Doğal olarak kirlenmemiş bir su ortamında bulunan canlılar, o su ortamıyla belirli bir denge içindedirler. Dıştan gelen herhangi bir olumsuz etken o ortamdaki doğal dengeyi bozabilir. En genel anlamıy...

Doğal olarak kirlenmemiş bir su ortamında bulunan canlılar, o su ortamıyla belirli bir denge içindedirler. Dıştan gelen herhangi bir olumsuz etken o ortamdaki doğal dengeyi bozabilir. En genel anlamıyla su kirlenmesi, su ortamının doğal dengesinin yani mineral oranı, tat, berraklık, asılı partiküllerin bozulması şeklinde tanımlanabilir. Ancak su kaynağındaki doğal dengenin bozulması, bazı kullanım amaçları için önemli olmayabilir. Örneğin bir su kaynağı salt ulaşım amacıyla kullanılıyorsa, bu su kaynağının, doğal dengenin bozulması, su ürünleri yetiştirilmesinde kullanılan bir su kaynağındaki doğal dengenin bozulması kadar önem taşımayabilir. Bu yaklaşımla su kirlenmesinin diğer bir tanımı, su kaynağının belli bir amaç için kullanılabilirliğinin azaltılması veya yok olmasıdır. Yeryüzündeki sular, güneşin sağladığı enerji ile sürekli bir döngü içinde bulunur. İnsanlar, ihtiyaçları için, suyu bu döngüden alır ve kullandıktan sonra tekrar aynı döngüye iade eder. Bu süreç sırasında suya karışan maddeler, suyu fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek. “SU KİRLİLİĞİ” olarak adlandırılan durum ortaya çıkar. Su kirlenmesi, su kaynağının fiziksel, kimyasal, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi şeklinde olur. a) NEDENLERİ VE ÇEŞİTLERİ Su kirliliğine etki eden ana unsurları dört başlık altında toplama mümkündür: Sanayileşme Kentleşme Nüfus artışı Tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler. Özellikle Türkiye’de sanayi kuruluşlarının, sıvı atıkları ile su kirliliğine neden oldukları bilinmektedir. Ayrıca sanayileşme hareketleri ile kente göç olayı da başlamış ve bu durum, hızlı ve düzensiz kentleşmeye sebep olmuştur. Nüfus artışı, tarımsal mücadele ilaçların ve kimyasal gübrelerin bilinçsizce aşırı kullanımda göz önüne alındığında su kirlenmesine etki eden unsurlar açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu unsurların meydana getirdiği su kirliliğine neden olan başlıca kirleticiler, endüstriyel ve evsel atıklar, kimyasal kirleticiler ve tarımda verimli arttırma amacıyla kullanılan doğal ve yapay maddelerdir. Tarım ilaçları, deterjanlar, maddecilikte kullanılan maddelerin asitli atıkları, radyoaktif atıklar bu kirleticilerden birkaçıdır. Bu atıklar, artırılmadan su ortamlarına boşaltıldıklarında ya da bu atıklarla kirlenen topraklardan sulara taşındıkları zaman su kirliliğine neden olurlar. SU KİRLİLİĞİ Doğal olarak kirlenmemiş bir su ortamında bulunan canlılar, o su ortamıyla belirli bir denge içindedirler. Dıştan gelen herhangi bir olumsuz etken o ortamdaki doğal dengeyi bozabilir. En genel anlamıyla su kirlenmesi, su ortamının doğal dengesinin yani mineral oranı, tat, berraklık, asılı partiküllerin bozulması şeklinde tanımlanabilir. Ancak su kaynağındaki doğal dengenin bozulması, bazı kullanım amaçları içim önemli olmayabilir. Örneğin bir su kaynağı salt ulaşım amacıyla kullanılıyorsa, bu su kaynağının, doğal dengenin bozulması, su ürünleri yetiştirilmesinde kullanılan bir su kaynağındaki doğal dengenin bozulması kadar önem taşımayabilir. Bu yaklaşımla su kirlenmesinin diğer bir tanımı, su kaynağının belli bir amaç için kullanılabilirliğinin azaltılması veya yok olmasıdır. Bu kullanımlar arasında öncelik sıralaması toplumun yapısına göre değişir. Toplumun yapısı değişip kentleşme ve endüstrileşme süreci geliştikçe, su kaynaklarının çok yönlü kullanımı artmakta ve karmaşık bir hal almaktadır. Örneğin, toplumların yaşama düzeyi yükseldikçe kişi başına kullanılan su miktarı arttığı gibi, teknolojik gelişmeye bağlı olarak etkileri henüz bilinmeyen birçok kirletici de sulara karışmaktadır. Bunun sonucunda su kaynaklarının sulama, su ürünleri, dinlenme ve spor gibi amaçlarla