Genç şair Çağlar Kuzucu, “Sanırım hayatın pek çok tarifi var ve hiçbiri tam değil. Yaşadıkça içine yeni malzemeler ekliyor ya da eskilerden bazılarını çıkartıyoruz.” Çağla...

Genç şair Çağlar Kuzucu, “Sanırım hayatın pek çok tarifi var ve hiçbiri tam değil. Yaşadıkça içine yeni malzemeler ekliyor ya da eskilerden bazılarını çıkartıyoruz.” Çağlar Kuzucu’nun Na Yayınları’ndan çıkan “Muğlak-Tripod ve Damacana” adlı şiir kitabı, iki farklı sanat alanının; resim ve şiirin iç içe geçtiği kitap. Kuzucu, kimi şiirlerinin resimlere kimi resimlerin de şiirlere kaynaklık ettiğini aktarıyor. Hüznün hakim olduğu şiirleri konusunda, “Hüznün, özellikle bizim gibi toplumlarda, insan yaşamındaki yerini görmezden gelemiyorum bir türlü” diye Kuzucu, hayatın tarifi hakkında da şunları söyledi: “İnandığım, düşündüğüm ya da hissettiğim şeyleri edebiyatın veya sanatın herhangi bir dalında tarif etmenin zor olmadığını düşünüyorum. Şiir ile aramda kurduğum bağ doğrultusunda aksine çok daha kolay geliyor.” Kuzucu ile şiirlerini, resimlerini ve sanata bakışını konuştuk. -Kitabınız şiir ve resmin iç içe olduğu bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Şiir kitabı olarak ilk çalışmanız; siz bize resim alanındaki çalışmalarınızı, örneğin dahil olduğunuz sergi veya sergileri anlatır mısınız? Bu zamana kadar, İzmir ve İstanbul'da bazı sanat kolektiflerinin açmış olduğu karma sergilere katıldım. Büyük galerilerin pek çoğuyla sanata dair görüşlerimiz pek uyuşmuyor. Genel olarak sanat konusunda benim gibi düşünen kişilere iş yapmayı ya da benzer düşüncedeki sanatçılarla takas yapmayı daha çok seviyorum. -Kitaptaki resimler farklı yıllarda çizilmiş. Şiir çalışmalarınıza bu resimler kaynaklık etti mi ya da tersi mi? Her ikisi de diyebiliriz aslında. Kitapta yer alan resimler kendilerinden önce ya da sonra gelen şiirin resmedilmiş hali. Bazılarında önce şiiri yazıp sonrasında resmini yaptım, bazılarında ise tam tersi. -Şiiriniz kitabın sonuna kadar kendini belli eden bir hüzünle devam ediyor. Kimi yerlerde daha çarpıcı: “Yalanıma nergisin kokusu sinmiş/Pas, tutmuş/Ben üç atla koşuyorum cennete” dizeleri buna örnek. Bununla beraber şiirinizin kendini sezdiren bir mesajı da var. Hüznü ve mesajı bir arada tutmak bana güç geldi. Siz neler söylemek istersiniz? Ben çocukluğumda hep çok sıkılgan ve hüzne yatkın birisiydim. Halen de çocuk gibi olduğumu söyleyebilirim. Hüznün, özellikle bizim gibi toplumlarda, insan yaşamındaki yerini görmezden gelemiyorum bir türlü. Yazdığım hüzün yalnızca benim hüznüm değil o yüzden, hayatın kendi hüznünü anlayabildiğim kadarıyla anlatmaya çalışıyorum. Bu hüznü bazen azaltabilecek, bazen de daha sahiplenilebilir kılacak bazı yollar görüyorum, bazı isteklerim oluyor. Doğrusu budur demiyorum kesinlikle, belki bir şans verilebilecek istekler sadece. Haliyle onları da dillendirmeden, araya mesajlar bırakmadan edemiyorum. -Yine az önceki sorudan