Orhan Veli ve Nâzım Hikmet’in ilişkisi son derece saygındır. Her ne kadar ilk zamanlar Nâzım, Orhan Veli ve diğer Gar...

Orhan Veli ve Nâzım Hikmet’in ilişkisi son derece saygındır. Her ne kadar ilk zamanlar Nâzım, Orhan Veli ve diğer Garipçileri “burjuva şairi” olmakla ve “toplumcu şiirin önünü kesmekle” suçlasa da sonradan fikrini değiştirecek ve Orhan Veli için dehşetli sıcak dizeler yazacaktır. Türkiye’de en kapsamlı Orhan Veli araştırmacısı kuşkusuz Şeref Özsoy’dur. İstanbul’da bir Orhan Veli Şiir Evi kuran Özsoy, internet sitesinde son derece ilginç bir saptama yapmış. Orhan Veli’nin ve Nâzım Hikmet’in takma isimleri üzerinden, iki ünlü şairin ilişkisini sorgulamış. Üstelik hiç de zorlama değil bence... Şöyle özetleyelim; Orhan Veli, Oktay Rifat’ın deyimiyle “atmaya kıyamadığı şiirlerini” Mehmet Ali Sel takma ismiyle yayınlar. Aynı günlerde (1930’ların ortaları) Akşam gazetesinde yazan Nâzım Hikmet ise “Orhan Selim” takma ismini kullanmaktadır. O günlerde yirmili yaşlarının başında olan Orhan Veli sağda solda henüz henüz şiirler yayınlamaktadır ve çok da tanınmamıştır. Nâzım, 1925 Takrir-i Sükûn yasasından sonra ‘komünist şair’ olarak anılmakta ve izlenmektedir. Zaten mevcut ideoloji, onun üstüne çullanmak için bir bahane aramakta, bu bahaneyi de, 1938 yılındaki ‘Harp Okulu Davası’ adıyla bildiğimiz suçlamada eline geçirecektir. Neyse biz takma isimler üzerinden iki şairin yakınlığına dönelim. Nâzım, Orhan Veli’yi dikkatle izlemekte ve hatta ona, toplumcu olmadığı için kızsa da; onu yetenekli ve “istidatlı” bulmaktadır. Şeref Özsoy şöyle bir zincirleme yazmış; “ORHAN SELİM-ORHAN SEL’İM-ORHAN VELİ'M”...Böylece Orhan Veli’nin takma ismi Mehmet Ali Sel’deki “Sel” ve Nâzım Hikmet’in takma ismi olan “Orhan Selim” bir araya gelmiş ve bu benzeştirme ortaya çıkmış... En azından sevimli bir yaklaşım... İlk zamanlarda, şiir anlayışları açısından birbirlerine çok yakın durmaz her iki şairde... Nâzım Hikmet, cezaevinden Memet Fuat'a yazdığı bir mektupta; "Mithat Cemal ne kadar şekilperestse, Orhan Veli de o kadar şekilperest, ikisi de yobaz" der. Onu içerik yönünden de eleştirir; "Orhan Veli'yle A. Kadir dil bakımından birbirlerine yakındırlar ve soldadırlar, lakin muhteva bakımından Orhan Veli merkezin sağına geçmiştir. En sağda değilse de sağdadır." ... Nâzım’ın bu kadar ağır eleştirilerinin ardında biraz da Orhan Veli’yi yetenekli bulması ama bu yeteneğini yanlış kullanmasına duyduğu kızgınlık vardır bence. 1940’lı yılların ikinci diliminde, Bursa Cezaevi’nde yatarken eline geçen bir Orhan Veli kitabını dikkatle incelemiş ve o dönem yazıştığı Adalet Cimcoz’a bakın bu değerlendirmeyi nasıl yapmış Nâzım: “...Orhan Veli’nin yeni çıkardığı şiir kitabından (...) iki üç şiiri yine gazetelerden okudum. Hoşuma gitti. Ne yaptığını, ne yapmak istediğini gayet iyi anlıyorum. İstidatlı çocuk. Bizim edebiyatta yeri var ve olacak. Ama gelgelelim ve kendisi için ne garip tezat, yeni bir şey yapmıyor ve söylemiyor. Oğlan için şiir, sanat, bir çeşit marifet göstermek, hoşça vakit geçirmek, tatlı