Türk sanayicisi her türlü olumsuz koşula rağmen yatırım yapmaya, üretmeye, istihdam sağlamaya, ihracatını artırmaya devam ediyor… Bu başarıda sanayicilerimizi çevreye, doğaya ve insana saygılı üretim...

Türk sanayicisi her türlü olumsuz koşula rağmen yatırım yapmaya, üretmeye, istihdam sağlamaya, ihracatını artırmaya devam ediyor… Bu başarıda sanayicilerimizi çevreye, doğaya ve insana saygılı üretim süreçlerine yönlendiren organize sanayi bölgelerimizin payı çok büyük. 81 ilde üretimin ve ihracatın kaynağı haline gelen, 67 bin işletme ile 2 milyon 200 bin üzerinde insanımıza doğrudan istihdam sağlayan OSB’lerimizin Türk sanayisinin gururu olduğunu söylememiz gerekiyor. Bugün itibarıyla ülkemizde işletmede olan 259 OSB’de 67 binin üzerinde şirket üretim yapıyor. İşletmede olmayan OSB’lerin sayısı 94 olurken; Sanayi Bakanlığı’na bağlı 325 OSB, Tarım Bakanlığı’na bağlı 27 OSB bulunuyor. // 20 SENE GERİYE GİDECEK Bu girizgâhı yapmaktaki amacım şu: Türkiye’de üretimin adeta kılcal damarları olan OSB’lerin bağlı olduğu 4562 sayılı OSB Kanunu’nda köklü değişiklik içeren bir çalışmanın hazırlığı yapılıyor. Hükümetin 18 yıldır başarıyla çalışan bir mekanizmayı durduk yerde niçin değiştirmek istediğini anlamak mümkün olmasa da, yerine getirilmek istenen sistemin OSB’leri 20 yıl öncesinden daha kötü bir noktaya savuracağını belirtmek istiyorum. Bu noktada konuya uzak olan okurlarıma, yaklaşan tehlikeyi daha somut verilerle anlatmak istiyorum… Elbette ülkemizdeki her OSB, tam kapasite ile ve bütünüyle profesyonel yönetimler tarafından idare edilmiyor. Genel kurullarını yapıp yönetimlerini sanayicilere vermiş OSB’lerin sayısı 60’ın üzerinde. Genel Kurul aşamasına gelmiş 102 OSB bulunurken, 42 OSB ise henüz yapılanma aşamasında olduğu ya da çok az sayıda yatırımcıya ev sahipliği için mütevelli heyetler tarafından yönetiliyor. Bu heyetler, OSB’nin bulunduğu illerde Valilerin başkanlığında oluşuyor. // KENDİ SORUNUNU ÇÖZÜYOR? Türkiye’nin öne çıkan dev OSB’lerinin hemen tümü, genel kurullarının belirlediği Yönetim Kurulları tarafından idare ediliyor. Yani sanayicilerimiz bizzat yaşadıkları ve içinde oldukları sorunlarının çözümünü, aynı sorunları yaşayan sanayicilerden bekliyor. Hâl böyle olunca devletten kör kuruş almadan, kendi kaynağını kendisi yatarak ve kendi yağında kavrularak dev altyapı yatırımlarının üstesinden gelebiliyor. Kusura bakmayın lütfen… Ömrü boyunca bir kişiyi bile istihdam etmemiş, bir fatura bile kesmemiş kamu görevlilerinin, devasa ölçekteki OSB’lerde sanayicilerin yaşadıkları sorunlarına çözüm üretmesi mümkün mü? Bırakalım çözüm üretmesini, yaşanan sorunları kavrayabilmesi mümkün mü? // AMAÇ “ÇÖKMEK” Mİ? Basında okuduğumuz şekliyle genel kurullarını yapsın ya da yapmasın tüm OSB’lerin Müteşebbis Heyetleri’ne Vali ya da Kaymakam’ların başkanlık etmesinin, bu anlamıyla çok riskli ve tehlikeli olacağını söylemek zorundayız. OSB’lerin başarı ile çalışan yönetimlerini bürokrasinin eline teslim etmek, son kuruşuna kadar sanayici için kullanılması gereken mali kaynaklarının kamu tarafından kontrol edilmesini sağlamak; sonuçları Türk ekonomisine zarar verecek bir girişim olacak. Aklın ve mantığın gereği şu: Gayet güzel işleyen ancak arada sırada aksayan yönleri olan bir sistemi çöpe atıp, yeniden 20 sene önceki ezberleri tekrarlamamak gerekiyor. Yeni bir sistem kurgulanacaksa, eskisinden daha iyi sonuçlar doğurması beklenir. Bu sütunlarda devletin sanayicinin işlerinde ön plana olmaması, düzenleyici ve denetleyici konumundan ayrılmaması gerektiğini hep savundum. Şimdi ise getirilmek istenen yasa değişikliği, OSB yönetimlerinin bizatihi kamu yönetimine geçmesi anlamına geliyor ki, bugünün dünyasında bu durumu izah edebilmenin imkânı yok. Bu noktada ifade etmem gereken bir başka nokta daha var… Siyasi saiklerle kuruluşu yapılan ve yıllarca tek çivi çakılmayan OSB’ler de yok değil. Bu bölgelerin bir an önce yatırımlara açılması, özel teşviklerle desteklenmesi, atıl duran birer milli servet olarak ekonomiye kazandırılması gerekiyor. // 2 DÖNEM İLE SINIRLANMALI Yeri gelmişken iyi niyetli bir öneride de bulunmak isterim… OSB’lerimizin işleyişlerinde elbette aksayan yönler de var. Sözgelimi bazı OSB’lerimizin Yönetim Kurulları, 15-20 yıl aynı kişilerden oluşuyor, bu görevler adeta bir “meslek” olarak algılanıyor. Bu yanlıştır… OSB’lerimizin Yönetim Kurulları ve Mütevelli Heyetlerinin görev süreleri iki dönem ile sınırlandırılmalıdır. Bugün geçerli olan sistemde yönetimlerin görev sürelerinin 3 yıl olduğu düşünüldüğünde, OSB’lere gönüllü olarak katkı sunmayı düşünen iş insanlarımız için 6 yılın az bir süre olmadığını ifade etmek zorundayız… Bana sorarsanız bugün OSB’lerimizde gayet iyi işleyen yönetim sisteminin aksayan tek yönü budur. Değiştirilecekse, neşterin buraya vurulması ve görev sürelerinin sınırlandırılması yeterli olacaktır. Sanayicilerin kendi kendimizi yönetmekten aciz insanlar olarak gösterilmesi, OSB’lere “kamulaşma” mantığı ile yaklaşılması yanlıştır… Hükümetimizin yasa değişikliğini bu veçhe ile değerlendirmesinde fayda görüyorum…  

