Bir ülkeye ve o ülkenin ekonomisine duyulan güven, kamu otoritelerinin açı...

Bir ülkeye ve o ülkenin ekonomisine duyulan güven, kamu otoritelerinin açıkladığı rakamlara duyulan güven ile doğrudan ilgilidir…

Hatırlayınız…

2009 yılıydı.

Komşumuz Yunanistan’ı etkisi altına alan ve altı sene boyunca sürekli hükümetleri deviren dev ekonomik krizin kök sebepleri arasında, Yunan Maliye Bakanlığı’nın Avrupa Birliği İstatistik Ofisi’ne (EUROSTAT) verdiği rakamların manipüle edildiğinin ortaya çıkması vardı.

Başbakanlar bütçe açığını az göstermesi için Maliye Bakanlığı’na baskı kurmuş, rezaletin EUROSTAT tarafından anlaşılması ve tüm dünyaya duyurulması ile Yunanistan’ın düştüğü acıklı durumu hepimiz ibretle izlemiştik.

Maaşlarını çekemedikleri için ATM önlerinde ağlaşan emekliler, çalışanlarına maaş ödemekte zorlanan bir devlet…

Aynı şekilde Arjantin’in bugünkü ekonomik çöküşüne neden olan sürecin başlangıcı, istatistiki verilerin doğruyu yansıtmadığının anlaşılmasıydı.

Ülke bu sebeple üç kez uluslararası piyasaların dışına itilmişti.

 // ALACAĞIMIZ ÇOK DERS VAR

Her iki ülkeyi derin bir ekonomik ve siyasi krize sokan bu hatalardan bizim de alacağımız çok ders var.

Örnekler daha da çoğaltılabilir.

Tüm yazı ve yorumlarımızda Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Merkez Bankası başta olmak üzere kamu otoritelerinin resmi verilerini kaynak alıyoruz. Son yıllarda bu verilerin hesaplama yöntemlerinde sıklıkla yapılan değişikliklerin inandırıcılık sorunu yarattığını ısrarla ifade ediyoruz.

Sözgelimi işsizlik…

Türkiye’nin adeta sosyal bir yarası olan işsizliğin, pandemi dönemi ile ciddi bir artış gösterdiğini biliyoruz.

Ama rakamların dili farklı.

Kısa Çalışma Ödeneği, Nakdi Ücret Desteği, İşsizlik Ödeneği gibi araçlardan yararlananlar resmi verilerde “işsiz” olarak görünmüyor.

Keza “iş aramaktan umudunu kestiği için işsiz sayılmayan” 5 milyona yakın insanımız var.

// BİR YILDA 3 MİLYON İSTİHDAM!

TÜİK’in geçen hafta açıkladığı Nisan 2021 dönemi iş gücü istatistiklerine göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı, bir önceki aya göre 275 bin kişi artarak 4 milyon 511 bin kişi olmuş. İşsizlik oranı ise 0,9 puanlık artışla yüzde 13,9 seviyesinde gerçekleşmiş.

Ve yaratılan istihdamda yaşanan müthiş patlama!

Hem işsizliği hem de istihdamını artırma başarısı göstermemize ne dersiniz?

Şu rakamlara bakar mısınız?

TÜİK’in açıklamasına göre, 2021 yılının ilk dört ayında 1 milyon 756 bin kişiye iş sağlamışız!

Son bir yıldaki istihdam artışı ise 2 milyon 987 bin kişi olmuş!

Gözlerinizin yuvalarından fırladığını görür gibiyim.

