Senfoni orkestrasının başına ‘kayırmacılık’ yoluyla yeteneksiz biri atanır.

Senfoni orkestrasının başına ‘kayırmacılık’ yoluyla yeteneksiz biri atanır. İlk kez sahne alınacak, konsere dakikalar kala birinci kemancı yeni atanan şefin yanına yaklaşır, kulağına fısıldar; “Konserden sonra bize yemek ısmarlamazsan senin gösterdiğin gibi çalarız, ona göre…” Hayatta bazı kısa yollar vardır: Mirasa konmak gibi… Piyangonun vurması gibi, varlıklı bir adamla ya da kadınla evlenmek gibi, şöhret gibi… İster ‘hikayeleri böyle yazılmış’ olsun, ister şans deyin, azim deyin, istikrar deyin, ne derseniz deyin… Doğruluğunu tartışmak bana düşmez, sevgilerimi iletiyorum kendilerine… Bir kısa yolcular daha var ki, en az benim kadar sizi rahatsız etmiyorlarsa bu yazıyı okumanızın hiçbir anlamı yok, baştan söyleyeyim. Kimler mi? Baştaki fıkranın anti kahramanları… Kayırmacılıkla bir yere gelenler… Özel sektörde ‘verimlilik’ esas olduğu için, amatör firmalar hariç iş dünyasında pek rastlayamazsınız bu arkadaşlara. Ancak siyaset koridorları, devlet daireleri bunlarla doludur. Kimler mi? 30 yaşına kadar gezmiş tozmuş, yemiş içmiş. Sonra girmiş bir partiye. Ya da ağabeyi, dayısı, eniştesi, çocukluk arkadaşı partili… İlkokulu dışarıdan bitirmiş, ortaokulu dışarıdan bitirmiş, liseyi de dışarıdan bitirmiş. Sonra açık öğretim. ‘Bir şekilde’ şube müdürü olmuş, ‘bir şekilde’ ilçe bilmemne müdürü olmuş, kamuda imtiyaz sahibi olmuş ‘kayırılmışlar’ ordusu… Sorsan haklıdır bak! Bir açar ağzını, senin ne özgüvensizliğin kalır, ne beceriksizliğin kalır, ne de kıskançlığın kalır… İyi de kardeşim, kul hakkını ne yapacağız? Sen vicdanını rahatlatmak için, o koltuğa ulaşana kadar geçirdiğin evreleri emekten sayabilirsin. Havalimanında genel başkan karşılamak, kapı kapı dolaşıp broşür dağıtmak, ona buna ‘Başkanım’ çekmek… Diyelim ki tüm bu hoplamalar zıplamalar emek, peki bu işe gecesini gündüzünü vermiş, kafa patlatmış, şube müdürlüğü sınavına umut bağlamış rakiplerinin hakkı ne olacak? Sınavın sadece senin için açıldığını bilmeyen, kriterlerin senin için hazırlandığını bilmeyen bir insanın hayallerini yıkmak kul hakkı yemek değil mi? Kul hakkı yemek sadece başkasının malını mı çalmak? Halıları silkeleyip alt komşunun çamaşırlarını batırmak kul hakkına girmiyor mu? Birini aldatmak, ‘Bu bizden’ kafasıyla ve kayırma yoluyla atamak kul hakkı yemek değil mi? İstediğiniz kadar vicdanınızı rahatlatmaya çalışın; ‘Emek verdim, aklımı, cesaretimi kullandım’ deyin, siz bal gibi kul hakkı yediniz. Bunu da iki fakiri doyurarak ödeyemezsiniz. Çoğu insan gibi umurunuzda değildir belki. Herkes yapıyor ya, oyunun kuralları böyle ya… Belki de liyakatı önemseyip emeğiyle geçinenler alay konusudur sizin için. Ancak ben buradan bakınca bataklığa gömülürken mutlu olmaya çalışan sempatik günahkarlar görüyorum. Siz kendinizi görmek istemiyorsunuz, biliyorum. Ancak ne zaman göreceksiniz biliyor musunuz? Konser bitip üzerinizdeki frak ve elinizdeki batonu köşeye koyduktan sonra… Yalnız kalınca ve özellikle başınızı yastığa yaslayınca… Kendinize yalan söylemeyi bırakabildiğiniz anda…