ÖZFATURA’DAN DİYANET’E “DEMİR LEBLEBİ” SORULAR

1984-1989 ve 1994-1999 yılları arasında on yıl İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Burhan Özfatura, dostluğundan onur duyduğum insanlardan biridir. Bugünlerde yaşı 80’e yaklaşsa da hâlâ okumaktan, düşünmekten, ülkenin sorunlarına çözümler üretmekten vazgeçmez Burhan Başkan. Kıdemli ve duayen bir Maliyecidir aynı zamanda… Muhafazakâr kimliği ile de bilinir. // VARSIN ‘TAKUNYACI’ DESİNLER Bir dönem “takunyacı” benzeri haksız ve saygısız ithamlara maruz kalan Özfatura’ya bu kelime hakkında ne düşündüğünü şaka yollu sorduğumda, “Olsun varsın evladım, takunyacı desinler; hırsız, ahlaksız, tüyü bitmemiş yetimin hakkına el uzatan adam demesinler” cevabını verirdi hep... Gözlem gazetesindeki yazılarını keyifle okuduğum Burhan Özfatura’nın, 17 Eylül 2021 tarihli sütununda sert şekilde eleştirdiği Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan cevabını istediği ilginç sorular var. Haklı sorular bunlar… Hepimizin kafasını kurcalaması, merakını çekmesi gereken sorular… Bakınız Diyanet’e neler soruyor Burhan Özfatura: “Sayın Başkan, davranış ve konuşmalarınızı tasvip etmiyorum. Makamınıza yakıştırmıyorum. Güzel dinimizi politikaya, oy avcılığına alet etmenizi çok büyük vebali olduğunu düşünüyorum. Asıl görevlerinizi yapmadığınızı hatırlatmayı görev biliyorum. Zira ülkem ve inancım adına çok üzülüyorum… Sn. Başkan; Camileri, Kur’an kurslarını, yurtları, başta Diyanet Vakfı olmak üzere, halkın dini hassasiyetlerini istismar eden tüm dernek ve vakıfları denetliyor musunuz? Paralar nereye gidiyor, araştırıyor musunuz? Lüks makam araçlarının, lüks müftülük sitelerinin, makam odalarının vb. konuların güzel dinimizde yeri var mıdır? Astronomik harcamalarla yapılan cemaatsiz camiler inancımıza uygun düşmekte midir Yaptığınız harcamaların, kul hakkı ile ilgisini, hep hatırınızda tutuyor musunuz? Sarayın dışında gerçek ilim sahipleri ile istişare ediyor musunuz? Kararlarınızda, Yüce dinimizin esasları mı, sarayın talimatları mı etkili olmaktadır? Sırf yandaş olduğu için çok yerden maaş alan asalaklar hakkında ne düşünüyorsunuz? Demokrasi ve adalet konularında hiç beyanınız yok mu? Fakirler, işsizler, sıkıntı çekenler için “Sabredin” demenin dışında ne yaptınız? Domuz eti ithalatı konusunda ne düşünüyorsunuz? // MUHAFAZAKÂRLARIN SORULARI Camilere politika sokmanın, çok büyük günah olduğunu düşünüyor musunuz? Camilerin herkesi toplayan, hiçbir rütbe ve sınıf farkının olmadığı ve de dünya kelamının bile edilmemesi gereken yerler olduğunu hatırlıyor musunuz? Şu an; dinimizin ve toplumun ahlaki yapısının düştüğü feci durum, dejenerasyon, sizi dehşete düşürmüyor mu? Ilımlı İslam operasyonuna karşı ne yaptınız?” Eski gazeteciler bu türden sorulara “demir leblebi” derlerdi. Burhan başkan cevabını alır mı almaz mı bilemem. Ancak şu gerçeği sinek pislemedik bir yere yazalım: Muhafazakâr toplum kesimlerinde bu türden haklı sorular, “Bugüne kadar hiç olmadığı sıklıkta ve yüksek sesle” soruluyor. İyi de oluyor.  