// KUŞKU PERDESİ KALKMALI

Pandeminin adeta ortalığı kasıp kavurduğu, sokakların işsiz ve açlığa mahkûm edilmiş milyonlarca insanla dolu olduğu bir ülkede, “Son bir yılda 3 milyon kişiye iş sağladık” derseniz, akıl sağlığınızdan şüphe duyulur.  Devletin namusu olarak görülmesi ve güvenilmesi gereken rakamların üzerinden kuşku perdesini kaldırmamız şart. Bu akıl almaz sonuçları doğuran revizyonlara karşı getirilen eleştirilere bile TÜİK’ten doyurucu yanıt alınmış değil. Türkiye’nin saygınlığından kuşku duymadığı pek çok iktisatçısı, TÜİK verilerinin gerçek hayatta karşılık bulmamasını, hesaplama yöntemlerindeki hataları sık sık kamuoyunun gündemine taşıyorlar. Şayet bu rakamlar üzerinde “uluslararası ölçekte” bir kuşku oluşur ve hatalı olduğu kanıtlanırsa, Yunanistan’dan bin beter oluruz, bizden hatırlatması…

++++++++++++++++

Türk basını bu  SaBıKa’dan kurtulmalı!

Bu sütunlarda birkaç kez ifade ettiğimi sanıyorum.

Türkiye’nin içine yuvarlandığı ekonomik, sosyal ve siyasal çöküntünü vasatlığın, cehaletin baş sorumlusu iki meslek grubudur.

Benim de uzun yıllardır mensubu olduğun Gazetecilik, bu sıralamada tartışmasız birinciliği elde ederken; göz göre göre yapılan hataları bildiği halde kamuoyuna duyurmaktan, siyasi iradeyi uyarmaktan imtina eden, yıllardır suskun vaziyette kalan iş dünyası hemen ardımızda yer alır.

Neden mi?

Yaklaşık iki aydır, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in itiraf videoları ile yatıp kalkıyoruz.

Yakın tarihimizde kimlerin hangi rezilliklere bulaştığını ibretle ama hayret etmeyerek okuyoruz.

Bir suç örgütü liderinin söylediklerini analiz ederek, ona paye veriyorsun” diyen okurlar varsa, kalplerini kıracağımdan kuşku duymasınlar.

// AKIL ALMAZ İDDİALAR

En az “söyleyen” kadar önemli olan “söylenenler” arasında mutlak doğru olan pek çok itiraf bulunuyor. Sedat Peker, pek çoğunda kendisinin de yer aldığı ya da payının olduğu suç dosyalarını yer vererek, zaman vererek, tanık göstererek anlatıyor.

Hâlâ anlamak istemeyen kalın kafalılara görüntü servisi yapıyor ya da yapacağı uyarısında bulunuyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım hakkında akıl almaz iddialarda bulunuyor. Bakan Soylu, hakkındaki iddiaların araştırılmasını istemesi ve yargı organlarının elini rahatlatması için istifa etmesi gerekirken, Peker hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın durumu ise daha trajik.

Oğul Yıldırım tek kelime açıklama yapmıyor ama “okulda şikâyet gelen çocuğunu koruyan baba” rolüne soyunmak Binali Yıldırım’a düşüyor.

O da Peker hakkında suç duyurusunda bulunuyor…

Ve bu yazı kaleme alınana kadar tek bir Cumhuriyet Savcısı bile iddiaları soruşturmak için harekete geçmiyor.

// YAŞANAN DURUM: ÇÜRÜME

Yaşadığımız durumun adı tek kelime ile çürümedir.

Ve takkeden fötr şapkaya terfi eden “meşhur gazeteci” Veyis Ateş.

Daha birkaç sene öncesine kadar kimsenin tanımadığı, İlahiyat mezunu olmak ve Yunan işgalini savunan hain “Fesli Kadir” ile resim çektirmenin ötesinde mesleki başarısı olamayan bu gazeteci arkadaş, hakkında onca iddia ortada iken tek kelime açıklama yapmaya tenezzül bile etmiyor!

Herhalde “unutulur gider” diye düşünüyor…

Meslekteki kıdem basamaklarını hoplaya zıplaya arkasında bırakan bu gazeteci, Haber Türk gibi gazetecilik hassasiyeti olduğu varsayılan bir medya grubunda nasıl işe alınıyor, nasıl en tepe noktalara çıkarılıyor?

