“Kendi kendini aldatmak, benim sığındığım son duraktı; çünkü ciddi bir şekilde yaralanan kimse, hayatını kurtaracak sargı bezi temiz midir diye sormaz.” (Bir Maskenin İtirafları’ndan) Bugün size kanl...

“Kendi kendini aldatmak, benim sığındığım son duraktı; çünkü ciddi bir şekilde yaralanan kimse, hayatını kurtaracak sargı bezi temiz midir diye sormaz.” (Bir Maskenin İtirafları’ndan) Bugün size kanlı bir masal anlatacağım...Yukio Mişima’nın ancak masallarda olabilecek kadar cesur, ancak masallarda olabilecek kadar inançlı ölüm masalını... Yukio Mişima,gelenekçi ve sert bir disipline inanan babasının yazar olmasına karşı geldiği için takma isim almış Japon milliyetçisi Hiraoka Kimitake'nin takma adıdır. Mişima’nın hayatı boyunca tutkuyla bağlı olduğu iki değer vardır: Klasik samuray öğretileri ve meşrutiyetçi siyasi görüşlerinin sembolü olan Japon İmparatoru... Ona göre Japon İmparatoru gücünü güneşten alan, tanrısallığıyla dünyadaki her şeyden daha değerli bir imgedir. Onun kaybı yaşamın sonudur. İşte anlatacağım kanlı hikâyemizin temelinde de bu görüş yatar. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya kaybeder. Mişima gibi aşırı milletçi Japonlar bu durumu sindiremezler. Onuruna çok düşkün ülke insanında intihar salgın haline gelir. Onlar için “yüce Japonya” demek; geleneklerine ve imparatorlarına bağlı, onuru için düşünmeden canını verecek askerlerden kurulu bir ordusu olan ve asla teslim olmayacak bir samuray kültürünün olduğu bir ülkedir. “Bir samuray, ölmeden kılıcını bırakmaz” onlara göre... Ama 124. Japon İmparotoru Hirohito, II. Dünya Savaşı’ndan sonra teslimiyet belgesini imzalayarak, Japon milliyetçilerinde onulmaz bir düş kırıklığına neden olur. Kaybedilen Japon idealizmidir Mişima gibi düşünenelere göre; bu kabul edilemez. Çünkü ölümüne inanmak anlamına gelen kamikaze kültürü hiçbir boyunduruğu kabul edemez. Onlar böyle düşünürken, döneminin Japonyası eski düşmanı ABD’yle yaptığı antlaşmalarla teslim olur. Bu durum Mişima ve diğer Japon milliyetçilerinde tiksintiyle karşılanır. Mişima bir partizan haline gelir. “Mişima Ya da Boşluk Algısı” adlı kitabında Yukio Mişima’nın eserlerini, yaşam felsefesini ve hayatını inceleyen Marguerite Yourcenar onun politik karakterini şöyle tanımlar: “Ülkesinin bozgunundan ve bu bozguna eşlik edip onu izleyen olaylar; fethedilen adalarda askerlerin ve sivillerin kitlesel kıyım ya da intiharları; yeri geldiğinde zikrettiği Hiroşima; ‘Bir Maskenin İtirafları’nda devasa bir fırtınanın ya da bir depremin sonuçları gibi tasvir edilen Tokyo bombardımanları; çoğu zaman sadece ‘galip adaleti’nin işlediği siyasi davalar; yirmi yaşında bir genç adamın zekâsı ve bilinçli hassasiyeti tarafından algılanmayan ya da reddedilen şoklardır... Bu meşrutiyetçi, İmparator’a sadakatiyle sağcıdır, mazlum ve aç köylülere bağlılığıyla da solcudur. Hapishanede, sürekli dayak yiyen komünistlerden daha iyi muamele görmekten utanır.” Samuray geleneğinin sert ve idalize kültürüyle yetişen Yukio Mişima, 'ölüm' kavramına doğal sayılmayacak kadar yoğun bir ilgi duyan, parlak zekâlı, mecalsiz, fakat kan ve acıyla ilintili fantezileri olan bir gençlik geçirir. Ergenlik çağında yazmaya başlayan Yukio'nun ilk romanı 13 yaşındayken okul gazetesinde basılır. 