devam ederek, nergis imgesini seçmenizde mitolojik bir bağlam da aradım doğrusu. Yanılıyorsam da bir ipucu vermeniz okuyucu olarak beni mutlu eder… Mitolojiyi, hikayelerde geçen imgeleri, onlar hakkında düşünmeyi ve yazmayı seviyorum. Her anlatı bir şekilde insan olmaya dair ve bu sebeple de bin yıllar geçse de güncel. Kullandığım imgeler de bu bağlamda değerlendirmeye oldukça açık diyebilirim. -Yine hüzünlü halinizden konuşmak isterim. “Saçlarıma Gordion düğümü atarak beklerim ilk ışıkları” dizesinde “Gordion düğümü” gibi tarihsel olarak karmaşa, sabırsızlık ve nihayet uzayıp giden savaşları hatırlatan bir imgeyi kullanmakla neredeyse ışıksız bir hal sergilediğinizi düşündünüz mü? Kendimi "neredeyse ışıksız" hissettiğim zamanlar oluyor. O şiiri yazarkenki ruh halimi hatırlıyorum da, gerçekten kendimle uğraşması zor zamanlardı :) Sonra kalıcı ya da geçici bir çözüm üretiyorsun, çözümü yoksa da anlamaya çalışıyorsun ve bir sonraki karanlığa kadar da olsa bir ışık buluyorsun tabii. Önemli olan bunu bilmek sanırım. -İroni yok mu? Var. Gülümsetti doğrusu. “Kullan-at bir şeyler/Muhtarlık seçimlerine aday ol” dizeleri. Sonraki sayfada da “Bana benzeme, kavga ol”la biten kısım görece coşkulu. Bize biraz bu çağrıyı anlatır mısınız? Önemseyerek baktığım şeylere eleştirel bir gözden bakmadan edemiyorum. Dışa vururken de ironi yapmayı seviyorum. Ayrıca ironi, yine hüzün gibi hayatın içinde de var ve ben bunu, bu absürtlüğü de seviyorum. En basitinden, bakkala “Selamın aleyküm” diye girip bira almak ironik bir olay değil mi sizce de? İşin açığı ne muhtarlığın ne de kişisel kavga oluşların bir işe yaradığını düşünüyorum. Tabii ki daha iyisini bulana kadar kavga da olunabilir sanırım ancak modern insanın yarattığı sorunların çözümünü, bir şekilde bu insandan doğan, bu insana tepki olarak yaratılmış fenomenlerde bulma çabası da yine komik ve manasız geliyor. Hayatı herkes için daha yaşanabilir kılmak adına bu fenomenlerin de üzerine çıkabilsek keşke... -Kitapta bir hayat tarifiniz de var: Kendi başına kalabildiğin anların toplamıdır hayat. Hayatın anlamını şiir gibi bir edebi metinde tarif etmenin kolaylığı mı var, zorluğu mu? Sanırım hayatın pek çok tarifi var ve hiçbiri tam değil. Yaşadıkça içine yeni malzemeler ekliyor ya da eskilerden bazılarını çıkartıyoruz. Kişinin gerçek anlamda kendi başına kalabilmesinin çok zor olduğu zamanlardayız artık. Kendi başımıza kalmadığımız her anda da ayak uydurma gayesi güdüyoruz, hep "bir şey" etkili tepkiler veriyoruz. Benim kastım, o tek başınalığın iyi ve kötü tüm sonuçlarına bir şans verebilmek. Şimdilik, bu tarif bana fena değilmiş gibi geliyor. İnandığım, düşündüğüm ya da hissettiğim şeyleri edebiyatın veya sanatın herhangi bir dalında tarif etmenin zor olmadığını düşünüyorum. Şiir ile aramda kurduğum bağ doğrultusunda aksine çok daha kolay geliyor. Çağlar C. Kuzucu, Muğlak-Tirpod ve Damacana, Na Yayınları, 2020, İzmir