Hem Türkiye’de hem ABD’de aranan Sezgin Baran Korkmaz adlı iş adamı ve sahibi olduğu SBK Holding ile tuhaf ilişkilere giren gazetecilerin isimleri, meslektaşlar arasındaki muhabbetlerin mavrası olabiliyor.

Masumiyet karinesi” ilkesine dikkat etmekle birlikte, herkesin üç maymunu oynaması hepimizi şaşırtıyor.

Koca bir ülkenin vatandaşları olarak, sadece izlemekle yetiniyoruz…

// KİM BU HÂYÂSIZLAR?

83 milyon olarak ülkemizin nasıl çürüdüğünü, değerlerinin nasıl yok olduğunu her gün TV ekranlarından izliyoruz.

Sabıkalı iş adamı Sezgin Baran Korkmaz’ın holdingi SBK’yı, “Sabıka” kelimesinin içine yedirerek hem mesleğimizi hem kişiliklerini kirleten gazeteciler için de bir “Temiz Eller” operasyonu gerekiyor.

Sahibi olduğu kirli ilişkiler ağı ile basında kendisine yer edinen, temiz ve dürüst gazetecileri refüze ederek açlığa mahkum bırakan, her gün TV ekranlarından hâyâsızca evlerimize seyirterek bizlere “ahlak” dersi veren soytarıların bu meslekten temizlenmesi gerekiyor.

Soruyoruz!

Hayırsever” iş adamları Sedat Peker’den, Rıza Sarraf’tan, “kırmızı bültenli” Sezgin Baran Korkmaz’dan rüşvet alan gazeteciler kimler?

Basın sektöründe acil olarak “Temiz Eller” operasyonu yapılmasını bekliyoruz…

+++++++++++++++

VATANDAŞIN KIZILAY’A BAKIŞINDAKİ DEĞİŞİMİ DE SORGULAYIN GÖKAY BEY

Benim gibi ilkokulu 80’li yılların başında okuyanlar için Kızılay ile ilk tanışma, öğretmenlerimizin sınıflarımızda dağıttığı sarı zarflar ile olmuştu.

O zarfları evlerimize götürür, harçlıklarımızdan artırdıklarımız kağıt paraları anne ve babalarımızın katkıları ile birleştirir, özenle yapıştırır ve velimize imzalatarak ertesi gün öğretmenimize teslim ederdik.

Kızılay, herkesin güveneceği, afet zamanında sığınacağı bir limandı.

Her şube başkanı ve her şube yönetimi gönüllülük esasına göre çalışır, o ilin ya da ilçenin en güvenilir kişileri arasından seçilir, siyasetin Kızılay’a burnunu sokmasına asla izin vermezlerdi.

Vatandaşlar da yaptıkları her türlü bağışın gerçekten de ihtiyaç sahiplerine harcanacağından zerre kadar kuşku duymazdı.

// KIZILAY 153 YAŞINDA

11 Haziran’da 153’üncü yaşını geride bırakan Kızılay, köklü bir geleneğe sahip kurum olarak her zaman başta Cumhurbaşkanları olmak üzere devletin himayesi ve gözetiminde olmuştu.

Dernek statüsünde olduğu için, bağımsız bir sivil toplum örgütü gibi de davranabiliyordu.

Ta ki son yıllara kadar.

Özellikle son yıllarda AKP hükümetlerinin yan organı gibi davranan, yine AKP’ye yakın şirketlerin TÜRGEV gibi vakıflara yaptıkları bağışlara aracılık eden, yöneticilerine astronomik maaşlar ödeyen Kızılay, vatandaşın gözünde müthiş prestij kaybetti.

“Bizim Kızılay’ımız” gitmiş, yerine siyaset mekanizmasının bir dişlisi görüntüsü veren bir sivil toplum örgütü gelmişti.

Bu durum elbette Kızılay’a yapılan kan bağışlarına ve nakdi bağışlara da yansıdı.

Geçen hafta Kızılay Ege Bölge Kan Merkezi Müdürü Dr. Gökay Gök’ün açıklamalarını okuyunca, düşünmeden edemedim.