bir keder vermek, zeki bir gülümsemeye sebep olmak vasıtası... Hoşa gidiyor. Bir sanat eseri için hoşa gitmek ve bununla iktifa etmek kafiyse mesele yok. Ah şu gerçekten çok istidatlı delikanlılarla şöyle bir saatçik baş başa verip konuşabilseydim... Kabiliyetlerini, zekâlarını, nasıl yaramaz ve müsrif çocuklar gibi avuç avuç harcadıklarını, şeytan uçurtmaları yapmakla vakit geçirdiklerini söyleyebilseydim... Bak, Bedri Rahmi, Orhan Veli’ye nazaran çok daha zahmete değer iş yapıyor. Bizim edebiyat tarihinde Orhan Veli, Cenap Şahabettin ve Ahmet Haşim’den geliyor. Daha doğrusu, belki hiç aklına getirmediği ve farkına varsa küplere bineceği halde, onların yaptıkları işi yapıyor. Hâlbuki Bedri’de bu kötü miras yok. Bu işte sosyal durumlar bir yana bırakılırsa kültür ayrılığının rolü ortaya çıkıyor.” Nâzım’la Orhan Veli’nin birbirini sevmediği ve atıştığı yönünde garip ve asılsız bir hava vardır bazı çevrelerde. Ne kadar yanlış... Oysaki her iki şair de birbirini çok dikkatli izlemişlerdir. Orhan Veli’den 12 yaş büyük olan Nâzım’ın kalemi karakterini çoook öncelerden yarattığı için, belki Orhan Veli’nin ‘lümpen, sokak dilini kullanan serseri şiiri’ ilk anda içerdiği insani sıcaklığı yaşatamamış olabilir Nâzım’a. Ancak bu düşünce bile ‘istidatlı çocuk’ Orhan Veli’yi dikkatle izlemekten almamıştır Nâzım’ı. Hatta o denli yakından izlemiştir ki Nâzım; neredeyse Orhan Veli’yi ‘kıskanacak’ kadar yakından...... Elbette ki, tepeden tırnağa kadar haklısın. İnsanlar arasındaki çeşitli münasebetlerde, insanlar birbirlerinin çeşitli taraflarıyla ilgilenirler. Beni tıraş eden berberin çok usta olması yetmez, ağzının kokmaması da şarttır. Sesini plaktan dinlediğim müddetçe falanca şarkıcı bayanın bedeniyle ilgilenmem, fakat sahnede seyredeceksem biraz yakışıklı olması icab eder (...) Lafı uzattım, yani demek istediğim, kocalarının yanında Orhan Veli’nin boynuna sarılan sayın bayanlar herhalde onun erkekliğini de beğeniyorlardır. Bu bahiste mesele değişir. Biz erkeklerin çirkin saydığımız nice erkekler tanıdım ki, kadınları kırıp geçirmişlerdir. Bunun aksi de, bayanlar için variddir. Anlaşılan Veli’nin yazılarıyla eksite olan bayanlar- onun senin tarifine göre komik çirkinliğiyle de kelbi- hasta bir süreksitasyona düşüyorlar. Hasılı aferin delikanlıya...” (Bursa Cezaevi’nden Adalet Cimcoz’a yazdığı bir mektuptan) Garip kitabının önsözündeki ‘şairaneliği yıkacağız’ diyen ses, kafiyeyi tümüyle reddetmeyen komünist şair Nâzım’ın kafasını karıştırmıştır aslında. Nâzım her ne kadar bir ‘ağabey’ edasıyla Orhan Veli ve arkadaşlarının yeni şiirini ‘şeytan uçurtması yapmak’ olarak yorumlasa da; bu yeni ve devrimci şiir atağını gözden uzağa atmamış, bunu çok uzun uzadıya ve derinden düşündüğünü bildiren izler bırakmıştır edebiyat tarihine. Aynı günlerde; Garip (1941), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946) kitaplarının ardından, Orhan Veli’nin ‘Yenisi’ adlı dördüncü şiir kitabı yayınlanır. (1947) Bu kitabın en büyük özelliği Orhan Veli’nin diğerlerinin aksine bu kitabında ilk