Sezgin Baran Korkmaz ve “Tosuncuk” lakaplı Mehmet Aydın… Her ikisinin de adlarını son aylarda sıkça işitiyoruz. Adının baş harfleri ile holding ve vakıf kuran, yüzlerce milyon dolara hükmeden, serve...

Sezgin Baran Korkmaz ve “Tosuncuk” lakaplı Mehmet Aydın… Her ikisinin de adlarını son aylarda sıkça işitiyoruz. Adının baş harfleri ile holding ve vakıf kuran, yüzlerce milyon dolara hükmeden, servetinin kaynağında ne olduğu bilinmeyen, kuşaklar boyu sanayicilik yapan iş adamlarına meydan okuyup şirketlerine “çöken”, İstanbul Boğazı’nda yalılar ve havayolu şirketleri satın alan, milyonlarca dolarlık yatlarda keyif çatan, bir ayağı siyasette diğer ayağı mafyada, bir kolu uluslararası para aklamada diğer kolu gıllıgışlı işlerde olan “sayın hayırseverimiz” Sezgin Baran… 1977 yılında Kars’ın Digor ilçesinde iki göz evde yaşayan sekiz nüfuslu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor… İlkokul diploması olup olmadığı bile şüpheli. BOYACILIKLA BAŞLAYAN İŞADAMLIĞI Adliye önünde boyacılık yaparak ekmeğini kazanırken 13 yaşında İstanbul’a geliyor, boyacılığa devam ediyor, 13 kişiyle bir bekâr evini paylaşıyordu. Bulaşıkçılık yaptığı dönercide müşterilerden kalan dönerleri pazarda satıyor, gümrükten tasfiye edilen su arıtma cihazlarını pazarlayarak para kazanıyordu. Sonra ne olduysa oluyor, Sezgin Baran’daki iş zekâsı bir anda filizlenmeye başlıyordu. 2015 yılında BDDK’dan lisans alan Mega Varlık şirketi ile bankaların artık tahsil edemez oldukları kredi alacaklarını belirli bir iskonto ile satın alıyor, sonra da bu alacakları tahsile uğraşıyordu. Şirketler kuruluyor, satın alınıyor, çökülüyor, kalkılıyordu… Mega Varlık Yönetim A.Ş, Komak Isı Yalıtım sistemleri, SBK Holding Biofarma İlaç Sanayii, Unico Sigorta, Münir Şahin İlaç Sanayi, Ecem İlaç Pazarlama, Bugaraj Elektronik Ticaret, Hexagon Mühendislik, Auto Alsat Bilişim Otomotiv, Vaniköy Sigorta, Komak Madeni Yağ Akaryakıt, Boğaziçi Cam Sanayi, Bukombin Bilişim, Ürosan Kimya, Noil Yatırım, Blane Teknoloji, Umut İlaç, İsaanne Sarl şirketlerinin ve milyonlarca dolarlık değeri ile Bodrum’un en lüks otelinin sahibi oluyordu. Yetmiyordu! ABD’de devleti dolandıran Ermeni kardeşlerle iş tutmaya, para aklamaya başlıyordu. ABD İLE KRİZİN ODAĞINDA Toplam 46 ayrı suçlamayla itham edilen sanıkların ABD hazinesinden 511 milyon dolar tutarında haksız kazanç elde ettikleri ve haksız kazançlarını Sezgin Baran Korkmaz ve bağlantılı olduğu kişilerin hesaplarına ve şirketlerin hesaplarına aktardıkları öne sürülüyordu. Digor’un medarı iftiharı Baran, iki ülke arasında kriz çıkarıyordu. ABD’de Utah Federal Savcılığı, mahkemeye başvurarak “iş insanı” Sezgin Baran Korkmaz’ın Türkiye’deki varlıklarının ABD tarafından geri alınmasını talep ediyordu… Kingston kardeşlerin duruşmalarda verdiği bilgilerle, 2014-2018 arasında Türkiye’ye gönderilen paralarla Korkmaz’ın kontrolünde ilaç, inşaat ve teknoloji başta olmak üzere birçok yatırımlar yapıldığı, şirketler alındığı ortaya çıkıyordu. Aynı duruşmalarda sanık olarak yargılanan, Sezgin Baran ile Kingston Kardeşleri tanıştıran Ermeni asıllı Lev Dermen de suçlu bulunarak mahkum oluyordu. Asıl adı Levon Termendzyan olan ve kendisine TC vatandaşlığı verilen Dermen’in, Sezgin Baran’ın Türkiye’deki finansörü ve “engin iş zekâsının asıl kaynağı” olduğu anlaşılıyordu. VE “TOSUNCUK” MEHMET Ve “Tosuncuk” lakabıyla anılan Mehmet Aydın… Tıpkı Sezgin Baran’da olduğu gibi Türkçe’den başka yabancı dil bilmiyordu… Eğitim sıfır, bilgi sıfır, görgü sıfır, deneyim sıfırdı! Suratından şırıl şırıl alıklık akan, İmam Hatip ortaokulundan terk, rap müziğine ve uyuşturucuya düşkün, bir baltaya sap olmayı bekleyen, yarım akıllı, bir kayıp kuşak oğlanı idi Tosuncuk! İnternette oynanmış bahis kuponlarını satarak iş dünyasına ilk adımlarını atıyordu. 