Büyük seçime artık 4 gün kaldı. Tansiyon giderek yükseliyor. Elbette her seçim heyecan yatarır. Kim kazanacak, kim kaybedecek merak edilir. Ama bu bir demokrasi sınavıdır. Sınavda heyecan ve acelecili...

Büyük seçime artık 4 gün kaldı. Tansiyon giderek yükseliyor. Elbette her seçim heyecan yatarır. Kim kazanacak, kim kaybedecek merak edilir. Ama bu bir demokrasi sınavıdır. Sınavda heyecan ve acelecilik kaybettirir. İnsana hatalar yaptırır. Dikkatli hareket etmek lazım. 14 Mayıs seçimine giderken, süreç hem hızlı gelişti, hem de sancılı. Özellikle, 6’lı Masa’nın oluşturduğu Millet İttifakı, cumhurbaşkanı adayını açıklamakta gecikti. Bir de sözkonusu masada oturup-kalkmalar oldu. Eh, kerameti kendinden menkul baş sayısı fazla olunca “senfoni” değil “kakafoni” oluştu. Nihayet Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanmasının ardından, işler hızlandı. Hızlandı ama bu kez ittifakı bir telaş sardı. Şimdilerde, Kılıçdaroğlu bir yana, iki büyük metropolün belediye başkanları ve ittifakın irili ufaklı liderleri, mitingler düzenleyerek oylarını garantilemeye, 50 + 1’e ulaşmaya çalışıyor. Tabii ki bu telaş ve acelecilik insanlara zaman zaman hatalar yaptırıyor. Özellikle geçtiğimiz günlerede İzmir’den başlayan “miting savaşları” İstanbul’la devam etti. Kılıçdaroğlu’nun ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul mitingi “katılımcı sayısı” bakımından büyük tartışmalara neden oldu. Mitinge iddiaya göre 1,5 milyon insanın katıldığı ifade ediliyor ki, ortaya çıkan görüntüler üç aşağı beş yukarı bunu doğruluyor. Bu mitingin Millet İttifakı’nı ürküttüğü söyleniyor. Ne diyeyim bunu söyleyenler haksız da değil. Atatürk Havalimanı’ndaki kalabalığın ucu bucağı görünmüyordu doğrusu. Bu manzarayı göeren muhalefet ne kadar karamsarlığa kapılsa da, iktidarın “biz kazandık” havasına girmesi doğru bir çözüm değil. Mitingler seçimler için bir fikir verse de kesin sonuç doğurmaz. Bu her iki taraf için de geçerli. Ancak bugünlerde irili ufaklı mitingler yapan Millet İttifakı’nın alanlara bakarak, “biz kazandık” demesi de dereyi görmeden paçayı sıvamak anlamına gelir ki, bunu geçtiğimiz seçim akşamlarında yaşanan hayal kırıklıkları ile gördük. Telaş ve acelecilik dedik ya, işte tüm bunlar ortamı geriyor. İşte, Erzurum’da ayyuka çıkan olay. İstanbul’un başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bu süreçte işini gücünü bırakıp tıpkı bir cumhurbaşkanı adayı gibi, hassas bir doğu iline kadar giderek, orada esnaf ziyareti yapacak iken izinsiz miting düzenlemeye kalkması. Provokasyona her an açık bu olay, kime ne kazandırdı anlamak mümkün değil. Hızını alamayan İmamoğlu’nun, “zafer kazanmış komutan” edası ile soluğu İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda alması ve Erzurum’da gerçekleştiremediği mitingi burada tamamlaması da başka bir enteresan iş. Sakinlik ve itidal lazım iken, ateşe körükle gitmek de ne oluyor. Kimse yanlış anlamasın. Ben Erzurum’daki saldırıyı asla haklı bulmuyorum. Kim veya kimler yaptı veya yaptırdı ise bilakis lanetliyorum. Benzer olaylar İzmir’e de sıçramış görünüyor. CHP’nin Buca’daki seçim bürosuna saldırılıyor. Partilerin konvoyları taşlanıyor. Bunlar yanlış işler. Olgunlukla tamamlamamız gereken seçimlere şaibe bulaştırır. Partilerin il başkanlıkları da dahil seçim bürolarının kurşunlanması, taşlanması, ortaya çıkan saldırılar, siyasi taraflara da bu ülkeye de bir şey kazandırmaz. Bizim bu seçimleri demoktik bir havada nihayete erdirmemiz gerekiyor. Sonuç ne olursa olsun, bir taraf kazanacak. Bu Cumhur İttifakı da olabilir, Millet İttifakı da. Sonucu olgunlukla karşılamalıyız. 1000 yıllık devlet tecrübesi olan Türk Milleti’ne ancak bu yakışır.