Kapışmanın ikinci perdesi: Servet-i Fünun ve Malumat karşı karşıya

Kapışmanın ikinci perdesi: Servet-i Fünun ve Malumat karşı karşıya Muâllim Naci’nin ölümünün ardından, uzun bir yas tutmaz kavgacılar. Günden güne yükselen, taraftarlarını çoğaltan yenilikçi anlayış, gelenekçi kalemleri destekleyen saraydaki yönetimi rahatsız etmektedir. Sinirler gergin, dikkatler yüksektir. İşte tam da bugünlerde nereden geldiği, kim olduğu çok da bilinmeyen bir adam, Muâllim Naci’nin bıraktığı yerden eski-yeni kavgasını sürdürmek için sahaya çıkar. Bu adamın adı Mehmet Tahir Efendi’dir. Sarayın desteğiyle kurduğu bir de gazetesi vardır; adı, Malûmat! Perşembe günleri yayımlanan, haftalık bir gazete. Şimdiki deyimle sarayın ‘tetikçisi’ olan bu gazete, 28 Kasım 1895 günü, Recâizâde Mahmut Ekrem’in, henüz kitap olarak yayımlanmamış; bir gazetede tefrika olarak yayımlanan “Şemsa” adlı uzun hikâyesini, yazarından izin almadan kendi gazetesinde de yayımlayınca, Zemzeme-Demdeme çatışmasıyla tansiyonu yükselen eski-yeni kapışmasının ikinci perdesi oynanmaya başlar. Kavganın kalitesi, daha ilk kışkırtmadan bellidir ki, düşük olacaktır yine! (Meraklısına Not; Şemsa, daha önce, Selanik’te yayımlanan Asır gazetesinde tefrika edilmiştir. Asır gazetesi, şu an hâlâ yayımlanan Yeni Asır’ın atasıdır.) Recâizâde, bu etik olmayan davranışı protesto ederken, olayın, Servet-i Fünun adıyla edebiyat tarihimize geçen topluluğun kurulmasına neden olacağını bilmiyordu kuşkusuz. Malûmat’ın bu durum karşısında özür dilemesi beklenirken; Tahir, Recâizâde’yi, eserinin devamını yazmamakla suçlayan; çok tuhaf, düpedüz yalan bir açıklama yayımlar gazetesinde: “Tefrika, maalesef yarım kalmıştır.” Çileden çıkan Recâizâde, Malûmat’ı Eğitim Bakanlığı’na şikâyet eder. Eğitim Bakanlığı da, Malûmat’ın 14 Kasım 1895 tarihli 23 ve 21 Kasım 1895 tarihli 24. sayılarını toplatarak olayı yatıştırmaya çalışır. Ama kim durdurabilir patlayacak olanı? Malûmatçının ‘acayip’ hikâyelerini uzun uzun anlatacağız ama bu noktada Şemsa’dan söz etmek isterim size. Gerçi, Şemsa’nın ne içeriği, ne gücü, ne de edebiyatımıza etkisinin hiçbir önemi yoktur bu kavgada. Şemsa, sataşma için bir bahanedir sadece ama yine de anlatalım. Recâizâde Mahmut Ekrem’in kitaplarından biri olan Şemsa, ilk olarak, 1896 yılında, İstanbul Âlem Matbaası tarafından basılan ve Samipaşazâde Sezai’ye ithaf edilmiş, 63 sayfalık uzun bir hikâyedir. Önsözünde 25 Temmuz 1894 tarihi yazılıdır. Demek ki; Ekrem, bu kitabı yayımlanmasından iki yıl önce kaleme almıştır. Hikâyenin asıl gövdesi, 8 ile 53 numaralı sayfalar arasına oturtulmuştur. İlk sekiz sayfada künye ve önsöz, 53. sayfadan sonra da, “Bir Yetimin Mezar-ı Mâderini Ziyareti” (Yetim Birinin Annesinin Mezarını Ziyareti) başlıklı, yazarın daha önce de yayımlanmış 7 sayfalık bir makalesiyle, “Genç Bir Validenin Kitabe-i Seng-i Mezarı” başlıklı altı beyitlik bir manzumesi bulunmaktadır. Şemsa’nın izinsiz yayımlanması, üstelik bir yalanla hakarete uğramak yenilikçi kanadı çok sinirlendirir ve harekete geçirir. Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan yenilikçiler, eski-yeni çatışmasını sistemli bir topluluk eylemine dönüştürürler. Bu yüzden, çatısı altında bir araya geldikleri derginin adıyla anılmaya başlarlar artık: Servet-i Fünuncular! Anlaşılan o ki; eski-yeni çatışması, artık bire bir kişilerin çatışmasından çıkıp, eski ve yeni mahallenin çocukları arasında, toplu yapılan bir sokak savaşına dönüşecektir. Kavga alanı bu kez gazete sayfalarında kalmayacak, dergi sayfalarına da sıçrayacaktır. Yenilikçi kanadın yüzü, Ahmet İhsan Bey’in (Tokgöz) sahibi olduğu Servet-i Fünun dergisidir. Servet-i Fünun; başlangıçta Servet gazetesinin eki olarak çıkarken, daha sonra Servet-i Fünun adıyla bağımsız olarak yayımlanan ve yayın hayatına 27 Mart 1891 günü başlamış bir dergidir. Sadece yayın hayatına başladığı dönemin edebiyatçılarına değil; daha sonra, sırasıyla Fecr-i Âti, Milli Edebiyat ve Yedi Meşaleciler diye adlandırılan anlayışların yazarlarına da sayfalarında yer verecek bir dergi! Yayın hayatına başladığı zaman bilim ve magazin dergisi olan Servet-i Fünun’un sayfalarında kimler yoktur ki; Jules Verne, Alphonse Daudet, Aleksandre Dumas, Ahmet Rasim, Nabizâde Nazım, diğerleri… Servet-i Fünun'dan önce, Şafak (1886) ve Ümran (1889) gibi kültür, sanat ve magazin dergileri çıkaran Ahmet İhsan Bey’in dergileri, sarayın sansürcüleri tarafından kapatılmış; bu durum yayıncıda, için için bir tepki yaratmış ve ilk bulduğu fırsatta kavgaya girme dürtüsü uyandırmıştır. İşte bu ruhsal zeminde; Servet-i Fünun, ‘suya sabuna dokunmadan’ çıkıp dururken; Recâizâde Mahmut Ekrem’in, Ahmet İhsan’ı etkileyip, yenicilerin yanına çekmesiyle; birdenbire, sadece döneminin değil, Türk edebiyat tarihinin de en güçlü edebiyat dergisine dönüşüverir. Bu dönüşümde, 1896 yılının 7 Şubat günü derginin yönetimine Tevfik Fikret’in geçmesinin büyük katkısı olduğunu bilmeyen yoktur bugün. Fikret, derginin sayfalarında, mizanpajında, içeriğinde köklü değişiklikler yapar. Derginin edebiyat dünyasına getirdiği en önemli yenilik, sanatsal sohbetlerin yer aldığı “Musahabe-i Edebiyye” (Edebiyat Söyleşileri) adlı bir sütunun, sayfalarında yayınlanmaya başlamasıdır. Savaşın büyük bölümü de bu sütunlarda kanayacaktır. Gelelim Malûmat’a ve onun, tarihe geçecek kadar akıl almaz işler yapan sahibi Tahir Efendi’ye! Divân edebiyatına bağlı olan edebiyatçılar, Malûmat’a kadar yazılarını; Servet, Resimli Gazete, Hazine-i Fünun, İrtika gibi yayın organlarında yayımlamaktaydı. Malûmat gazetesi yayın hayatına girince, gelenekçilerin hepsi bu haftalık gazetenin çevresinde toplanmaya başladılar. Mehmed Fuad ile Artin Asaduryan’ın birlikte kurduğu ve 48 sayı çıkardıktan sonra kapanan; kapandıktan sonra da Mehmet Tahir tarafından alınarak devam ettirilen bir gazetedir Malûmat. Yazı işleri Mehmed Fuad’ın, yönetimiyse Artin Asaduryan’nın sorumluluğunda olan gazetenin ilk sayısı 22 Şubat 1894 tarihinde basılır. Muâllim Feyzî, Hüseyin Dâniş ve Müstecabîzâde İsmet Bey gibi eski tarzda şiirler yazan şairlerin yanı sıra, Tevfik Fikret, İsmail Safâ, Süleyman Nazif, Yunus Nadi, Abdullah