1943 yılında Tokyo Üniversitesi'nin hukuk bölümüne girer. Fakültede öğrenciyken kısa hikâyelerini yayımlar. Bir hafta içinde satılan bu ilk hikâyelerin rüzgârıyla, uzun hikâyesi, "The Forest in Full Bloom / Çiçek Açmış Orman" adlı hikâyesini kaleme alır. Bu hikâyesi, öğretmeni Fumio Şimizu'nun desteğiyle ‘Bungei Bunka’ dergisinde basıldığında 16 yaşındadır. Eserin Tokyo'da 1944'de, yani savaşın son yılında, kâğıt kıtlığında kitap olarak basılması mucize sayılır. Fakat dört bin adet olarak basılan kitabın ilk baskısının yine bir haftada satılmış olması daha büyük bir mucizedir. Mişima’nın ilk romanı ‘Hırsızlar’ 1948 yılında basılır. Bu eserini ‘Kamen no Kokuhaku’ (Bir Maskenin İtirafları) adlı otobiyografik çalışması izler. Roman büyük bir başarı kazanır ve 24 yaşındaki Mişima'ya büyük bir ün kazandırır. Kendisine yazar olarak seçtiği isim "Mişima", Fuji Dağı'nın karlı tepelerinin dibindeki şehrin adıdır. "Yukio" ise kar demektir. İlginç olan, Yukio'nun ismi Japonca olarak yazıldığında, "Ölümle lanetlenen karmaşık / açıklanamaz şeytan" anlamına gelmesi... Mişima'nın dış görüntüsü birçok kadın için iticidir. Çok cılız bacaklarının üstünde, kasları fazlaca geliştirilmiş geniş bir bedeni vardır. Boyu 1.60 kadardır. Bir Japon dergisinde yapılan ankete göre ünlü yazar ile evlenmektense kendilerini öldürmeyi tercih edeceklerini söyleyen Japon kadın okuyucu oranı % 50’dir. Birçok incelemecinin ortak olduğu görüş, Yukio Mişima'nın en büyük fantezisinin, acılar içinde, şiddet ve kan içeren bir ölüm düşüne tutkuyla bağlı olmasıdır. Hatta ünlü ressam Guido Reni’nin ‘Aziz Sebastianus’ tablosunun karşısında neredeyse kendini kaybettiğini ve bunun hayatı boyunca hissettiği en büyük cinsel dürtü olduğunu söyler. Tabloda elleri bağlı, çıplak bedenine oklar saplanmış genç bir erkek figürü vardır. Tablodaki onu tahrik eden görüntüye öyle özenir ki Mişima; yıllar sonra aynı pozu vererek fotoğraf bile çektirir. Eşcinselliğini gizlemeyen Mişima’nın,"kişinin, cinsel hazda ulaşabileceği en üst nokta seppuku’dur” dediğini de herkes bilir.( Meraklısına Not; Seppuku; kendo denen kısa bir kılıçla, iç organların dışarı çıkmasını sağlayan bir Japon intihar ritüelidir. Samuray geleneğinde suçlu olmak, savaşta başarısız olmak, utanç sayılan bir durumun içine düşmek samurayın yaşamı boyunca beklediği ölüme korkunç acılar içinde kendi intiharıyla gitmesini emreder. Seppuku, kişinin hazır olduğu an bıçağı karnına saplayıp sağ-sol hareketleri yaparak diyaframını ve midesini parçalayıp büyük acılar içinde ölüme ulaşmasıdır. Zamanla bu tekniğin verdiği acıyı bir nebze azaltmak üzere, seppuku yapan kişinin en yakın arkadaşına ölümü hızlandırmak için seppuku yapan kişinin kılıçla başını kesme görevi verilmiştir.)

