Korona virüs nedeniyle dün 16 kişi kaybettik. Sayı azaldı diye seviniyoruz. Bakan, “Bugün kaybettiklerimizin sayısı azaldı” diyor. Oysa, her bir can değerli değil mi? Yaşamını kaybedenlerin her gü...

Korona virüs nedeniyle dün 16 kişi kaybettik. Sayı azaldı diye seviniyoruz. Bakan, “Bugün kaybettiklerimizin sayısı azaldı” diyor. Oysa, her bir can değerli değil mi? Yaşamını kaybedenlerin her gün sayıyla ifade edilmesi içimi acıtıyor. 1970 li yılların sonlarıydı. 1978, 1979 yılları. Askeri darbeye adım adım yaklaşan Türkiye’de her gün onlarca insan kurşunlanarak, dövülerek, bomba ile parçalanarak öldürüldü. Gazetelerde ölenlerin sayısı her gün bir tablo ile yayınlandı. Bugünlerde korona virüs istatistiklerini gösteren tabloya benzer bir tablo. Ölenlerin ve yaralananların sayılarını içeren tablo. Sonra, şehit sayıları. Şehit haberleri. Şehit haberleri arttıkça yine tablo. Yine rakamlar, istatistikler. Şehit yoksa derin bir oh çektik. Bir de trafik kazaları. Günde ortalama 20 kişinin can verdiği, trafik kazaları. Ölümlü kaza sayıları, ölen ve yaralanan sayıları hiç azalmadı. Sürdü gitti. Öyle sıradan hale geldi ki artık günlük sayılar açıklanmaz oldu. Korona virüs nedeniyle dün 16 kişi kaybettik. Kimdir? Neredendir? Evlatları var mı? Anne ve babası? Peki, geride kalanlar? Onlara kim bakacak? Yarım kalan işleri var mı? Borcu veya harcı? Düşünsenize; 16 kişi öldü diye seviniyoruz. Korona virüs can almaya devam ediyor. Ancak, sayı azaldı. Tablo gerekli. Sayılar, rakamlar, istatistikler elbette gerekli. Ancak, şu da bir gerçek: Tek bir kişinin bile kaybedilmesi, tüm insanlığın kaybedilmesi demektir. Bir tek kişiyi kurtarabilmek, tüm insanlığı kurtarmak demektir.