Cevdet gibi sonradan yolları ayrılacak genç yazarlar da ilk yazılarını bu gazetede yayımlarlar. Çok uzun ömürlü bir gazete değildir Malûmat ama dönemi içinde, iktidar adına üstlendiği tetikçilik görevini tastamam yerine getirmiş olması, sayfalarında yer verdiği ‘haber görünümlü reklamlar’ ya da bir derginin nasıl keskin bir şantaj aracına dönüştürülebileceğini göstermesi adına; basın tarihimize utanç harfleriyle yazılmış bir yayın organıdır. Malûmat; Mehmet Tahir ya da yazılarını imzaladığı “Babanzâde” takma ismine dayanarak üretilen lâkabı “Baba Tahir”in yönetiminde ilk kez, 23 Mayıs 1895 günü okuyucunun karşısına çıkar. Bol resimli, toplumdaki birçok kesime seslenen bölümleriyle kısa sürede dikkat çeker. “Kısm-ı Nisâ” başlığıyla (Kadın Köşesi) kadınlara seslenirken; “Ulum ve Fünun” başlığıyla; toplumdaki bilim ve fen meraklılarının ilgisini çekmeyi dener. Bu bölümde; astronomi, dil bilgisi, kimya, estetik, ahlâk öğretileri gibi birçok konuya yer verir gazete. “Teracim-i Ahvâl”, biyografi bölümüdür Malûmat’ın. Osmanlının ileri gelen paşalarının, bürokratlarının ya da Osmanlının dış ilişkilerinde görev yapan ‘büyük devlet adamlarının’ hayatları anlatılır bu bölümde. “Fünun-u Askeriyye”, adından belli olduğu gibi askeri konulardan söz eden bölümdür. “Tıp”, “Fünun-u Bahriyye”, “Ziraat”, “Kısm-i Farisi”, “Müteferrika” gibi daha birçok konu başlığı vardır Malûmat’ın sayfalarında. Bizim ilgilendiğimiz, daha doğrusu, yazmaya çabaladığım konuyu ilgilendiren “Edebiyat” başlıklı bir bölümü daha vardır Malûmat’ın. Kavganın ikinci perdesi, gazetenin ilk sayısından yaklaşık altı ay sonra, 7 Kasım 1895 günü, “Edebiyat” adlı bu bölümde yayımlanacak bir şiir üzerinden alevlenecektir. Ahlâk, eğitim, ziraat, askerlik, ticaret, tıp, kadın, diplomasi, tarih, dil, coğrafya, kimya, astronomi, çeviri ve özgün edebiyat çalışmaları… Offff, sayarken yoruldum ben. Aklıma geleni söyleyeyim mi size; bu alanların hepsinde birden, hem de sekiz seneye yakın bir zaman, hem de Abdülhamit’in sansürcüleri, geçenden de geçmeyenden de “baç” aldıkları suyun başındaki köprüyü tuttukları zamanlarda nasıl yaptı ki Malûmatçı Tahir? Malûmat’ın yayın sloganı -her ne kadar üç ayda bir değişse de-, belki kafamızı karıştıran soruya yanıt verebilir. Mehmet Tahir, gazetesinin künyesine yazdığı şu sözlerle girer yayın hayatına:Hilafet-i Muazzama-i İslamiye Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin menafi-i celilesine hizmet eder gazete” Sanırım yanıtımızı aldık… Aldık da; bir an yanıma bir şimşek düştü gibi oldu nedense. Dudağımın kenarına bir baykuş kondu; aha, bir tane de yazı yazan parmaklarıma… Yüzümün derisinin altından yavaş yavaş akan kan nehrinde, zehirlenmiş bir umudun ölüsü yüzüyor sanki, yüzüm kıpkırmızı. Elim niye uyuştu ki şimdi durup dururken? Midemde de bir kaynaşma, içiniz bulanır ya, öyle! Ben tanıyorum bu sloganı, tanıyorum ama nereden… nereden tanıyorum? Ya siz, size tanıdık geldi mi, gazetenin adının hemen altına yazılmış, bu yapış yapış sözler? Neyse, hayr’olsun diyelim… Hadi eller havaya, içelim güzelleşelimle