YILDA 224 MİLYAR TL’LİK GIDAYI İSRAF EDİYORUZ!

Bir buçuk yılı geride bırakan pandemi, hepimizin hayatını alt üst etse de, pek çok gerçeği gözümüzün içine sokması açısından son derece öğretici oldu. İnsanlığın sağlıklı gıdaya erişiminin ne kadar hayati önem taşıdığı, gelişmiş ülkelerin kendi tarım üreticilerine verdikleri destekleri derhal artırmaları, sözüm ona kapitalist ülkelerin sınırlarını sıkı sıkıya kapatmaları… Bizim “Milletin efendisi” olan üreticimiz ve köylümüz ise pandemi döneminde insanı dehşete düşüren girdi maliyetleri karşısında kaderiyle baş başa kaldı… // PARAN OLSA DA BOŞ… “Paramız var kardeşim, ithal eder iç piyasaya veririz” diyen Tarım Bakanımız ise ne yapacağını şaşırdı. Gelişmiş ülkeler bile “Paran olsa da benden satın alamazsın. Önce kendi üreticim, önce kendi vatandaşım” dediler. Yaşananlar, gıda ürünlerinde yaşanan israfın büyüklüğünü de anlamamıza sebep oluyor. Hem üretmeyen hem ithal eden hem de israf eden bir ülkeyiz. Ve işte o israfın insanı ağlatan büyüklüğü… Türkiye Gıda İşverenleri Sendikası (TÜGİS) Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Buzbaş’ın verdiği bilgilere göre, dünyada yılda 1.3 milyar ton gıda çöpe gidiyor, israf ediliyor. Bunun parasal değeri ise 1 trilyon doları buluyor. Bu israfın çok değil dörtte biri kurtarılabilse, dünyadaki 821 milyon aç insan doyabiliyor. Meyve ve sebzeler en yüksek oranda israf edilen gıda ürünleri… Zengin ülkelerin gıda israfı 222 milyar ton, Sahra Altı Afrika’da bir yılda üretilen gıdanın neredeyse toplamına neredeyse eşit (230 milyar ton) durumda. Ve Sayın Buzbaş, BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerini kaynak göstererek sözü ülkemize getiriyor. // İLK 10’DA 3’ÜNCÜYÜZ Şimdi sıkı durun: Türkiye’de yılda yaklaşık 26 milyar ton gıda israf ediliyor. Bunun finansal karşılığı ise 224 milyar TL’yi buluyor. Türkiye, kişi başına yıllık 93 kilogram ile en çok gıda israfının yapıldığı 10 ülke arasında 3’üncü sırada yer alıyor. İsrafın en büyük günahlardan biri olduğu İslam’ın yaygın din olduğu Türkiye’de böyle bir manzaraya ne demeli? Aklımıza başımıza devşirmemiz gerekiyor. İlk iş anaokullarından başlayarak, israfın bizi hangi felaketlere sürüklediğini topluma anlatmamız, eğitmemiz gerekiyor. Üretme, ithal et, israf et! Akıl dışı bir toplum vaziyeti bu… HAFTANIN SÖZÜ Cehalet gelirken bedava gelir, Giderken her şeyi götürür… Anooshirvan Miandji