kez toplumsal gerçekçiliği eserlerinde kullanmasıdır. Kitapta Kanık'ın on altı şiiri yer almaktadır. Orhan Veli, ilk kitabı Garip'te bireyleri teker teker ele alıp küçük insanların hikâyelerine anlatırken, ‘Yenisi' kitabında, bireyleri tek başlarına değil topluluk olarak anlatmaya başlar. Yani ‘Yenisi'nde şair, halkın ihtiyaçlarına eğilmeye başlar. ‘Sucunun Türküsü’ ya da ‘Zilli Şiir’ bunlara örnek sayılabilir. Kitaptaki şiirler, Garip akımı çizgisini izleyen diğer şiirlerin aksine uzun ve dramatiktirler aynı zamanda. Orhan Veli bu şiirlerde yer yer kafiyeden de yararlanır. Kitap kadar kitabın kapak ve iç resimlemeleri de büyük yankı yapar. Bu resimler dönemin yükselen genç ressam ve şairi Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından çizilmiştir. Bu değişim, Nâzım’ın gözünden kaçmaz. Örneğin, Çankırı Hapishanesi'nden Kemal Tahir'e yazdığı 13 Şubat 1947 tarihli mektubunda, ‘Yenisi’ kitabının ilk şiiri olan ‘Tahattur’ şiirinden söz eder Nâzım; "Demek istediğim, şairaneliğin kelimeleşmiş ifadeleri sade mavi ufuklar, pembe bulutlar filan değildir. 'Vesikalı Yarim' de şairanedir." (Meraklısına Not; Orhan Veli’nin “Tahattur” şiirini hatırlayalım. “Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden; tabakam senin yadigârın; İki elin kanda olsa gel! diyor telgrafın; nasıl unuturum seni ben vesikalı yarim?”)Yenisi’ kitabıyla başlayan şiirdeki bu duru, yalın ve zeki sesleniş, Nâzım’da büyük bir sempati ve hayranlık kazanır. Nâzım, Bursa Cezaevi’ndeyken kendisine gönderilen bu şiir kitabının kapağına ‘hayran kalır’. Öyle hayran kalır ki "sakın kaybetme" notuyla birlikte kitabı oğlu Memet'e gönderir. ‘Bir Şiir Kitabının Kapak Resmi’ adlı şiirini de bu kitap için yazar. Adalet Cimcoz’a yazdığı bir mektupta da bu kitap için çok samimi sözler kullanır. Adalet, Bedri Rahmi’nin Orhan Veli’nin şiir kitabı kapağına yaptığı resme baka baka bir hal oldum. O resmin insanı nasıl masal gibi dalgalara düşürebileceğini, nasıl harikulade bir rüya, sergüzeşti, çocukluk şiiri olduğunu anlamak için, bu mazhariyete erip bu tadı tadabilmek için çok ağır bir fiyat ödemek, benim gibi on yıl hapis yatmak lazım... Ve insan kapaktaki resmin şiirini okuduktan sonra, kitabın içindeki –hem de bir kaçı çok cici – şiirleri yavaş buluyor ve hatta klasik manasıyla şiir yazmaktan ürküyor. Bedri’ye teşekkür ederim, beni mest etti delikanlı, sağ olsun...” Orhan Veli, 1 Aralık 1949 tarihli Yaprak Dergisi'nde ‘Dalga’ adıyla bir şiir yayınlar. “Öyle bir yerde olmalıyım. / Öyle bir yerde olmalıyım ki / Ne karpuz kabuğu gibi / Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi... / İnsan gibi.” Nâzım’ın bu ılık dalgalanmaya tepkisi çok şaircedir. ‘Yatar Bursa Kalesinde’ kitabının son şiiri, ‘Bir Hazin Hürriyet'tir ve Nâzım bu şiirinde isim vermeden Orhan Veli’ye selam açar; “Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil. / İnsan gibi yaşamalıyız dersin, / Büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi / Yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle hürsün!” Nâzım yurt