kullanılabilirliği azalmaktadır. SEBEBLERİ 1. Tarımsal Faaliyetlerin Sonucu 2. Toprak Erezyonu 3. Bitkilerin Çürümesi 4. Hayvansak Atıklar 5. Tarımsal Mücadele İlaçları 6. Endüstriden Kaynaklana Kirlenmeler 7. Kimyasal Kirlilikler 8. Fizyolojik Kirlilikler 9. Biyolojik Kirlilikler 10. Atmosferik Kirlilikler 11. Zehirli Varil veya Tehlikeli Atıkların Gizli Gizli Gömülmesi veya Atılmasından Kaynaklana Kirlenmeler 12. Yerleşim alanlarından Gelen Kirlenmeler 13. Rüzgarın Etkisiyle Taşınanlar 14. Ulaşım ile Taşınanlar 15. Endüstri ve Evsel Atıkların ( lağım ), Dere, Göl, Gölet ve Yüzey Sularına Direkt Bırakılmasıyla Oluşan Kirlenmeler 16. Bulaşıcı Hastalıklı Medikal Malzemelerin Sulara Atılması ile Uzak Mesafelere Kirliliğin Taşınma Olayı 17. Katı Çöplerin Ham Sulara Bırakılması Su içinde tek hücrelinin yaşaması için 1lt. Su içi eriyik oksijenin 1 ½ miligram olması gerekir ve 4.5-5 cm. Boyunda bir balığı yaşaması için 1 litrede en azında 5 ½ miligram eriyik oksijen bulunma şartı vardır. Ancak kıyılarda bir enerji reaktörü faaliyet halinde ise kondansatörlerde dolaşan suyun ısısının 7 dereceye indirilmeden ham suya bırakılması WHO ( Dünya Sağlık Örgütü ) standartlarına ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’na ve Anayasa’nın 56. maddesine ters düşmektedir. Şayet kondansatörlerden çıkan su 7 derece üzerinde ham suya bırakılırsa su içi canlıları şok tesiri görerek ölmekte ve su içi beslenme zincirinin ekolojik halkası bozulmaktadır. Su kirliliği denince sadece su üzerinde görülen katı parçalar veya suların içine atılan, bırakılan organik madde miktarları ile su içinden çekilen oksijen miktarları da gözardı edilemez. Organik maddelerin su içindeki artışlarından dolayı otrifikasyon hızlanır ve oksijen aylığı H2S oluşumunu da zamanla hızlandırır. Özellikle sıcak aylarda çıkan gazlar esen rüzgarın yönü ve pis kokunun çevreye dağılması ile burnumuzun alt mukozalarını da etkiler. Yol temizleyicileri ile pis kokulu yerlerde çalışan veya çöplüklerde çöplerin ayrımını yapan şahıslarda belirgin bir şekilde koklama kaybı görülür. Su içindeki aşırı bulanıklık da ışığın derinlere kadar inmesine mani olduğu için fitaplankontlar, yeşil algler gibi bitkisel ve bunlarla geçinen birçok hayvansal organizmaların yaşaması aşırı derecede sınırlanmaktadır. b) Su Kirlenmesinin Çevreye Etkileri Su kirlenmesinin çevreye etkilerini, insan sağlığına olan etkileri ve ekonomik etkileri olarak 2 grupta toplayabiliriz. Ancak bu etkilerin birbirinden ayrı düşünülmesi imkansızdır. İnsan sağlığının etkilenmesi, sonuçta ekonomik kayıplara neden olabileceği gibi, ekonomik kayıplar da beslenme ve giderek sağlık üzerinde etkili olabilir. Su kirlenmesi, insan sağlığını, içme veya çeşitli amaçlarla kullanma sonucu etkiler. İnsan sağlığı, zehirli maddeler veya hastalık taşıyan mikroorganizmalarla kirlenmiş sulardan, bir defa kullanma sonucu zarar görebilir. Bunun yanı sıra, biyolojik birikime yol açan kalıcı kirleticilerin etkileri uzun süre kullanım sonucu görülür. Bazen birden fazla maddenin bir arada bulunması, bu maddelerin sağlık üzerindeki etkilerinin artışına yol açar. Bileşik etki adı verilen bu olguya örnek olarak kadminyum ve siyanürün su ortamında bir arada bulunduklarında zehirli etkilerinin artışı verilebilir. Nüfus arttıkça, teknoloji ilerledikçe suyun daha fazla tüketilmesi doğaldır. 