2016 yılında, henüz 25 yaşında iken Bursa’da bir kafede bulaşıkçılık yapan Tosuncuk, “engin bilgisi ve görgüsü” ile Çiftlikbank tezgâhını kuruyordu. Beleşçiliğe, hazıra konmaya, bir koyup üç almaya pek müzahir halkımızın gözleri parlıyordu tabii. Ama ne tezgâh! Gir internete, beğendiğin ineğin resmine tıkla, kredi kartından parayı öde, ineğin etinden sütünden kâr payı almaya başla! “TOSUNCUK” NASIL PAZARLANDI? Saadet zinciri büyüyor, büyüyor, 1 milyar TL’nin (eski para ile katrilyon) üzerinde bir finansal hacme ulaşıyordu. Kendisine sanatçı ve basın danışmanı denen bazıları, kamuoyu oluşturmak için Tosun’u pazarlamakta gecikmiyordu tabii. Eh sayın basınımız da sıkıntıdaydı zaten; gelsin ilanlar, gitsin reklamlar… Bizim “Tosuncuk”, inekleri değil bizzat kolay yoldan köşe dönme meraklısı vatandaşımızı sağıyordu. Paraları koyacak yer bulamayınca yeni girişimlere imza atıyor, 550 Bitcoin cihazı satın alarak Manisa’daki tavuk çiftliğinde Bitcoin madenciliğine başlıyordu. Daha sonra bu cihazların 496’sını gemi ile Uruguay’a gönderecekti. Ve “Saadet zinciri, en zayıf halkası kadar güçlüdür.” kuralı gecikmeli de olsa devreye giriyordu. O zayıf halkanın bizatihi Tosun’un kendisi olduğu, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra anlaşılıyordu. Tosuncuk bakıyordu olacak gibi değil; topladı paraları, boşalttı hesapları, Türkiye ile suçlu iadesi anlaşması olmayan Uruguay’a sıvıştı. “Suçlu” olduğunu biliyordu çünkü… Başkent Montevideo’nun marinasında, önünde her an kalkmaya hazır tekne bağlı lüks malikaneyi kiralıyor, geceleri kumara dadanıyor, kıymetli eşine son model Ferrari otomobil armağan ediyor, önce keşif için gittiği bu ülkeden dönüşte eşi sigarasız kalmasın diye 162 bin dolar tiko para ödeyerek özel jet kiralıyor, en lüks otellerde sürdürdüğü şatafatlı yaşamından kesitleri sosyal medya hesabından paylaşıyor, tokatladığı vatandaşların gözünün içine sokuyordu. BUNLAR MI ÖRNEK OLACAK? Biliyorum uzattım, yüreklerinizi daralttım. Lafı şuraya getirmek istiyorum: Bugün cennet parçası memleketimizde “resmi işsizlik” oranı yüzde 13,1 seviyesinde. Gerçek işsizlik en az yüzde 20. Genç işsizlik oranımız yüzde 26, eğitimli gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 40’ın üzerinde… Yıllarca oku, dirsek çürüt, emek ver, alın teri dök, anan baban boğazından kısarak seni okutmak için didinsin, iki yabancı dil öğren, lisans diplomasını cebine koy, yüksek lisans diplomanı duvara as… Ya sonra? Bir Sezin Baran kadar, bir alık bakışlı Tosuncuk kadar olama! Yuva kuracak cesaretin bile olmasın… Kiralık evlerde bir oraya bir buraya savrul, kredi taksiti ödeyeceğim diye ömrünü tüket… Duvarında asılı duran “Gençliğe Hitabe”yi oku, oku, oku… Anlam vermeye çalış. “Ah güzel Atatürk, sen kime emanet ettin en büyük eserim dediğin Cumhuriyet’i?” diye sor Ata’nın manevi varlığına… SOR, SOR, SOR… Cevap vermeye çalış. Cumhuriyet’in açtığı eğitim devriminin ışığında aydınlanan sana mı, yoksa boyacı sandığının içinden mucizeleri birer birer çıkarıveren Sezgin Baran’a mı? Yoksa “milletin efendisi” dediğin köylünün temsilcisi olduğunu söyleyen bulaşık mühendisi Tosuncuk’a mı? Kime!.. Sor, sor, sor! Cevap alıncaya kadar, ısrarla, inatla sor… Cevabı bulduğun gün, güneş çok daha güzel ışıtacak bu cennet toprakları. Unutma… ÖCAL AĞABEY’DEN HAKLI BİR SORU… Meslek ustam ve ağabeyim Öcal Uluç, Gözlem Gazetesi’ndeki başyazısında çok haklı bir soru soruyor. Son yıllarda sayıları korkutucu bir hızla artan ve her gece TV ekranlarından evlerimize seyirten sözde gazetecilere hitaben bakın ne diyor Öcal Uluç: “SBK Holding’​in sahibi Sezgin Baran Korkmaz’dan, ‘sorununu çözmek için 10 milyon Euro isteyen’ gazeteci Veyis Ateş ‘Gazeteci, çıkar ve nüfuz sağlayacak habercilikten kaçınmalıdır. Mesleğini gölgeleyecek, itibarını sarsacak türden oluşumlar içerisinde yer almamalıdır’ denilerek Gazeteciler Cemiyeti’nden atıldı; çok doğru ve haklı bir karar. Ne var ki, Ankara’da bakanlıklarda ‘patronlarının sorunlarını çözmek için’ koşuşan, ‘paralı’ röportajlar yaparak, köşe yazıları ve haberler yazarak ‘gelen parayı gazeteleri ile paylaşan’ ve bunu ‘açık açık’ söyleyen ‘Görevimdir’ diyen gazetecilere ne demeli?” Evet sevgili dostlar, ne demeli bu arlanmazlara?