dışına kaçtıktan 5 ay sonra Orhan Veli ölür. Duruma çok üzülen Nâzım, üzüntüsünü Budapeşte Radyosu’na konuk olduğunda dillendirir. Budapeşte Radyosu'na uzun bir söyleşiyle konuk ederler Nâzım’ı. Radyodaki görevli Nâzım’ın sık sık yolculuk ettiğini, bu yolculuk sırasında bavulunda neler olduğunu, kimleri okuduğunu sorar. Nâzım, çok kısa bir yanıt verir; “Şimdi size söyleyeyim, mesela benim bavulumda neler var. Don, gömlek, tıraş takımı; bir de kitap doludur bavulum. Sevdiğim kitaplar... Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu. Ama ölümsüz…” Budapeşte Radyosu’nun spikeri, Nzım Hikmet’ten, yanında taşıdığı Orhan Veli kitabından şiir okumasını rica eder… Nâzım; “Hay hay! Hemen başlayalım” diyerek Orhan Veli’den”çok sevdiği” bir şiir okur: “Uzanıp yatıvermiş, sere serpe; / entarisi sıyrılmış, hafiften; / kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor; / bir eliyle de göğsünü tutmuş. / içinde kötülüğü yok biliyorum; / yok, benim de yok ama… / olmaz ki! / böyle de yatılmaz ki!” Şiiri kederli bir şekilde okuyan Nâzım’ın dudaklarından belli belirsiz şu sözler dökülür; “Ne güzel Türkçe. Sonra nasıl İstanbul! ... Nasıl İstanbul kızı! ...” Nâzım Hikmet, radyo programında Orhan Veli’nin “Sereserpe” şiirinin ardından sırasıyla “Delikli Şiir”, “Vatan İçin” ve “Cevap” adlı şiirleri okuduktan sonra, Orhan Veli’den son olarak “Gelirli Şiir”i okur… Ama, Gelirli Şiir’i okumadan önce şunları söyler; “Bir tane daha okuyayım. Doyum olmuyor ki…” Bir de Nâzım’ın 1950 Nisan’ında yattığı açlık grevi sırasındaki yoldaşlıkları vardır Orhan Veli’yle Nâzım’ın... Nâzım açlık greviyle kendini öldürecekken, tüm dünya aydınlarıyla birlikte ‘Yaprak’ dergisinin üç yazarı Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’da Nâzım’ın bu eylemine ortak olmak için üç günlük açlık grevine yattıklarını duyururlar. Dönemin çok okunan gazetelerinden Kudret ve Ulus gazetelerince "Vatan hainliği ve Moskova uşaklığı" olarak nitelenen bu girişim, büyük bir polemiğe yol açar. (Meraklısına Not; Aldıkları tepkiler yüzünden açlık grevinin ikinci gününde bu eylemlerini sona erdirir ‘Yaprak’çılar.) Her ne kadar açlık grevini tamamlayamasalar da, Nâzım Hikmet'e destek veren yazılar yazmaktan da geri kalmazlar. Orhan Veli, 1 Mart 1950 tarihli Yaprak'ta, - dalgacı bir dille- bu konudaki tavırlarını ortaya koyan bir yazı yayınlar; "Bugün Avrupa'da tanınan bir tek şairimiz var: Nâzım Hikmet. O da bize rağmen tanınıyor. Biz, 'Aman kimse duymasın!' diyoruz. Ama faydası yok; duymuşlar. Nâzım Hikmet'i bize, onlar kabul ettirmeye çalışıyorlar. Adını, lehimize değil, aleyhimize kullanıyorlar. Bizi, büyük şairler yetiştiren bir millet olarak değil, büyük şairleri hapislerde süründüren bir millet olarak tanıtıyorlar." Kudret gazetesinin 11 Mayıs tarihli; "Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış!" manşetine karşılıksa Orhan Veli'nin yazdıkları tarihi bir güldürü gibidir. "Yurdumuzda sosyalist kelimesiyle komünist kelimesi arasındaki fark pek anlaşılamadığı, komünist kelimesi de çok kere vatan haini