Bu sütunların gedikli okurları, İzmir Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı Burhan Özfatura’yı yeri geldiğinde konu edindiğimizi anımsarlar. İlginç adamdır Burhan Başkan. Çok okur, çok düşünür, çok fik...

Bu sütunların gedikli okurları, İzmir Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı Burhan Özfatura’yı yeri geldiğinde konu edindiğimizi anımsarlar. İlginç adamdır Burhan Başkan. Çok okur, çok düşünür, çok fikir üretir. Doktoralı maliyecidir. Gözünü budaktan, sözünü dudaktan sakınmaz. Muhafazakârdır. 1984-1989 ve 1994-1999 yılları arasında 10 yıl Büyükşehir’in patronu olan Burhan Başkan; kedisine “Takunyacı” denmesine hiç bozulmaz, oralı bile olmaz. // KILIÇDAROĞLU’NUN ZİYARETİ Kendisine şaka yollu takıldığımızda “Olsun, varsın… Hırsız demesinler, namussuz demesinler, tüyü bitmemiş yetimin hakkına el uzattı demesinler, takunyacı desinler” cevabını verir. Dostluğundan keyif aldığımız, bilgilendiğimiz bir büyüğümüzdür. Peşrevi uzun tutmamın sebebi şu: Basından ve sosyal medyadan izlemişsinizdir. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, önceki hafta Burhan Özfatura’yı evinde ziyaret etti. Her ikisinin çok eski dostluğunu bilen benim gibiler, bu ziyarete elbette hiç şaşırmadı. Zira Özfatura’nın Yeniçağ gazetesinde yayınlanan söyleşisi ile bu dostluktan haberdar olan çok insan olmuştu. Özfatura ve Kılıçdaroğlu, 40 yılı aşan dostluklarını siyasete kurban etmeme çelebiliğini göstermiş iki insandır. Farklı kulvarlarda siyaset yapsalar da, yakından biliyorum, Burhan Başkan geçmişte pek çok kez Kılıçdaroğlu’na raporlar, bilgi notları gönderirdi. Kılıçdaroğlu’nun 1999’da milletvekili seçilmesi ve sonrasında CHP Grup Başkan Vekili olması sırasında da bu mektuplaşmalar ve iletişim hiç kopmadı. Bu raporları sadece Kılıçdaroğlu’na değil, yakından tanıdığı her partiden siyasetçilerle paylaştı. Yalnız değinmek istediğim önemli bir konu var ki, ziyaretin basına yansıyan haberlerinde hemen hiç kimsenin ilgisini çekmedi. Özfatura, “Kemal Bey iktidarda olursa hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk gibi şeyler kalkar, her şey düzelir Türkiye'de bu ülkeyi bu bütçenin yarısıyla idare eder. Bugün bütçenin yarısı israf, rüşvet ve yolsuzluktur” diyor. // AYNI CÜMLEYİ İFADE EDİYOR Benim yıllardır ifade ettiğim, bu sütunlarda sayısız kez dile getirdiğim, “Türkiye Cumhuriyeti’nin lügatından israfı, yolsuzluğu, hırsızlığı çıkarın; bu Türkiye’ye en az bir Türkiye daha ekleriz” cümlesinin şekil değiştirmiş halini dile getiriyor Burhan Başkan. Herkesin, hepimizin üzerinde kafa yormamız gereken bir cümle bu. Burhan Başkan, gazetecilik deyimi ile karşısındakini tokatlamayı iyi bilir. Geçen aylarda ele aldığımız, “Türkiye’de Kurumlar Vergisi mükelleflerinin sayısı 20 senedir değişmiyor. Kurumlar Vergisi’ni sıfırlayın, devletin kazancı kaybından daha fazla olur” cümlesi de böyle bir tokadın yanaklarda şaklaması idi aslında… Doğru söze diyecek yok… Türkiye, kaynakları sınırsıza yakın bir ülkedir. Doğru dürüst yönetilse, liyakate ve ehliyete önem veren kadrolar iş başında olsa, su içinde 2 trilyon dolar Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla (2020 yılı GSYH’si 717 milyar dolar) üretebilecek ve en az 200 milyon insanı doyurabilecek bir ülkeyiz. Yeter ki şu iğrenç kelimeleri hem lügatımızdan hem de hafızalarımızdan çıkaralım. Hiç merak etmeyin, bu ülke bugünkü bütçesinin yarısı ile de idare edilir. Burhan Özfatura doğru söylüyor… Kulak kabartmakta fayda var.  

