Vejdin Çiçek’i Salı günkü (10 Mart) köşe yazımda anlattım. Geçtiğimiz günlerde Özdere’de dingin bir zaman diliminde yaptığımız söyleşiyi de siz Ege Telgraf okuyucularına ulaştırmakla beni mutlu eden a...

Vejdin Çiçek’i Salı günkü (10 Mart) köşe yazımda anlattım. Geçtiğimiz günlerde Özdere’de dingin bir zaman diliminde yaptığımız söyleşiyi de siz Ege Telgraf okuyucularına ulaştırmakla beni mutlu eden ayrı bir iş yapmış olmanın keyfini yaşamış olacağım. Çiçek’le Pupa Yayınları’ndan çıkan ilk şiir kitabı “Yanan Külde Vuruldum” üzerine konuştuk. Çiçek, ilk şiirinden ve yazacağı öyküler dahil edebiyatın hayatındaki yerini anlattı. -Vejdin ağabey, artık bir şiir kitabın var. Ne hissediyorsun? Bir kere insan soyunun şiir serüvenine dahil olduğumu daha derinden hissettim. Daha önce şiirlerimi sosyal medya ortamında yayımlıyordum ve dostlarıma okuyordum. Şimdi “Yanan Külde Vuruldum” kitabımın yayımlanması şiirleri bana ait olmaktan çıkardı. İnsanların eleştirisine ve övgülerine açık hale geldi. Bu beni heyecanlandırıyor ve korkutuyor da. -Heyecan tamam da korkuyu anlamadım… Valla Mazlum’um iki gözüm, söylesem inanmazsın. İlk kızım dünyaya geldiğinde onu kucağıma verdiklerinde ne hissetiysem bu kitap bana ulaşınca da aynı şeyi hissettim. Hala masamda kitabı görünce ‘Bu benim mi?’ hissine kapılıyorum. -Kitapta ilk şiirin “İlk Şiirim” adını taşıyor. Şiiri 1986’da 12 yaşında yazdığın anlaşılıyor. Bu şiiri bugüne nasıl taşıyabildin? Nasıl söylesem? Hani gurbete çıkan adamın yanına aldığı bazı eşyalar vardır. Bir mitil, bir battaniye-yorgan şarttır. Bir de ardında bıraktığın insanların fotoğrafları vardır cüzdanında. İnsan, ilk önce barınmak meselesini düşünür. Üstünde yatacağı bir minderden sonra ardında bıraktıklarını yanına alır. Onlara dair andaçlar kıymetlidir. İşte ilk şiirimi de hayatın karmaşasına, çektiğim her türlü yokluğa ve zorluğa rağmen aktarmak için gayret gösterdim. Benim gurbetim kadar tüm ömrümün de yoldaşıdır bu şiir. Çok şiir defterim oldu. Çoğunun başına bir şeyler geldi. Ama şiir defterlerimde varlığı ve yeri değişmeyen tek şiir bu oldu. -Sözünü ettiğin zamanlar sosyal medyanın olmadığı zamanlar. Herhangi bir dergide de şiirlerin yer almadığına göre ve diyorsun ki birçok şiir defterim kayıp. Peki neden yazıyordun bu kadar şiiri, ağabey? Yazdıklarımı kimsenin görmesine gerek yok. Ben bir işçiyim, Mazlum. Gurbeti yurt edinen, yeryüzünün milyonlarca işçisinden bir tanesi. Benim bir şeye sığınmam lazımdı. O nedenle sadece kendim için yazdım. Şiiri ve kelimeleri yaralarıma merhem diye sürdüm. Yoksa bu dünya şiir olmadan nasıl çekilir, söyle Allah aşkına? -Ne oldu da bu şiir kitabı ortaya çıktı? Bilmezmiş gibi soruyorsun, Mazlum. -Ağabey, benim bilmem ne işe yarar? Kamuoyu adına soru soruyorum. Hatırlatırım, ben gazeteciyim. Tamam, anlatıyorum. Sen de hemen masaya rütbe koyma. İki lafın belini kırıyoruz şurada. Neyse, konuya geleyim. Aslında hayatımdan memnundum. Ben yazıyordum, dostlarım sosyal medyada okuyordu. Beğenen beğeniyordu, yorum yazıyordu filan. Bildiğin şeyler. Senle de şiirlerimi paylaştım. Şiirlerime kafa yordun ve kitap olsun dedin. Hızını alamadın öykü yaz dedin. Denedim. Sen de okudun. Şiir de karar kıldık. Ama ne olduysa araya zaman girdi ve kitap fikrinden uzaklaştım. Geçen yaz, seninle görüşmemizde, “Yahu, şiirlerinden bir seçki yapalım. Hiç olmazsa geleceğe kalır, sen de kitapsız ölmezsin” lafıyla beni