Kan stoklarımız tükeniyor, dilenir gibi kan istiyoruz, bir günde alabildiğimiz 800 ilâ 1000 ünite kan, o günün ihtiyacına bile yetmiyor” diyordu Gökay bey…

Kızılay’ın eski ve sürekli bir kan bağışçısı olarak, başarılı çalışmalarına tanık olduğumuz Gökay beye dostça uyarımızı bu sütunlar aracılığı ile iletelim:

// O ESKİ KIZILAY NEREDE?

Vatandaşlarımızın kan verme konusundaki bilinç eksikliğini hesaba katmakla birlikte, kurumunuzun toplum nezninde hızla bozulan algısını lütfen masaya yatırın.

Bizlerin gözünde Kızılay, neden “O eski Kızılay” değil?

Daha birkaç gün önce, eski AKP Milletvekili Muhammed Murtaza Yetiş’in, Kızılay’ın Sağlık A.Ş. şirketine 30 bin TL maaşla Genel Müdür yapıldığı açığa çıkmışken; Yetiş’in eşi Sema Kopuz Yetiş’in de Kızılay’da üç ayrı koltuğunun olduğu bilinirken; Kızılay’ın güven erozyonu durdurulabilir mi?

Ezcümle…

Biz Kızılay’a gözümüz gibi bakacağız…

Kızılay’ı yönetenler de siyaset kurumunun ilişki mekanizmalarının bir dişlisi gibi davranmayacak.

Genel Müdür’ünden en alt kademedeki çalışanına kadar tüm Kızılay camiası; siyaset bağlantılı atamalarla, kuşkulu para transferleri ile ya da astronomik maaşlarla gündemi meşgul etmeyecek.

+++++++++++++++

BİR TARIM İHRACATÇISININ YÜREK BURKAN ÖZELEŞTİRİSİ…

Geçen hafta, Hollanda ve İsrail’in tarımda yarattığı mucizeyi konu alan yazım üzerine, uzun yıllardır tanıdığım bir dostumla dertleşme imkanı buldum.

Aile işletmesinde ürettiği tarım ürünlerini, Rusya başta olmak üzere yakın coğrafyalara ihraç eden bir işadamı dostumla laflarken, konu elbette Rusya ile tarım ürünlerinde yaşadığımız tartışmaya geldi. Rusya’nın pandemiyi gerekçe göstererek sertleşen tavrını anlayamadıklarını söyleyen işadamı dostum, bugünkü duruma gelinmesinde hem hatalı dış politikaların hem de tarım sektörünün kaliteye ve standardizasyona fazla önem vermemesinin yattığını öne sürüyor.

// DEVRAN DEĞİŞECEKTİ…

Ve bakın nasıl samimi bir özeleştiri yapıyor:

Tarım ürünleri ihracatçıları olarak, Rusya pazarı açıldıktan sonra çok uzun yıllar elimizde ne ürün varsa, kalitesine önem vermeden bu ülkeye ihraç ettik. Lojistik avantajımızı çok iyi kullandık. Müşterimiz mail ile siparişini verdiğinde aynı günün akşamı, bilemediniz ertesi gün malını kapısının önüne bırakıyorduk. Allah yukarıda, hepimiz çok iyi paralar kazandık. Ancak bu devranın böyle gitmeyeceği belliydi. Çünkü biz ihraç ürünlerinde yalnız değildik. Rakiplerimiz olan ülkeler çok daha yüksek kalitede ve AB standartlarına uygun üretilmiş, paketlenmiş ürünü aynı fiyata Rusya’ya satmaya başlayınca, onlar da bize dönüp o kalite ve fiyatı istedi. Daha sonra siyasi sorunlar, savaş uçağının düşürülmesi gibi hadiseler işin tuzu biberi oldu. Yani, Rusya ile yaşanan sorun bugün başlamadı. Uzun yıllardır yaşanan sorunların birikiminin, siyasi krizle birlikte gün yüzüne çıkmasını yaşıyoruz”

+++++++++++++++

Haftanın sözü

Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafaları ile döner…

Victor Hugo

E-posta: [email protected]