JAPON EDEBİYATI

Savaş sonrası Japon edebiyatının en önemli yazarı olan Mişima; yazmak ve solcu üniversitelilerle tartışmalar yapmak yetmeyince idealleri doğrultusunda 1968 yılında bir dernek oluşturur. Daha doğrusu ‘özel bir ordu’ kurar... “Tate no Kai”, yani ‘Kalkan’ adını verdiği bu orduya katılan 100 kadar gencin bedensel ve felsefi eğitimini üstlenir. Eğitimler bir kampta, bizzat yazarın kendisi tarafından verilir. Liderinin, yani Mişima’nın ağzından bu örgüt şöyle tanımlanır: “Kalkan Derneği bekleme durumunda bir ordudur. Günümüzün ne zaman geleceğini bilmek imkansız. Belki hiçbir zaman, belki de bilakis yarın. Oraya kadar hazırolda kalıyoruz. Sokaklarda gösteri yapmak yok, molotof kokteylli ya da taşlı kavgalar yok. En son ve en beter ana kadar, eylemlerle şerefimizi tehlikeye atmayı reddediyoruz. Zira dünyadaki en küçük ve ruhuyla en büyük orduyuz.” Askerlikten tüberküloz olduğuna dair sahte bir raporla çürüğe ayrılan Mişima, 25 Kasım 1970 günü, tarihi şaşkınlığa düşüren eylemini uygulamaya koyar. Sabah erkenden kalkar. Yayıncısına söz verdiği gibi son yazdığı romanını (Meraklısına Not; Bereket Denizi dörtlemesinin son kitabı olan ‘Meleğin Çürüyüşü’ kitabıdır bu), yayıncısına gönderilmek üzere bir zarfa koyar. Bir diğer zarfa da bir miktar para... Bu para, ertesi gün başları belaya girecek olan, bugün yapacağı eylemde yanında olacak dört Tate no Kai militanının mahkeme masraflarına ait bir paradır. Ardından karısına bir not bırakır: “Herkes ölür ama ben sonsuza kadar yaşayacağım.” Kurduğu ordunun, yine kendisinin tasarladığı üniformasını giyer. Dört arkadaşı (Masakatsu Morita, Furu- Koga, Ogawa ve Şibi-Koga) onu yeni alınmış bir arabayla evinden alırlar. Hepsi ‘Kalkan Derneği’nin üniformaları içindedirler. Basına günler öncesinde haber verilmiştir. Mişima, Tokyo’da bulunan Ichigaya Karargâhına gidip Genelkurmaydaki komutanlarından birisine 17. yüzyıldan kalma bir samuray kılıcı hediye edecektir. Karargâha rahatça girerler ve komutanı sandalyesine bağlayıp kapının ardına odadaki sandalye ve ağır eşyaları koyarak giriş çıkışları bloke ederler. Mişima’nın son bir görevi vardır. Ünlü bir balkon konuşması yapmak! Savunma Bakanlığı’nı basan bu beş adam, bakanlıktaki bütün birliklerin dışarıda toplanmasını, yoksa rehineyi öldüreceklerini bildirirler. Bunun üzerine 800’e yakın insan bahçede toplanır ve Mişima balkondan onlara son derece milliyetçi bir konuşma yapar. Karargâhın geniş balkonuna çıkar. Aşağıda yaklaşık 800 asker ve basın mensupları Mişima’nın; İmparatorun haklarının geri verilmesini, yeni anayasanın orduyu kısıtlamasının getirdiği tehlikeleri ve batılı anlayıştan uzaklaşıp samuray kültürüne dönülmesiyle ilgili konuşmasını şaşkınlık içinde dinler : “Biz Japonya’nın refah sarhoşu olduğunu ve ruhsuzluk içinde mahvolduğunu görüyoruz… Ona kendi suretini tekrar göstereceğiz ve bunu yaparak öleceğiz. Sizin için ruhun öldüğü bir dünyayı kabullenirken sadece yaşamanın önemli olması mümkün müdür?.. Ordu kendi var olma hakkını inkar eden o antlaşmayı koruyor… (Meraklısına Not; Bir yıl önce yenilenmiş olan Japonya-ABD antlaşmalarından söz ediyor) Japonlar olarak temel değerlerimiz tehdit altındadır...”  

BEYAZ BANT

Mişima konuşmasını alnına taktığı beyaz bir bantla bitirir. Bu bant kamikazelerin ölüme giderken taktığı bandın aynısıdır. Yuhalamalar, küfürler, alçaltıcı sözler yükselir aşağıdaki kalabalıktan. Mişima’nın içeri girmeden önce son sözleri, “Beni yeterince iyi duyduklarını sanmıyorum” olur. İçeriye girip diz çökeceği yeri biraz temizler ve üniformasının düğmelerini yavaşça açıp, Tate no Kai üyelerine son kez bakar. Elinde kılıç tutan Masakatsu Morita’ya -Ona,Mişima’nın kurduğu ordu içinde Mişima’nın nişanlısı gözüyle bakılmaktadır- döner ve son kez ona bakar. Morita