“BAŞKA BİR PARK SULAMASI MÜMKÜN” TUNÇ BAŞKANIM…

Türkiye, tarihin en kurak dönemlerinden birini yaşıyor. Tarım ürünlerinin rekoltelerinde yaşanan düşüş, ceplerimizi yakan pahalılık olarak karşımıza dikiliyor. Su stresi çeken, yakın gelecekte “su fakiri” ülkeler ligine düşmeye hazırlanan Türkiye’de suyun doğru kullanımı hayati önem taşıyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer, bu konuda dikkat çeken bir farkındalığa ve bilince sahip. “Başka bir Tarım Mümkün”, “Başka Bir Su Yönetimi Mümkün” sloganları ile yerelde kalkınma çalışmalarında daha az su tüketen tohumlardan ürün yetiştirilmesini teşvik ediyor. Sayın Başkanımızı alkışlarken, sürekli dikkatimi çeken bir çelişkiyi de kaydetmeden geçemedim. Hemen her sabah Bostanlı sahilinde spor yapıyorum ve kilometrelerce uzunluktaki bu sahilde her sabah yapılan vahşi sulamaya tanık oluyor, kahroluyorum. Parkların bakımını üstlenen emekçilerimiz, sağ olsunlar, her sabah açıyorlar suları, çimenleri adeta göle döndürüyorlar. Sular çimenlerden taşarak yürüyüş ve bisiklet alanlarına taşıyor. İş bununla da sınırlı kalmıyor. Böylesine çok ve vahşi şekilde sulanan çimenler tuz ve klor etkisi ile yakıcı güneşte kuruyunca kısa sürede sararıp soluyorlar. İzmir’in zaten kıt olan su kaynaklarını en verimli şekilde kullanmak adına, önce biz yurttaşlara sonra da Büyükşehir’in her seviyedeki personeline büyük görev düşüyor. “Başka Bir Park Sulaması Da Mümkün” Tunç Başkanım… Bizden hatırlatması…  

74 YIL ÖNCESİNDEN BİR DEMOKRASİ DERSİ: 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ

Tam 74 yıl önce bugün yaşanan ve Türk siyasi tarihine “12 Temmuz Beyannamesi” olarak geçen bildiriyi anımsama zamanı… Bazı siyasetçilerin “diktatörlük” olarak adlandırdıkları tek parti iktidarı döneminin son yılları yaşanıyordu. 16 Şubat 1947’de yapılan muhtarlık seçimlerinde bazı kentlerde olaylar çıkmış, iktidardaki CHP ile kuruluşunun üzerinden henüz bir yıl geçen Demokrat Parti arasında TBMM’de sert tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar yaşanmıştı. Atatürk’ün en yakın arkadaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin “İkinci Adam”ı İsmet İnönü; Cumhurbaşkanı ve CHP’nin Genel Başkanı olmasına rağmen tarafsızlığını korumak için çabalıyordu. “EŞİT UZAKLIKTA OLACAĞIM” Başbakan Recep Peker ve DP Lideri Celal Bayar’ı Çankaya Köşkü’ne davet ederek iktidar ile muhalefeti uzlaştırmaya çalıştı. 12 Temmuz 1947 günü bir bildiri yayınlayarak iktidarın muhalefete karşı daha ılımlı, muhalefetin de iktidara karşı daha ölçülü olması gerektiğini vurguladı. Türk siyasi tarihine 12 Temmuz Beyannamesi olarak geçen bu bildiri ile İsmet Paşa, “iktidara ve muhalefete eşit uzaklıkta kalacağını” yazılı taahhüt altına alıyor, adeta bir hakem gibi siyaset oyununun taraflarına kurallara göre oynamaları gerektiğini hatırlatıyordu. Türkiye’nin çok partili döneme geçişinde önemli bir basamak olan bu beyanname, çokça tanık olduğumuz çatışmaların çözümünde kuşkusuz bir başarı örneği idi. Aradan geçen 74 yılda, siyaset kurumunun bu çatışmacı özelliği ne kadar değişti, yorumu okurlarıma bırakıyorum…   HAFTANIN SÖZÜ Evlatlar, bu dünya okulunda insanın diplomasıdır. Anonim