20. yüzyılın başlarında, batıda kişi başına su tüketimi günde 15lt’den 60 lt’ye yükseldi. Bir yandan dünya nüfusu hızla artarken diğer yandan otomatik yıkayıcılar ve pek çok yeni cihazların kullanılmasıyla su giderek yetmez oldu. Tarımda, üstün nitelikli bol ürün alınması, sulamada daha fazla suyun kullanılmasını gerektirdi. Endüstrinin gelişmesine bağlı olarak su gereksinimi de arttı. Özellikle günümüzde çevre kirlenmesinin artmasıyla canlıların yaşamında önemli rol oynayan suyun temini ve temizlenmesi de önemli bir çevre sorunu olarak karşımız çıkmaktadır. Su canlıların yaşamı için vazgeçilmezdir. Canlı organizmaların yüzde 60-90′ı sudan oluşmaktadır. Canlılar için bu kadar önemli olan tatlı su doğada çok kısıtlı olarak bulunmaktadır. Yeryüzü su kaynaklarının yalnızca yüzde 1,5′i canlı organizmaların kullanabileceği tatlı sudur. Bu kadar kısıtlı olan su kaynaklarının kirletilmeden korunabilmesi canlılığın sürebilmesi için çok gereklidir. Su ancak temiz ve sağlıklı olduğu durumda yararlı olabilir. Değişik doğal kaynaklardan (yağmur, kar ve dolu gibi meteor suları, yeryüzü ve yeraltı suları) elde edilebilen su, havzalarda depolandıktan sonra arıtılarak şebeke aracılığıyla kullanıcıya ulaştırılır. Su farklı biçimlerde kirlenir ve kirli su, sağlığını değişik biçimlerde etkileyip yaşamı tehlikeye sokabilmektedir. Mutlak ve kısa mesafeli koruma alanında yapılaşma kesinlikle yasak, diğer alanlarda kisıtlı olmasına karşın yapılaşma kontrol edilememiş ve bu alanların yağmalanmasına yerel yönetimler seyirci kalmış, merkezi hükümetler ise oluşan yerleşim alanlarını ilçe ya da belde yaparak adeta ödüllendirmiş, altyapı ve değişik devlet olanaklarının sunulması ise yapılaşmayı teşvik etmiştir. Her seçim öncesi dönemde adayların söylemleri ve getirilen imar afları su havzalarının iyi birer rant alanı olmasına neden olmuştur. 1980 – 97 döneminde Türkiye nüfusu yüzde 41 İstanbul nüfusu yüzde 124 su havzaları nüfusu yüzde 515 Ömerli havzası nüfusu yüzde 1170 oranında artmıştır. İstanbul su havzalarındaki yaklaşık 750 bin kişilik nüfus suyun kalitesinin bozulması için yeterli olmuş ve İstanbul’un su kalitesi 3-4. sınıf su konumuna gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü 4. sınıf suyun içilemez, 3. sınıf suyun ise dikkatle kullanılması gereken su olduğunu vurgulamaktadır. Suyun bakteriyolojik kirlenmesi sonucu; ishaller, tifo, kolera, dizanteri, hepatit-A, çocuk felci ve paraziter hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Suyun kimyasal olarak kirlenmesi sonucu ise zehirlenmeler hatta bazı kanserlerin oluşumu kolaylaşmaktadır. Su kalitesinin korunabilmesi için öncelikle su havzalarının korunması gereklidir; Su havzalarındaki yapılaşmanın derhal durdurulması ve kaçak olarak yapılanların ortadan kaldırılması gereklidir. İstanbul’un kalan ormanlarının yok olması engellenmeli, su havzalarının mutlak ve kısa mesafeli koruma alanları yağışı artırıcı cins ağaçlarla ağaçlandırılmalıdır, Yerüstü ve yeraltı sularının atıklarla kirlenmesinin önlenmesi için katı, kimyevi ve radyoaktif atıkların kontrollü olarak depolanması sağlanmalıdır, Önemli bir kirlilik kaynağı olan konutlardaki su depolarının kontrolü ve denetlenmesi için gerekli yasal uygulama ve kontrol sistemleri geliştirilmelidir, çevre ve sağlığın korunması ile ilgili ulusal mevzuat ile uluslararası sözleşmelerin gerekleri yerine getirilmelidir. ORTAYA ÇIKAN HASTALIKLAR Sular, biyolojik kirlenme sonucunda önemli bir hastalık kaynağıdırlar. Sularda fenol türevleri, kurşun, amonyak olduğunu düşünerek, bunların hangi rahatsızlıklara yol açtığını görelim. Fenol türevleri: Beyin ve dolaşım sisteminde bozukluk. Böbrek yetmezliği. Boğazda şiddetli yanma, kusma, mide kanaması, idrarda azalma, mide krampları, şok, solunum durması. Kurşun: Beyin, böbrekler, karaciğer ve mide, bağırsak sistemi ile kemik iliğinde hastalıklar. Amonyak: Boğaz, yemek borusu ve bağırsak sisteminde tahrişler. Bulantı, kusma, mide ağrıları yanı sıra metabolik ani doz gelişimine yol açar. Tifo, kolera, virütik sarılığın kirli sularla taşındığı bilinmektedir. Çocuk felci, amipli dizanteri ve basili dizanteri de sularla yayılmaktadır. Sıtma, sarı humma gibi hastalıkların aktarılmasında sular dolaylı bir rol oynamaktadırlar. Nüfusun büyük merkezlerde aşırı yoğunlaşması, içme sularına kanalizasyon sularının karışması, XXI. yüzyıla girerken hemen bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’nin en önemli çevre ve halk sağlığı sorunu olarak çözümlenmeyi bekleyen sorunlarıdır.