Türk tiyatrosu tarihindeki ilk çocuk oyununun ilk kez seyirciyle buluştuğu günü konuşurken; Muhsin Ertuğrul’un başlangıç gününü, Vasfi Rıza Zobu’nun, ilk güne dair yazılmış bir yazının yayımlandığı ga...

Türk tiyatrosu tarihindeki ilk çocuk oyununun ilk kez seyirciyle buluştuğu günü konuşurken; Muhsin Ertuğrul’un başlangıç gününü, Vasfi Rıza Zobu’nun, ilk güne dair yazılmış bir yazının yayımlandığı gazetenin adını yanlış hatırladığından söz etmiştik. Aynı günün tanıklarından İ. Galip Arcan da bu konuda bir yazı yayımlar. “Çocuk Tiyatromuz Altı Yaşını Bitirdi” başlıklı yazıyı okuyunca görüyoruz ki; İ. Galip Arcan da, tiyatro tarihimizdeki ilk çocuk oyunumuzun adını ve ilk gösteri tarihini yanlış hatırlamaktadır. “İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun en verimli ve göğüs kabartan faaliyetlerinden birini de “Çocuk Tiyatrosu” temsillerimiz teşkil eder. Her akşam İstanbul halkının her sınıfına tiyatro ihtiyacını -iki ayrı binada- tatmine çalışan Şehir Tiyatrosu’nun doğurduğu bu yavru müessese bugün tam altı yaşına basmıştır. Onun doğum tarihi 1936 yılının birinci ayının birinci günüdür. Demek ki altı tiyatro mevsimi muntazam surette çocuk temsilleri verilmiş, şimdiye kadar da tahmini bir hesapla şehir çocuklarına en aşağı iki yüz seksen sekiz defa müzikli ve danslı oyunlar oynatılarak, neşe, heyecan ve fikir dağıtılmıştır (…) İlk eser merhum Kemal Küçük’e yazdırılmıştı (Gülmeyen Çocuk). Hiç unutmam; ilk temsil Tepebaşı Tiyatrosu’nda verilmişti. Daha evvel bütün ilk mekteplere mektuplarla ilân ve ihbar edildiği halde tiyatro salonunda küçük seyirci adedi sayılacak kadar azdı, ön safta hemen iki üç sıra mı ne? Bu ümit kırıcı vaziyet karşısında çoğumuz hayret ve teessürden kendimizi alamadık. Biz ki ne emellerle hazırlanmış, ne büyük ihtimamlarla prova etmiştik. Kadromuzun hemen en kıymetli ve emekli sanatkârları -bu feyizli başlangıç şerefine- tevziatta rol almıştı. Neler umuyorduk… O gün boş ve loş salonu Muhsin’e göstererek acı acı: “Bu ne inkisar… Bütün ümitlerimiz suya mı düşüyor acaba?” dedim. Fakat o, yaptığını bilerek yapan, sarsılmaz imanlı adamlara mahsus sûkunet (…) içinde gülümseyerek: “Sen başlangıca bakma, bizde hangi yenilik, hangi başlangıç daha ilk adımda tam randıman verebilmiştir? Yavaş yavaş… Acelemiz ne? Görürsün nasıl alışacaklardır. Bir gün gelecek ki -eliyle salonun boş yerlerini göstererek- bütün buralar güneşe karşı neş’e ve sıhhat içinde kıvıl kıvıl oynaşan ve cıvıl cıvıl ötüşen kuşlarla dolu bir park köşesini andıracak” dedi.” (İ.Galip Arcan, “Çocuk Tiyatromuz Altı Yaşını Bitirdi”, Türk Tiyatrosu Dergisi, 1 Nisan 1941, Sayı: 130, ss. 5-6) İ. Galip Arcan’ın sözünü ettiği “Gülmeyen Çocuk” adlı oyun da Kemal Küçük tarafından yazılmıştır, doğru. Bu oyun 1 Ocak 1936 günü ilk gösterisini yapmıştır, bu da doğru. Ama yanlış olan “Gülmeyen Çocuk” oyununun tiyatro tarihimizdeki ilk çocuk oyunu olduğunun söylenmesidir. Merak eden varsa söyleyelim hemen; ‘Gülmeyen Çocuk’, çocuk tiyatrosu tarihimizde sahne almış ikinci oyundur. Bir daha altını çizelim: İlk çocuk oyunumuz “İlk Tiyatro Dersi” adlı oyundur ve bu oyun ilk olarak 5 Ekim 1935 Cumartesi günü seyirci karşısına çıkmıştır. 15 çocuk seyirci oyunu izlemiş olsa bile! Dosyamızın ilerleyen bölümlerinde; hem ‘İlk Tiyatro Dersi’, hem de ‘Gülmeyen Çocuk’ adlı oyunların kaç kere oynandığı ve kaç seyirci tarafından izlendiğine dair istatistikleri de yeri geldiğinde söyleyeceğim ama biz 5 Ekim 1935 günü seyirciyle buluşan ‘İlk Tiyatro Dersi’ adlı oyunun basındaki yansımalarından söz edelim şimdi… Oyunun seyirciyle buluşmasından iki gün sonra, 7 Teşrinievvel (Ekim) 1935 tarihli Akşam gazetesinde bir sütuna sıkıştırılmış, çok da dikkat çekmeyen, imzasız bir haber yayımlanır: “Çocuk Tiyatrosu - Ertuğrul Muhsin Bu Hayırlı İşi de Başardı” (Gazete yayın no: 6096, sayfa 5) “Yıllarca özleyip beklediğimiz çocuk tiyatrosunun perdesini Cumartesi günü nihayet İstanbul Şehir Tiyatrosu açtı. Çocuklarımıza güzel sanatların terbiye edici duygularını aşılayacak olan çocuk tiyatrosu fikrini bizde ilk öne süren Ertuğrul Muhsin’dir ve bu fikri tasvip eden de Muhittin Üstündağ’dır. Türk tiyatrosunu ihya eden, bize konservatuar kuran Muhittin Üstündağ, rejisörün yerinde ve hayırlı fikrini tasvip ederek İstanbul’a çocuk tiyatrosunu da kazandırdı. Muhsin, kesesinden para harcayarak, Avrupa’ya, Sovyet Rusya’ya gitti, oradaki çocuk tiyatrolarını tetkik etti, programlarını çizdi, repertuarını yaptı geldi. Bu işe de girişti. Cumartesi günü çocukları çok eğlendiren, güldüren, onlara tatlı tatlı ders veren oyun, Kemal Küçük’ün yazdığı ve sahneye koyduğu “Tiyatro Dersi” idi. Neyyire Neyir, gönlünde anne şefkati taşıyan, güler yüzlü, tatlı dilli, zeki bakışlı bir mürebbiye tavrı, edası ile çocuklara tiyatronun ne olduğunu anlattı, perdeyi açtırdı, aktörlerin nasıl makiyaj yaptıklarını, dekorların nasıl kurulduğunu gösterdi. Sonra oyuna başlandı.” Gazete, oyunun içeriğiyle ilgili kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra ana-babalara yaptığı öneriyle haberini bağlar: “Şehir Tiyatrosu’nu bu hayırlı ve önemli işi başardığı için tebrik eder ve babalarla analara candan tavsiye ederiz: Çocuklarınızı Cumartesi öğleden sonra ve Pazar günü sabahları Tepebaşı Tiyatrosu’na gönderiniz. Çocuklarınız için bundan daha iyi eğlence olamaz.” Artık zamanı geldi sanırım; bu noktadan sonra bir yandan oyunu tanıtıp, gerekirse alıntılar yapalım, diğer yandan ilk çocuk oyunu gösterisinin gazetelere yansımalarını izleyelim. Yoksa anlattıklarımız tam olarak anlaşılmayacak. Topu topu 17,5 sayfa olan ‘İlk Tiyatro Dersi’ adlı oyun, daktiloyla ve tek kopya yazılmıştır ve hiçbir zaman da kitap olarak basılmamıştır. Metnin tek orijinali, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Kütüphanesi’nde korunmaktadır. Belki birileri merak eder; bu orijinal tek metnin bir kopyasını, onlarca telefon görüşmesinden sonra bir yerlerden benim için bulan ve yazmaya çabaladığım “Türkiye’de Çocuk Tiyatrosunun Kuruluş Günleri” adlı dosyama omurga oluşturmamı sağlayan, genetik mühendisliği okuyan küçük zeytinim, sevgili öğrencim Ekinsu Kadiroğlu’dur, var olsun! Hatta gün gelsin; bir öğrencisi de onun için böyle bir şey yapsın da görsün bakalım, herkese yarar sağlayacak bir çalışma için imeceye el vermek nasıl büyük bir sevinçtir! Kuş fırtınasından gökyüzü nasıl görünmez olurmuş, o zaman anlasın. ‘İlk Tiyatro Dersi’ adlı oyun; 3 perde, 10 tablodan oluşur. Oyun adının hemen altında “Çocuk Piyesi” ibaresi vardır. Manşetin sağ altındaysa, M. Kemal ve H. Ferit isimlerini görürüz. Kimileri, alt alta yazılan bu iki isme bakarak, oyunun iki kişi tarafından yazıldığını sanabilir. Oysa ki oyunu M. Kemal yani Mehmet Kemal (Küçük) yazmış,  H. Ferit diye kısaltması yazılmış olan Hasan Ferit (Alnar) da oyunun müziklerini yapmıştır. (1906-1978) Bu bilginin onayı için; 29 Kasım 1974 tarihli Türk Tiyatrosu dergisinin 411. sayısının 20. sayfasında yayımlanmış olan “Çocuk Tiyatrosunun Kuruluşundan Bugüne Oynanan Oyunların Listesi”ne bakılabilir. Başka hiçbir yerde de bu bilgiye rastlamadım. Oyunun kapak sayfasının sol tarafında “Şahıslar” başlığı altında, birinci, ikinci ve üçüncü perdede sahneye çıkan rol kişilerinin isimleri alt alta sıralanmıştır; tam tamına 41 kişi! Orkestra bu sayının dışındadır üstelik! Muhsin Ertuğrul’un Moskova tiyatro bayramında gördüğü çocuk tiyatrolarındaki gerek eğitsel, gerek pedagojik ve gerekse eğlenceli formları, ilk ulusal çocuk oyunumuza nasıl uyguladığını görmek için “oyun içinde oyun” tekniğiyle kaleme alınmış olan ‘İlk Tiyatro Dersi’ oyununun giriş bölümünü birlikte okuyalım mı? Ancak o zaman Muhsin Hoca’nın dediklerini daha doğru kavramış oluruz. Ne diyordu Hoca bir yazısında: “Çocuk tiyatrosu bence yaşamın temel taşıdır. İnsan yavrusunun, ana sütünden sonra baş besinidir. Yaratma gücünün gürül gürül kaynağı, çocuğu gerçek yaşamın acı tatlı olaylarına hazırlayan deney alanıdır. Tiyatro, çocuk beyninde iyilikle kötülüğü, gerçekle yalanı, güzelle çirkini karşılaştırmak olanağını sağlayan aynadır. Çocuk için tiyatro, abecesi yazılmamış, hiç de basılmayacak olan bir başkitaptır. Tiyatro çocuk için tek bir sözcükle yaşamın ilk sayfasıdır.” (Muhsin Ertuğrul, “Çocuk Tiyatrosu Yaşamın İlk Sayfasıdır” başlıklı yazısından alıntı, Milliyet Sanat Dergisi, 11 Eylül 1978, Sayı: 288, s. 3) Hazırsanız sayıyorum: Biiiir… İkiiii… Üüüç… Çan çaldı. Oyunumuz başlıyooooorrrr! “PROLOG TİYATRO HOCASI – (Perdenin önünde) Hoş geldiniz çocuklar. Şimdi tiyatrodasınız… Kendi tiyatronuzda… Ben de sizin tiyatro hocanız. Elinizdeki gazeteleri okudunuz. Şartlarımızı öğrendiniz elbette. Şimdi bu, benim bulunduğum yere sahne derler. Oyun bunun içinde oynanacak. Oyunu görmeniz için kırmızı kadife perdenin açılması lâzım. Evet, çocuklar, perde açılacak. Fakat bir şartla… Birinci, ikinci, üçüncü çandan sonra susacaksınız… Şimdi sayın bakalım (Çan vurur) Bir… İki… Üç… Susss… (Ön perde açılır) BİRİNCİ PERDE, BİRİNCİ TABLO “Loş bir oda. Elektrik lambası ışığı altında, sigara dumanları içinde çalışan tiyatro muharriri.” TİYATRO HOCASI – (Yavaş sesle) Bu adam masanın başında size seyrettirmek için bir oyun hazırlıyor. Neredeyse şafak sökecek. O hâlâ çalışıyor. Çocuk tiyatrosunda ilk oynanacak piyesi hazırlıyor. Bunun adı tiyatro muharriri. Bakın çocuklar kafasının içinde ne çok şey var. Sizi eğlendirmek için neler düşünüyor. Şimdi ben size kafasının içini, neler düşündüğünü göstereceğim. “Sahne musikisi. Yavaş yavaş piyesin bütün şahısları belirmeye başlar. Oyunun vakasını andıran bir pandomim oynarlar. Sona doğru odanın içine hafif bir pembe ışık dağılır. Şafak söker. Şahıslar gene ağır ağır kaybolur. Tiyatro muharriri uyuyakalmıştır.” TİYATRO HOCASI – İşte çocuklar, bütün bu gördükleriniz tiyatro muharririnin kafasının içinde yaşıyor. Bunlar daha sonra sahiden yaşayacak, konuşacak… Hele muharrir piyesini bitirsin. Görün tiyatro da ne güzel olacak. Fakat yazık! Bakın adamcağız yorgun düştü. Uyukluyor. Bırakalım uyusun. (Muharrire biraz yaklaşır, yavaşcacık) Hayırlı uykular dostum. (Sarı perde kapanır. Tiyatro Hocası perdenin önünde) İKİNCİ TABLO (Sarı perdenin önünde) TİYATRO HOCASI – Eee çocuklar, seyredeceğiniz oyunu kim yazıyor, nasıl yazıyor, neler düşünüyor gördünüz. Şimdi birisi daha var, bu muharririn yazdığını tamamlayacak. Onun adına bestekâr derler. O, düşündüklerini musiki ile anlatır. O, söz yerine sesleri kullanır. Onun yazısına nota derler. Demek ki bizim oyunun içinde muzika da var. Oyunumuz muzikalı. Oyunumuzun bazı yerlerinde bu muzika çalınacak. Oyuncular oynayacak, türkü söyleyecek. Şu halde oyunumuz hem sözlü, hem muzikalı, hem danslı… Şimdi isterseniz çocuklar size daha önce iki çalgı göstereyim, dinleteyim ha, ne dersiniz? Öyleyse evvela kemandan başlayalım. (Kemancı sahneye gelir) İşte bakın bu yay, bu kirişlerin üzerinde gezdirilince keman denen bu tahta çalgıdan güzel bir ses çıkar. (Keman çalınır) Kemanı dinlediniz. Şimdi sıra flütün. (Flütçü sahneye gelir) Bakın bu madenden yapılmış çalgının üzerindeki deliklere parmaklar yerleştirilir, sonra üflenir. (Flüt çalınır) Bu nefes sazını da dinlediniz. Bakın burada birçok çalgılar daha var. Şu sizin boyunuzdan büyük keman azmanı çalgıya “Viyolonsel” derler. Onun biraz ilerisinde duran Çoban Mehmet gibi iri yapılı keman babaya da “Kontrbas” derler… Borr… Borrrt diye sesler çıkarır. İşte bütün bu çalgıların bir araya gelişine de “Orkestra” derler. Oyunumuzun muzikasını bu orkestra çalacak. Ortada duran bay, elindeki değneği sallayarak bu orkestrayı idare edecek. Şimdi bir de bestekârın evine gidelim. Bakalım, o nasıl çalışıyor. (Sarı perde açılır) ÜÇÜNCÜ TABLO “Loş bir oda… Kuyruklu piyano önünde, ampul ışığı altında çalışan bestekâr” TİYATRO HOCASI – Çalışıyor. Oyunumuzun muzikasını hazırlıyor. Piyanoda geziniyor, arıyor. Şimdi bakın bu çaldığı ne kıvrak, ne oynak hava! (Yavaş yavaş piyanonun üstünde nota şeklinde siyah giyimli iki kız belirip oynar.) Bakın notalar bile canlandı. Oynuyor. Aman ne oynak hava! Benim bile oynayacağım geliyor. (Oynar gibi hareketler yapar fakat bir iki saniye sonra hemen durur. Çünkü bestekâr gene gezinmeye, aranmaya başlamıştır. Piyanonun üstündeki kızlar da kaybolmuştur.) Olmadı, demek daha tamam değil. Öyleyse bırakalım çalışsın. (Sarı perde kapanır) DÖRDÜNCÜ TABLO (Sarı perdenin önünde) TİYATRO HOCASI – Muharrirle bestekârın nasıl çalıştıklarını gördük. Bu iki adam oyunu hazırladıktan sonra çocuk tiyatrosunun oyuncuları işe başlar. Muharririn yazdıklarını ezberlerler, bestekârın hazırladığı şarkıları öğrenirler. Dansları da günlerce dans hocası uğraşır, hazırlar, bütün bunları da sıraya koyan bir elebaşı vardır. Adına “Rejisör” derler. Yani oyuncuların tiyatro hocası. Şimdi artık bu kadar ders yetişir çocuklar. Sabırsızlandığınızın farkındayım. Artık asıl oyun başlasın. Ha, ne dersiniz? E öyleyse perde açılsın. (İçeriye seslenerek) Hadi bakalım perdeci, çek ipi, aç perdeyi! .. Ne o, ne var, niye açmıyorsun? PERDECİ – (Kenardan görünerek) Açamam. Sahne daha hazır değil! TİYATRO HOCASI – Ooo… Bu işte olmadı. Niye hazır değilmiş? PERDECİ – Ressam dekorların üstünde tashihler yapıyor. Biraz bekleyeceksiniz. TİYATRO HOCASI – Yoo, olmaz. Ben çocukları bekletemem. Sen çek bakalım. PERDECİ – Aman efendim, nasıl olur? Her şey alt üst, sahne bomboş… TİYATRO HOCASI – Zararı yok, sen aç perdeyi! Çocuklar hazır fırsat eldeyken sahnenin iç yüzünü görsün. Dekor nasıl yapılır, nasıl boyanır, nasıl kurulur öğrensin. Hadi aç! PERDECİ – Peki öyle olsun. (Çıkar. Perdeyi birdenbire açar.)” Şimdilik küçük bir ara verip, soluklanalım. 10 tabloluk oyunun dört tablosu bitti ama henüz gerçek oyun başlamadı. “Prolog” bir tablo daha sürecek; oyun altıncı tabloda başlayacak deyip okuyucuyu sıkmamak için dönemi içinde çok okunan bir gazetenin, en az gazete kadar çok okunan karikatür köşesinde, çocuk tiyatrosunun başlamasının basına nasıl yansıdığına bakarak bu bölümü bitirelim. 5 Ekim 1935 günü seyirci önüne çıkan ‘İlk Tiyatro Dersi’, çok değil, sadece dört gün sonra, 9 Ekim 1935 tarihli Son Posta gazetesinin, çok sevilen “Pazar Ola Hasan Bey Diyor ki” başlıklı karikatür köşesinde karşımıza çıkar. Kel kafası, geniş paça pantolonu ve beyaz gömlek üstüne taktığı siyah papyonuyla kabul görmüş bir çizgi kahraman olan Hasan Bey, karşısındaki kişiye Şehir Tiyatrosu’nda başlayan çocuk tiyatrosuyla ilgili görüşlerini söylemektedir. Hasan Bey’in karşısındaki kişi hayıflanmaktadır:
  • Hasan Bey! Düşünüyorum da, bizim çocukluğumuz pek zavallı geçti. Tiyatro namına tulûat kumpanyalarının kepazece tekerlemelerini dinledik. Halbuki bugünün çocukları için Şehir Tiyatrosu ayrıca temsiller verdiriyor.
Hasan Bey, gayet pişkin bir halde yanıtlar kişiyi:
  • Sen ona bakma! Son yirmi beş sene içerisinde bizim gördüğümüz faciaları, sırasına göre de komedyaları onlar taş çatlasa göremezler.
Pazar Ola Hasan Bey bu girişimi övüyor mu yoksa bunun üzerinden yakın siyasi tarihe, ucu sivri bir mızrak mı atıyor, tam anlamadım ben? Siz ne düşünüyorsunuz, merak ediyorum. Bunun için karikatür tiplemesini yaratan çizere, Orhan Ural’a bakmamız gerek bence. (1913-1978) Ural; Güzel Sanatlar Akademisi mezunu bir ressamdır. Uzun yıllar Son Posta gazetesinde çizdiği “Pazar Ola Hasan Bey” tiplemesiyle tanındı, sevildi. Sonra sırasıyla; Yusuf Ziya Ortaç’ın ünlü gülmece dergisi ‘Akbaba’ve Sedat Simavi’nin ‘Karagöz’ dergilerinde çalıştı. Tanin gazetesi kapanana kadar Hüseyin Cahit Yalçın’la birlikteydi. Vakit, Haber, En Son Dakika, Tercüman, Tasvir gazetelerinde karikatüristlik yapan Ural, kendi adına ‘Nasrettin Hoca’ adlı bir gülmece dergisi de yayımladı. Sözü edilen gazete ve isimler düşünüldüğünde, gazetecinin çocuk tiyatrosu üzerine çizdiği karikatürde takındığı tavrı anlamak çok da zor olmasa gerek! “Bugün eksikliğini duyduğum tek şey, her gün çocuk oyunları gösteren ayrı bir binada Çocuk Tiyatrosu kuramayışımızdır. Anlayışlı bir belediye reisi çıkar da (…) çocukların kolayca gelip gideceği bir semtte bir çocuk tiyatrosu kurarsa ve orada ilkokul öğrencilerine her gün temsiller verilirse ancak o zaman bu memleket gençliğine sanat zevki aşılanır; kafalar yine işlemeye başlar. Konuşma konusu toptan, postaldan edebiyata ve sanata yükselir (…) Gönül ister ki Türkiyemizde her şehir ufak çapta bir çocuk tiyatrosu kursun ve gençlere insanları yükselten bir sanat anlamını ta çocuk yaşta aşılasın. Yoksa çok geç kalıyoruz. Yazık oluyor.” (Muhsin Ertuğrul’un, 1963 yılının Kasım ayında yayımlanan Türk Tiyatrosu dergisinin (no: 352) eki olarak basılan ve dergiyle birlikte okuyuculara dağıtılan Üsküdar-Fatih-Beyoğlu Çocuk Bölümleri adlı broşürde, “Çocuk Tiyatromuz” başlıklı yazısından alıntı)