beden bulan çağın uyuşturucu hipnozlarından kurtulmayı başarabilirsek, hatırlarız belki, kim bilir! Biz devam edelim anlatmaya. Sarayın bahçesinde, en pahalı oyuncaklar elinin altındayken; adı gazete olan, yüksek duvarlı ve ellerindeki kırmızı sansür kalemlerini mızrak gibi tutan muhafızlarca korunan bir şato kurmuştur Malûmatçı. Oysaki Direklerarası’nda bir çaycıydı üç-beş sene önce, bu ne hız? Belki de bu soru yanlış bir sorudur. Şöyle sormalıydım: Bu hıza ulaşmak için fâni âdemoğlunun iki ayağı yetmez, senin sırrın nedir Tahir Efendi? Yoksa senin altı ayağın mı var? Evet, padişahın atına binenlerin altı ayağı olur. Gelenekten, millîlikten dem vuran Mehmet Tahir’in Malûmat gazetesinin künyesine göz atalım mı? Gazetenin ön kapağının en üstünde, yayımlanan gazetenin yayın sayısı, cilt numarası, hicri ve rûmi çıkış tarihleri; tam ortada, iri harflerle ve hat sanatıyla yazılmış Malûmat manşeti, onun altında da Fransızca “İllustration Turque Malumat” ibaresi yer alır. Kapağın sağ tarafında derginin matbaa ve yönetimevinin adresi yazılıdır: “Matbaa ve idarehanesi: Babıali caddesinde elli iki numaralı dairedir. Umur-ı idare ve tahririyeye müteallik mevadd için gazetenin müdür ve muharriri Mehmet Tahir Bey’e müracaat olunur.” Bu kalabalık künyenin hemen altında sol tarafta “Direction et Administration 52 Avenue de la S. Porte”, sağ tarafta da “Directeur et Redacteur Tahir Bey” ibaresi bulunur. (Hepsi de Fransızca yazılmış, niye ki?) Malûmat manşetinin altındaysa şöyle yazar: “Devlet ve memleket menâfiine hizmet eder ve haftada bir defa Perşembe günleri musavver olarak neşrolunur.” Bununla da bitmez künye. Aynı sayfada, gazetenin abonelik koşulları, fiyatı gibi dergiye ait bilgiler de belirtilir:Şerait-i İştira: Matbaadan alınmak şartıyla Dersaadet için seneliği bir, altı aylığı yarım Osmanlı lirasıdır. Vilayet-i şahane için seneliği yüz elli, altı aylığı seksen kuruştur. Memalik-i ecnebiye için seneliği otuz altı, altı aylığı on sekiz franktır. İran ve Rusya için seneliği on iki rubledir.” Malûmat’ın 59. sayısından sonra, ‘Illustration Turque Malumat’ ibaresinin hemen üstüne, daha da güçlendirilmiş yeni bir slogan konur: “Ümmet-i celîle-i İslâmiye ve millet-i necîbe-i Osmaniye’nin her veçhile menâfi‘ne hâdim âsâr-ı kalemiyeye sahâif Malûmat her zaman küşâdedir.” Aşağı yukarı bir yıl geçmeden, üç kere slogan ‘geliştiren’ Malûmat, son sloganında ne diyor, merak ettiniz mi? “Yüce İslam âlemine ve şerefli Osmanlı milletine yararlı olacak her şey için, kalemiyle hizmet eden Malûmat sayfaları her zaman açık olacaktır.” … Vaaayyyy! Çok havalı! Malûmatçı diye bilinen Mehmet Tahir’le ilgili çok şey bilmiyoruz. Kimse de merak etmemiş anlaşılan bu adamın geçmişini, kimse onunla ilgili tek güzel satır yazmamış tarihe. Evet, tek-tük yazılarda Malûmatçının adı anılmış ama… hep küfürle! Mehmet Tahir Efendi; birkaç ay sonra boğaz boğaza geleceği Recâizâde Mahmut Ekrem’le yakından ilişki içinde olan biridir aslında. Hakkında çok şey bilmesek de; Tahir Efendi’nin annesinin, Recâizâde Mahmut Ekrem’in oğlu Emced’e