anlamına geldiği için bu başlığı ilkin curnalcılık saydık. Ama sonra, biraz düşündük; ilk korkumuzun boşuna olduğunu anladık. Çünkü bundan beş on gün evvel eski Devlet Başkanı Cemil Sait Barlas, Halk Partisi'nin bir Sosyalist Partisi olduğunu söylemişti. Söylemişti de, Demokratlar buna şiddetle karşılık vermişler, 'Siz sosyalist değilsiniz, asıl sosyalist biziz,' demişlerdi. Partilerimizin arasında bile kolay kolay paylaşılamayan bu sıfatı bize layık gördüğü için Kudret gazetesine teşekkür etmek istiyorum." Bu konu gündemi epey meşgul ettiğinden, Yaprak Dergisi'nin 15 Mayıs 1950 tarihli sayısında; haklarında ‘vatan haini’ diye manşet atan gazetelereyse şöyle bir yanıt verir Yaprak’çılar: "Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti. Bununla beraber fırsat düşkünü yazar bu hareketimize siyasi bir mana vermeye kalkıştı. Bizi, yabancı ülkelerde memleketimiz aleyhinde yapılan menfi propagandalara alet olmakla suçlandıranlar çıktı.” Bu saatten sonra aralarında muazzam bir şiir yoldaşlığı başlayan iki şair bakın birbirlerini nasıl şiir tarihine kazımışlar. Önce Orhan Veli’den Nâzım’a... ‘Hürriyete Doğru’Görmüyor musun, her yanda hürriyet; Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; Git gidebildiğin yere.” Nâzım’ın yanıtı 10 yıl sonra gelir. 15 Eylül 1958’de...Nâzım Orhan Veli’ye ‘oğlum’ diye seslenir.Denizin üstünde ala bulut / yüzünde gümüş gemi / içinde sarı balık / dibinde mavi yosun Kıyıda çıplak bir adam / durmuş düşünür. Bulut mu olsam, / gemi mi yoksa, / balık mı olsam, / yosun mu yoksa? Ne o, ne o, ne o / Deniz olunmalı oğlum; bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.” Ne güzel bu kalitede tarihi değiştirmek... Ne güzel şeydir unutmamak... değer verdiklerini her yere yanında götürmek... onları sonsuzca sevmek... sevmek... sevmek. Nâzım, o yıllarda Orhan Veli’yi çok özlemiş olmalı... Çünkü o dönem yazdığı iki ayrı şiirinde daha Orhan Veli’yi kalbinde ağırlar. Birincisi, 26 Nisan 1958 tarihli ’Slavya Kahvesi'nde Şair Dostum Tavfer'le Yarenlik’ şiirinde, ikincisi, 16 Ağustos 1959 tarihli Dörtlük şiirinde......konuşurken dalar dalar gideriz / bir yitirir, bir buluruz birbirimizi. hele sabahları, hele baharda / pırağ şehri yaldızlı bir dumandır / ve kızıl, kocaman bir elma gibi nezval geçer taze kabrinden / paramparça yüreği de elinde ve orhan veli'yle karşılaşırlar / urumelihisarı'ndan gelir o ve telli kavağa benzer orhan'ım / yüreciği delik deşik onun da biz de aynı loncadayız biliriz, tavfer / zanaatların en kanlısı şairlik sırların sırrını öğrenmek için / yüreğini yiyeceksin, yedireceksin...” Nâzım’ın en güzel dörtlüklerinden biriyle bu yazıyı bitirelim.Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi, Kimi Odesa'da yatar, kimi İstanbul'da, Pırağ'da kimi. En sevdiğim memleket yeryüzüdür. Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi” (Meraklısına Not; Odesa'da yatan kişi, ikinci eşi Lena Yurçenko'dur. Diğer iki kişiden biri; 6 Nisan 1958’de ölen Çek şair dostu Vitezsval Nezval, diğeriyse ‘oğlum’ dediği Orhan Veli’dir.)