örgütledin. İşte buradan ilan ediyorum, beni bu kitapla okuyucunun karşısına çıkaran, Mazlum Vesek’tir. Pişman mıyım? Hayır. Yarın olsa yine yapar mıyım? Şüphen olmasın, Mazlum. Hele şu kitabın varlığına alışayım, Derik Öyküleri şimdiden kafamda dönmeye başladı. -Derik Öykülerini de öğrenmiş olduk. Hadi hayırlısı. Peki Vejdin ağabey, şimdi biz seninle bunu konuşurken içeriden Ahmet Kaya’nın “Şafak Türküsü” şarkısını duyuyoruz. Ve bu hal, açıkçası hafızamdaki bu an’a bu ezgiyi de katarak daha canlı hale getiriyor. Senin şiirlerine en çok hangi ezgiler eşlik etti? 12 Eylül Darbesi’ne çocuk yaşlarda yakalandım. Bütün memleket bir yumurtanın dışından kırılması misali hayata “darbe” almıştı. Ben hayatı anlamlandıracak yaşa geldiğimde Ahmet Kaya ezgileri yanı başımdaydı. Sanıyorum, benim gibi 1980’lerin çocuk, 1990’ların gençleri üzerinde sevgili Ahmet Kaya’nın etkisi büyüktür. Bizim hüznümüz onun şarkılarına benziyor. Ya da onun şarkıları bizim hüznümüze dairdir. Kabul etmem gerekir ki, benim şiirlerime en çok onun ezgileri yoldaşlık etti. Şimdi burada senle konuşurken yine yanı başımızda. Tabii sadece o değil, ama onu söyledikten sonra kim gelirse gelsin, çoktan ayrıntıya girmiş oluyor. Ahmet Kaya ise hikayemizdeki satır başıdır. -Şiirlerin daha önce de okunuyordu; ama kitaba dair görüşleri merak ediyorum. İnsanlar neler söylüyor? Sosyal medyada paylaştığımda gördüğüm ilgi beni ziyadesiyle memnun ve mutlu etti. Kitap daha çıkalı birkaç gün oldu. İnternet satışı bile daha rayına girmedi. Dolayısıyla çok fazla görüş yok, ama kitabı eline alan ilk dostlarım güzel şeyler söylediler. Asıl görüşler elbette sadece kitapla temas ettiğim okuyucudan gelecek. Şimdiden ne söylerlerse söylesinler, her görüşleri benim için kıymetlidir. En sert eleştiriyi bile duysam bana ait olan bir kitap için söyleniyor ve kabulümdür. -En yakınların, yani hanımefendi ve kızların ne söylediler? Sevgili eşim Edibe ve en büyük kızım benim ilk editörüm oldu her zaman. Her şiir yazdığımda şiirlerimi ilk onlar okudu. Dolayısıyla bu kitap benim olduğu kadar eşimin ve çocuklarımındır da. Tabii heyecanla karşıladılar. Bu arada kitap kapağındaki küçük kız, kızım Arjin’dir. Onun için de ayrı bir değer ifade etti. -Sana müzikle ilgili bir şeyler sordum; ama doğrusu senin en sevdiğin şairleri ya da şiirleri de merak ediyorum? Okuduğum ve takip ettiğim kadarıyla Nazım Hikmet her kuşağı etkilemiş ve şiir yazan herkeste bir tesiri olan eşsiz bir şiir dehasıdır. Ancak, bu gerçeğe rağmen beni çarpan şiir, Ahmed Arif’in şiiridir. Sanıyorum, bunun nedenini Cemal Süreya doğru açıklamış. Nazım Hikmet şehirlerin, Ahmed Arif kırın şairidir. Ben kırsaldan şehre uzanan bir serüvenin insanıyım. Açıkçası sadece benim değil; kentlerde yaşayan milyonlarca emekçinin hala dağ kokusuna benzer bir duygunun insanı olduğunu düşünürüm. Dolayısıyla Ahmed Arif bende çok etkilidir. Hele onun “Bu namustur/bu da sabır/künyemize kazınmış/ağulardan süzülmüş/sarıl bunlara/sarıl da büyü” dizeleri benin hayatımın amentüsüdür. -Senin eklemek istediğin bir şey var mı? Unutmadan söyleyeyim. Bugünlerde Sabahattin Ali okuyorum. Açıkçası bu toprakların bu kadar güzel değerler yetiştirmiş olması bana müthiş güç veriyor. Okumaktan vazgeçmeyelim ve çocuklarımıza kitap okutalım. Yazmak ve okumak insan soyunun inanılmaz bir buluşu ve değeridir. Gazetenizin emekçilerine ve bizleri okuyan tüm okuyuculara sevgiler…