sütanneliği yaptığını yazar birçok kaynak. Bir de, Baba Tahir’in, en az kendisi kadar skandallarıyla anılan bir kız kardeşi olduğunu! Malûmatçı, 1881 yılında 17 yaşındadır ve İstanbul’un en canlı yeri olan Direklerarası’nda çaycılık yapmaktadır. Oraya gelen gazeteciler ve yazarların arasında, onlara çay servisi yaparak hayatını kazanmaktadır. Zeki ve atak, insanlarla kolay ilişki kuran, kedine güvenli bir çaycıdır Mehmet Tahir. Herhalde oraya gelen ve basın üzerinde etkisi olan birini etkilemiş olacak ki; aniden Vakit gazetesi muhabiri olarak görmeye başlarız Tahir Efendi’yi. Ardından, tanıdığımız bir ismin başyazarlık yaptığı bir gazeteye; Tercüman-ı Hakîkat’te Muâllim Naci’nin yanına geçer Malûmatçı. Kalfalığını burada tamamlamıştır, kuşkusuz! Oradan da yine tanıdığımız diğer bir gazeteye, Saadet’e geçer. Sanki Muâllim Naci nereye gidiyorsa, Tahir Efendi de peşinden gitmektedir, ilginç! (Hatırlayalım; Tercüman-ı Hakîkat, Zemzeme-Demdeme kapışmasının önemli sahnelerinin çekildiği bir plato, Saadet ise; Demdeme yazılarının el bombası gibi birbiri ardına savrulduğu cepheydi.) Yani, eski-yeni çatışmasının bütün ayrıntılarının tanığıdır Tahir Efendi. Nedenini bilmesem de; (Ne yaptıysam bulamadım, özür) henüz çiçeği burnunda, kimselerin tanımadığı baldırı çıplak bir gazeteci olduğu günlerde, İçişleri Bakanlığı’nı kızdıran bir şey yaptığını; Ahmet Münir Paşa’nın bakan olduğu yıllarda, bakanlık müsteşarı Reşid Bey tarafından Sinop’a sürüldüğünü de söyler araştırmacılar. Reşid Bey, görevden çekilince de İstanbul’a döner Tahir Efendi ve Malûmat’ı kurar: 23 Mayıs 1895’de! Malûmat gazetesi, öyle bir giriş yapar ki edebiyat dünyasına, herkesin on parmağı ağzına girer. Dönemi içinde, yurt dışından özel baskı makinaları getiren ve formatını yenileyen Servet-i Fünun’dan hiçbir şekilde eksik kalmadığını göstermek için, toplumun nabzını iyi tutan bir uzman sayfa anlayışıyla, üstelik son derece milliyetçi duygularla yüklü bir dil kullanarak okuyucu karşısına çıkar. Bol resim kullanmakta, (*Bu yüzden “Musavver” sıfatıyla da anılır) kendisini sürekli geliştirmekte, sanattan bilime her konuda hizmete hazır olduğunu söylemektedir. Belki küçük bir ayrıntı ama ilk yayımlandığı günkü fiyat kısmına baktığımızda, kendisine, Servet-i Fünun dergisiyle aynı fiyatı biçtiğini fark ederiz: 100 para! Okuyucuya söylenmek istenen şey çok açıktır; Servet-i Fünun varsa, biz de varız! Büyük iddialarla sahaya çıkan Malûmat’ın gazetecilik anlayışı biraz gariptir. Bir gazeteden daha çok, bir ispiyon, bir jurnal bültenine benzemektedir yaptığı haberler. Şantaj yapmaktadır gazete, onu bunu tehdit etmektedir büyük bir küstahlıkla. Arkasını saraya dayayan bu dalkavukça tutum, Hüseyin Rahmi’nin dediği gibi bir ‘basın haydutluğuna’ döner kısa zamanda. Sergüzeşt-i Dîvâne-î Malûmatçı’nın birkaç hikâyesini anlatalım da, kiminle karşı karşıya olduğumuzu, basın ve edebiyatta, alçaklık tarihinin başladığı o acayip günleri daha iyi anlayalım. O günleri anlarsak, gün gelir, yaşadığımız gündeki tuzakları da daha iyi kavrarız belki! Devamı Var