EGE EKONOMİK FORUMU BAŞLARKEN, KATILIMCILARA ON PUANLIK SINAV SORUSU

Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı (EGEV) ve Özgencil Grubu tarafından düzenlenen Ege Ekonomik Forumu (EEF) bugün başlıyor. “Yeşil Bir Gelecek İçin Şimdi” ana teması ile 12 Kasım’a kadar sürecek EEF’de çok değerli konuşmacılar, ilgi çekici oturum başlıklarında söz alacaklar. Okurlarımın kaçırmamasını öneririm. Pandemi ile birlikte, kalkınmışı ile kalkınmamışı ile tüm dünya ülkelerinin arayış içine girdiği konu, yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına erişim oldu. Üzerinde yaşayan sekiz buçuk milyar insanın fazlasıyla hırpaladığı yaşlı dünyamız, “Artık yeter, benden bu kadar” diyor… // “YEŞİL ENERJİ” MODA KAVRAM MI? Bu noktada, pek çoğu iş dünyasında tepe yönetici konumunda olan EEF konuşmacılarından bir samimiyet testi yapmalarını beklemek hakkımız olsa gerek. Kâr hırsı ile doğal kaynakları acımasızca tüketen dev çok uluslu şirketler, son yıllarda giderek daha sık duyduğumuz “Döngüsel Ekonomi” kavramına ne derecede dikkat ediyorlar? Yoksa, “yeşil ve temiz enerji”, “yenilenebilir kaynaklar” mottoları, birer moda kavram olarak mı zihinlerde şekilleniyor? Dünyanın limit aşımı günü her sene geriye giderken, bu durumu tersine çevirecek, daha doğrusu kârlılıklarını azaltacak strateji ve girişimlere hangi ölçüde “evet” diyecekler? Baş döndüren bir hızla değişen teknolojiler; hangi sektörde olursa olsun bilgi, sermaye ve teknoloji yoğun yatırımları öne çıkarıyor. Emek gücünün yerini, bu özellikteki yatırımlar alıyor. Hem de korkutucu bir hızla! Yaşlı dünyamızın giderek azalan doğal kaynaklarını azami verimlilikle kullanmak, bu kaynakları yeniden dönüştürmek ve yeniden kullanmak insanlığın kaderini değiştirecek fırsatlar da sunuyor. // İNSANLIĞA ACI MALİYET Çok değil on yıl öncesine göre hayal bile edilemeyecek kapasiteler, bugünün dünyasında son derece normal karşılanıyor. Bir üretimi yapmanın maliyeti, aynı üretimi tasarruf ederek ya da geri dönüştürerek elde tutmaktan çok daha pahalı olabiliyor. Ve ülkelerin kalkınabilmesi için mutlaka petrolü ve doğalgazı olması gerekmiyor. Bu ezberin uzun süredir bozulduğunu bilmemiz gerekiyor. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan Almanya’nın da gazı ve petrolü yok. Bir yılı aşkın süredir yaşadığımız pandemi dönemi, doğal kaynaklarımızı nasıl fütursuzca tükettiğimizi hepimize gösterdi. İnsanlığın bu acı ve maliyetli deneyim ışığında enerji kaynaklarına çok daha hassas yaklaşacağına, çevre dostu tüketimlere ve teknolojilere yoğunlaşacağına inanıyorum. En azından umudum bu yönde…  

ULUĞTÜRKAN’IN “KAYIP SANCAK”I BİR SOLUKTA…

Mehmet Uluğtürkan, benim yürekli ve üretken bir gazeteci dostum... Adana’nın sorunları, Çukurova’nın ekonomisi deyince bir telefon uzaklıktaki başvuru kaynağımdır Mehmet… 2008 yılında bir başka gazeteci arkadaşım Esra Özden ile birlikte Refleks Gazetesi’ni kuran Uluğtürkan, yazdığı kitaplar ile üretkenliğini farklı mecralarda da sürdürüyor. 2017 yılında yayınlanan ilk eseri Madalyasız’da, benzeri görülmemiş bir söz vererek, 1920 kışında Fransızlarla çarpışan bir ağanın gerçek yaşam öyküsünü anlatmıştı Mehmet… // “HAK TESLİMİ” TALEBİ… Kendisi ve oğlu dâhil 120 kişilik çetesine liderlik ederek, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Maraş’ın Fransız işgaline karşı direniş mücadelesine katılan Yeniceli Mehmet Ağa’nın (1864-1937) gerçek yaşam öyküsünü romanlaştırmıştı. Bu yıl Mehmet’in ikinci romanı “Kayıp Sancak” raflarda yerini aldı. Yine bir solukta okuduğumuz bu tarihi romanın asıl önemli yanı, bizleri bir “hak teslimi”ne davet etmesinde göze çarpıyor. Gelmek istediğim nokta şu: Bizler çoğu zaman, Milli Mücadelemizi daha çok Batı Cephesi’nde yapılan savaşlar ve kazandığımız zaferler ile anımsıyoruz. Oysa Güney Cephesi’nde yapılan büyük ve kutlu mücadele, ne tarih kitaplarında ne de okutulan derslerde yeterince yer alıyor… Ülkemizin adım adım işgale uğradığı o uğursuz 1918 yılının Aralık ayında, Adana düşman çizmeleri ile tanışmıştı. Çukurova’ya adım adım yayılan emperyalist işgal, Mustafa Kemal Paşa’nın eşsiz zekâsı ve örgütçülüğü ile üç yılı aşkın mücadele sonrasında zaferle taçlanmıştı. Adana ve Çukurova 5 Ocak 1922’de kurtulmasa, aynı yılın Ağustos ayında başlayan Büyük Taarruz, büyük olasılıkla daha güçsüz bir ordu tarafından başarılmaya çalışılacak, Türk Ordusu’nun güçleri tahkim edilemeyecekti. // KAHRAMAN KUVVACILAR Gazeteci meslektaşım Mehmet Uluğtürkan “Kayıp Sancak” romanında, Kuvayı Milliye Komutanı Tekelioğlu Sinan Yüzbaşı ile Fransız Binbaşı Pierre Mesnil’in akıl oyunlarına sahne olan Güney Cephesi’ndeki yaşananları aktarıyor… 44 kahraman Kuvvacı’nın 700 Fransız askerini teslim alarak tarihe geçtikleri Karboğazı Zaferi’ni ve bir gizem olarak kayıtlara geçen Fransız taburunun kaybolan sancağını da konu olarak işliyor. Emin olun, bu ve benzer kahramanlıklar dünyanın herhangi bir gelişmiş ülkesinde yaşansa; tiyatro ve sinema eserlerine konu olur, ders kitaplarının baş köşesine kurulur, nesiller boyu unutulmaması sağlanırdı. Kendi haremi ismetinden çıkan kahramanlara ve kahramanlıklara bu kertede duyarsız kalan bir milletiz… Bu destansı mücadeleyi kayıtlara geçirerek sonsuzluğa armağan eden Mehmet kardeşimi kutluyor, okuru bol olsun diyorum…  

PATRİK BARTHOLOMEOS KAŞLA GÖZ ARASINDA 10 GÜN ABD’DE NE YAPTI?

İç politikanın bıkkınlık veren tartışma konuları, “Seçim olacak mı?” sorusunun kulakları tırmaladığı gündem arasında, acaba neleri atlıyoruz? Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden ile Roma’daki G20 zirvesinde buluşmak için akla karayı seçerken, aylarca randevu alamıyordu. Ancak aynı Biden, Türkiye’den gelen bir başka özel konuğuna şak diye randevu veriyor ve yoğun gündemi arasında saatlerce vakit ayırıyordu. O konuk Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos idi. 23 Ekim’de başlayıp 3 Kasım’da tamamlanan uzuuun bir ABD seyahatine çıkan Patrik, Başkan Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken’la görüştü ve Türkiye’yi şikâyet eden bir dizi temaslarda bulundu. // YİNE HEYBELİADA TALEBİ… Türkiye’de patrikhanenin içinde bulunduğu durumdan yakınan ve “Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması gerektiğini” ifade eden Bartholomeos, ABD’den bu konuda yardım talep ediyor. Belirli aralıklarla temcit pilavı gibi ısıtılıp önümüze getirilen Heybeliada Ruhban Okulu sorunu, kuşkusuz Ortodoks rahip yetiştirmenin çok ötesinde ve sembolik anlamlar taşıyor. Bu talep, Fener Patrikhanesi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmeyen ve Lozan Antlaşması’nda açık şekilde kayıtlara geçirilen “Ekümenik”lik iddiasının manivelası gibi kullanılıyor. Patrikhane, Ekümenik ünvanıyla kendisini “Dünyadaki tüm Ortodoksların tek temsilcisi” olarak görmek istese de, başta Rusya ve Ukrayna’daki kiliseler Fener’in bu rolünü asla kabul etmiyor. Bu noktada Heybeliada’da bulunan ve 1971’de kapatılan Ruhban Okulu’nun yeniden açılmak istenmesinin altında yatan sebep, bu rol kapma yarışında öne geçme sevdasından kaynaklanıyor. Bu okulda diğer Ortodoks ülkelerden rahip adayları okuması, Patrikhane’nin ekümeniklik iddiasını kuvvetlendirecek. // İSTANBUL’UN GÖBEĞİNDE VATİKAN Hemen sonrasında ise Patrik ve diğer rahiplerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma şartı kaldırılacak. Türkiye tarafından denetlenmeyen, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK gibi Türk kurumlarının egemenliğini tanımayan bir Ruhban Okulu açılması ile “İstanbul’un göbeğinde yeni bir Vatikan yaratma” hedefine bir adım daha atılacak. Türkiye’nin denetleyemeyeceği, başta Rusya olmak üzere yakın coğrafyadaki Ortodoks ülkelerin siyasetine burnunu sokan, adeta devlet içinde bir devlet rolüne soyunacak bir Patrikhane’ye ABD yönetiminin açık destek verdiği anlaşılıyor. Yunanistan ile ABD arasında ivmelenen ilişkileri, burnumuzun dibindeki Dedeağaç’ta dev bir askeri üs kurma çalışmalarını, Patrikhane’den bağımsız düşünmemekte fayda var. Patrik bey, bu büyük stratejinin başrol oyuncularından biri olmak istiyor. Bakalım başarabilecek mi?   HAFTANIN SÖZÜ “Hükümetlerin getirdiği çözümler genellikle sorunun kendisi kadar kötü olur.” Milton Friedman