiç eksik olmadı. Halbuki, 31 Aralık 2019 gecesi saatler 24.00’ü gösterdiğinde, ne de iyi dileklerle girmiştik 2020’ye. Üzerinden 10 ay geçti,...

Senenin sonuna geliyoruz, maalesef felaketler başımızdan hiç eksik olmadı. Halbuki, 31 Aralık 2019 gecesi saatler 24.00’ü gösterdiğinde, ne de iyi dileklerle girmiştik 2020’ye. Üzerinden 10 ay geçti, geldiğimiz noktaya bakar mısınız. Korona belası, duru durup alevleniyor. Maskeleri çıkaramaz, mesafeli noktaya çakılı kaldık, her gün ellerimizi sabunlu su ile yıkamaktan helak olduk. Dezenfektanlarla “kanki”yiz artık. En kötüsü de, apartmanda, sokakta, otobüste, vapurda birbirimize “vebalı” gibi bakar olduk şu “korona” yüzünden. Hayatımız bu illet yüzünden alt-üst oldu. Maşallah milletimiz uyarılara, alınan kararlara harfi harfine uyuyor ya (!) tam da “gitti-gidiyor” denilen Kovid-19, geri döndü. Hem de geldiğinden daha berbat biçimde. Bir tek ilk günlerdeki “sokağa çıkma yasakları” eksik. Bu gidişle o da yakında gelir. Baksanıza, gerek İçişleri Bakanlığı, gerekse İl Hıfz-ı Sıhha Kurulu yeni tedbirler aldı. Lokanta ve restoranlar, kahvehane ve kafeler akşam 22.00’den sonra kapanıyor. Saymakla bitecek gibi görünmeyen, yeni tedbirler ardı ardına sıralanıyor. “Yaz gelince gider” denilen bu virüs inatçı çıktı. Davetsiz misafir gibi evimize, ocağımıza, işyerimize çöreklendi kaldı. Kış gelince de gideceğe hiç benzemiyor. “Bu durumun müsebbibi biraz da biz olabilir miyiz?” diye kendi kendime sormuyor değilim. Ama cevabını bulmakta güçlük çekiyorum. Evet şu meşhur “Maske, mesafe, hijyen” üçlüsünün koronanın canına okuyacak gücüne tam riayet ettiğimiz söylenemez. Peki virüsün defalarca mutasyona uğrayarak kendini yenilediği doğru olabilir mi? O zaman da komplo teorilerine inanmaktan başka çare kalmıyor. Anlaşılan bu Kovid-19 laboratuvarda üretilmiş biyolojik bir silah. Ama kim üretti, neden üretti bilmiyoruz. O zaman da yapılacak iş bilim insanlarının uyarılarına kulak vermek. Çünkü, aşı bulununcaya, hatta korona kendini yok edinceye ve/veya hepimiz 82 milyon Türk halkı bağışıklık kazanıncaya kadar başka çaremiz yok.

GEÇMİŞ OLSUN İZMİR

İzmir, 6.9 ile son yılların en şiddetli depremini yaşadı. 114 insanını kaybetti. Binin üzerinde yaralımız var. 10’un üzerinde binamız çöktü. Yine yüzlerce binada ise ağır ve hafif hasar var. Öncelikle hepimize geçmiş olsun. Depremin daha ilk dakikalarından itibaren, arama-kurtarma kuruluşlarımız, kamusuyla, belediyesiyle deprem bölgesindeydi. Türkiye’nin dört bir yanından da koşup geldiler. Bir hafta içinde inanılmaz kahramanlıklara imza attılar. İkisi çocuk yüzün üzerinde insanımızı sandviç olmuş apartman enkazlarını arasından sağ çıkardılar. Hatta evlerde yaşayan hayvanları bile unutmadılar. Onlara ne kadar teşekkür etsek az. Elif ve Ayda bebeklerin kurtarılmalarını televizyonlar aracılığı ile an be an gözyaşları arasında canlı izledik. AFAD’ı, UMKE’si, büyükşehir ve bazı ilçe belediyelerimizin kurtarma ekipleri, itfaiyecileri sanki kendi yakınları o enkaz altındaymış gibi çalıştılar. İzmir Büyükşehir ve ilçe belediyeleri 30’da depremzedelerin aç ve açıkta kalmaması için çalıştı, hala çalışıyorlar. Kimseyi yalnız bırakmıyorlar. Hakeza devletimizin kurumlarından AFAD ile medarı-ı iftiharımız Kızılayımız hep orada. Yaralarımız elbette sarılacak. Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, İzmir Valiliği elinden geleni yapıyor. Yıkılanlar yapılacak. Heba olanlar yerine konacak. Biraz zor olacak ama olacak. Geriye yitirdiklerimizin yüreğimize kazıdığı açılar kalacak. Bir isteğim var. İster iktidar, ister muhalefet, lütfen bu işi siyasi malzeme haline getirmeyelim. Çünkü Türk insanı bunu hak etmiyor. Kenetlenelim, yeni bir dünya yaratalım. İki ay sonra da 2020’yi hayırlısı ile geride bırakalım.