çok acı çekmemesi için ömrünü adadığı liderinin başını vuracaktır. Ama öncesinde ritüele başlanacak ve Mişima karnını deşecektir. Sandalyeye bağlanan general durumu fark edip; “Yapma” der Mişima’ya… “Lütfen yapma.” Mişima karnını işaret ve orta parmağıyla işaretleyip, kılıcını o boşluktan içeriye sokar. Pembemsi bir bağırsağın görünmesiyle birlikte odayı kesif bir koku kaplar. Bu arada Marito, seppuku’yu tamamlamak için kılıcını indirir. Fakat Mişima’nın kafasını gövdesinden ayırmayı başaramaz. Mişima’nın sırtında derin bir kesik açılır... Odada Marito’nun aşırı terlediği ve ellerinin titrediği görgü tanıklarınca bildirilecektir sonraları... İkinci darbe halıya isabet eder ve üçüncüsü Mişima’nın çenesine… Bunun üzerine kılıcı diğer militan Furu-Koga çeker alır ve tek vuruşla Mişima’nın acısını sonlandırır. O sırada Morita da yere çöker ve Mişima’nın karnına sapladığı bıçakla o da karnını yararak seppuku yapar. Ancak o kadar güçsüzleşmiştir ki derin bir yarık açmayı başaramamaktadır, bunun üzerine seppuku kurallarınca onun da başı hemen kesilmelidir ve bu görev gene Furu-Koga’ya düşer. Halının üstünde iki kesik baş vardır şimdi... Ardından büyük bir sessizlik olur. Elleri bağlı general öne doğru eğilir ve bir Budist duasını mırıldanmaya başlar: “Namu Amida Butsu...” İntihar sessizliğini generalin sesi bozar: Mişima’nın ağlamakta olan üç yoldaşına, “Doyasıya ağlayın, fakat kapılar açıldığında kendinizi tutun” der. Arkasından ekler: “Bu naaşları doğru dürüst örtün”... Son cümlesiyse kendi içindir: “Beni astlarıma böyle kıskıvrak bağlı mı göstereceksiniz?” Generali bağlı olduğu sandalyeden çözerler. Mişima’nın ölümü çevrede çok tuhaf karşılanır… Başbakan sadece, “Deliydi o” der. Oğlunun ölümünü radyoda öğle haberlerinde öğrenen babasının tepkisiyse şu olur: “Başıma ne işler açacak şimdi. Yetkililerden özür dilemem gerekecek.” Olayı bindiği takside öğrenen eşi;“Bekliyordum ama bu yıl değil...” derken, tek farklı ve cesur tepkiyse, onu babasının baskıcı tutumundan korumak için hayatı boyunca çırpınan annesinden gelir: “Ona acımayın. Hayatında ilk kez, yapmayı arzu ettiği şeyi yaptı.” Bu kanlı masaldaki ölümüne tavrı yıllar sonra değerlendirdiğimizde, “ölümü, inandığı uğurda siyasi bir manifestodur” demek en doğrusu sanki? Böyle bir ölümü net olarak açıklayamasak da, belki de en olası açıklama; “Yaşama doymayan varlıklarda ölüm düşkünlüğü sık görülen bir şeydir” diyen Marguerite Yourcenar’ın görüşüdür... Üç kez aday gösterildiği ve ölümünden tam bir yıl önce almayı umduğu Nobel Edebiyat Ödülü’nün,dostu ve ustası büyük yazar Kavabata’ya gittiğini görmekten ötürü hayal kırıklığına uğradığını öne sürenler de vardır. Ancak, Mişima’nın ölümünden bir yıl sonra da Kavabata’nın mutfakta açık bıraktığı gazla intihar etmesi, bu görüşü çürütmektedir. Film ve tiyatro yönetmenliğinin yanı sıra senfoni orkestrası yöneten, kendi evi dahil mimari tasarımlar yapan, cüretkar pozlarla fotomodellik ve filmlerde oyunculuk yapan Mişima’nın, neredeyse tüm romanları Türkçeye çevrilmiştir. ‘Bereket Denizi Dörtlemesi’ diye bilinen; ‘Bahar Karları’, ‘Kaçak Atlar’, ‘Şafak Tapınağı’ ve ‘Meleğin Çürüyüşü’ kitaplarından başka; en ünlü romanı sayılan ‘Bir Maskenin İtirafları’ ve ‘Dalgaların Sesi’ de dilimize çevrilmiştir. Kısa hikâyelerinden oluşmuş ’Yaz Ortasında Ölüm’ ve cesur kitabı ‘Denizini Yitiren Denizci’ adlı kitapları da bulunan Mişima, “yaşamla uyuşamıyorsan, ya yaşayanları ya da kendini öldür” düşüncesine uygun davranarak yaşamış, kısacık hayatını ve inandığı uğurda ,“Tenno Heika banzai!” (İparatorum Çok Yaşa!) diyerek kendince şanlı bir ölüme gitmiştir. Marguerite Yourcenar’ın “Mişima Ya da Boşluk Algısı” kitabı, 2011’de, Haldun Bayrı çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıkmıştır.