CUMHURİYET DEVRİMLERİNİ BİR ÇOCUK OYUNU ÜZERİNDEN OKUMAK

CUMHURİYET DEVRİMLERİNİ BİR ÇOCUK OYUNU ÜZERİNDEN OKUMAK Tiyatro tarihimizde sahnelenmiş ilk çocuk oyunumuz olan ‘İlk Tiyatro Dersi’ni etraflıca incelerken; bu konuda çalışması yayımlanmış iki değerli incelemecinin görüşlerinden alıntılar yaparak; kimi zaman bu saptamaları eleştirmiş, kimi zaman da onların incelemeleri ışığında, kendi çalışmamızı kuvvetlendirmeye çalışmıştık. Devam edelim. Doç. Dr. Nihal Kuyumcu, “Oyun Metni İncelemesi” başlığıyla kaleme aldığı bölümde, oyundan alıntılar yaparak, oyunun kısa bir özetini okuyucuya sunmuştur. Ancak arada yorumlar da yapmıştır:İlk bölümde daha önce “Çerçeve Sahne”de hiç oyun izlememiş çocuklara, oyunun ortaya çıkma sürecinde çalışanlar, çocuklara tanıtılmak amacıyla belli bir kurgu içinde tanıtılır. Perde kapalıyken sahneye gelen bir kişi kendini “Tiyatro Hocası” olarak tanıttıktan sonra çocuklara bir tiyatro salonunda olduklarını, ellerindeki broşürlerden salonda nasıl durmaları gerektiğini (şartları) söyler (…) Anlaşıldığı gibi çocuklar sahnenin, perdenin ne olduğunu ne işe yaradığını bilmiyorlar, bir anlatıcının açıklamasına ihtiyaç var.” (“Zehra İpşiroğlu’na Armağan - Tiyatroyla Düşünmek”, (Çok Yazarlı Ortak Kitap), Habitus Yayıncılık, 2016, İstanbul, Birinci Baskı, s. 325) Sayın Dilem Cengiz Ay ise, oyunun prolog bölümünü daha kesin bir yargıyla ele almıştır. İncelemeci, son derece sert ama -bence de yanlış olmayan- bir saptama yapar: Oyunun içinde iki ayrı konu vardır: Çocuklara tiyatro adabını öğretmek ve dönemin siyasal düşüncesini empoze etmek. Sahnede ilk gördüğümüz ve aralarda gelerek tiyatro adabını, tiyatronun ne olduğu anlatan ve kendisini okullarda olduğu gibi hoca olarak tanıtan ‘Tiyatro Hocası’ didaktik unsurun en belirgin halidir. Sahneye sadece öğretmek ve uyarı yapmak amacıyla gelir (…) Ardından sırayla tiyatronun öğelerini anlatmaya başlar. Tipik bir yazar görürüz. Loş bir oda, sigara dumanları, hayale dalmış oyun yazan bir yazar. Bu sırada çocuklara sürekli tiyatronun, yazarın çalışmasının onlar için olduğu vurgulanır. Muhtemelen tiyatroyu kendilerinin olarak benimsemesi hedeflenerek sevdirmeye çalışılır.” (Mimesis Dergi-Kitap, 29 Şubat 2016) Buraya kadar, her iki incelemecinin saptamalarına katılmamak mümkün değil! Bundan sonrasını daha iyi anlamak için; oyunun altıncı tablosunu özetlemeye ve zaman zaman da alıntılar yapmak kaydıyla anlatmaya ihtiyacımız var bence.Yabani” adı verilen ve gerçek oyuna geçilen altıncı tablo; ‘Bayan Cavide’ ve ‘İhtiyar’ adıyla sahnede görülen iyi yürekli ve eşitlikçi yeni Cumhuriyet çiftinin, denize açılmış olan çocukları ‘Aydın’ı merak içinde beklemesiyle başlar. Hikâyenin özü de bunun üzerine kurulmuştur aslında: Aydın arkadaşlarıyla denize açılmış, denizde bir ada, o adada da insan mı hayvan mı olduklarına karar veremedikleri bir yabani canlı keşfetmiş ve o yabani şeyi de ‘çağdaşlık’ simgesi sayılan şehre getirmesinin hikâyesidir anlatılan… Ancak gerek simgesel hileler ve gerekse repliklerdeki taraflılık ve ilkelliğe baktığımızda; anlatılan bu fantastik hikâyenin aslında, eskiyi temsil eden ‘Yabani’yle, genç Cumhuriyeti temsil eden ‘Aydın’ arasında bir karşılaştırma olduğu apaçıktır.Bayan Cavide’ rolünü Bedia Ferdi (Bedia Muvahhit), ‘İhtiyar’ rolünüyse Doktor Emin Beliğ canlandırmaktadır. Merak içinde bekledikleri oğullarının adıysa ‘Aydın’dır. Şimdi biraz geriye çekilip, kullanılan isimlere dikkatle bakalım. Hiç kuşku yok ki; bu isimler oyun yazarı tarafından şans eseri seçilmiş isimler değildir. ‘Cavide’ Farsça kökenli bir sözcük olmasına karşın, dönemi içinde çok yaygın kullanılan bir kadın ismidir ve “Sonsuza kalacak olan, sonrasız, bitimsiz” anlamına gelmektedir. ‘İhtiyar’, kökü Orta Asya’ya uzanan kadim Türk kültürünü temsil etmekte; ‘Aydın’, adından da anlaşılacağı gibi “Parlayan, ışık saçan” demek olduğu kadar, aynı zamanda “eğitimli, görgülü, kültürlü” anlamına da gelmektedir. Oyunun ilerleyen bölümlerinde göreceğiz ki; genç Türk devleti ve onun devrimleriyle aydınlanmış olan bu oyun kişileri “yeniyi, yeniliği” temsil ederken; ‘Yabani’nin şehre getirildiğinde cebinden çıkan kimlikte adının karşılığında ‘Osman Fani’ yazılıdır. Bugünden baktığımızda son derece ilkel bir yöntem gibi görünse de; ‘Osman Fani’ ölümlü Osmanlı’nın, ‘Cavide’, ‘Aydın’ gibi tipler de genç Türkiye Cumhuriyet’inin sembolleri olarak karşımızdadır. Altıncı tablo, Dadılar ve Çocuklar’ın şarkısıyla açılır. Onlar çıkar çıkmaz; Aşçıbaşı’nın, kuyruğu kopmuş köpek ‘Mazlum’u zengin villanın bahçesinden kovma sahnesi başlar. AŞÇIBAŞI – (Villanın parmaklığı arkasından görünerek) E çoh oldun artık. İki gündür başımın etini yiyorsun… Ben ezmedim a senin kuyruğunu. Var bizim küçük beye havla. (Kapıyı açar, uyuz, kuyruğu güdük bir sokak köpeğini dışarı çıkarmaya uğraşır.) Hadi, bas bakalım. SOKAK KÖPEĞİ – (Mazlum mazlum) Hav… Hav… Hav… AŞÇIBAŞI – Ulan gene mi hav? Garnını doyurdum… Kuyruğuna soğan ezip bağladım… Gene de hav… (Bu ara İhtiyar bastonuna yaslanarak sağdan karısıyla görünür. Elinde dürbün vardır.) İHTİYAR – Bayan, şuracığa gidip oturalım. Ne dersin? BAYAN CAVİDE – Ya, o ağacın altı çok güzel. AŞÇIBAŞI – Hadi ulan çıh git. Başımı belaya sokma. Merhamet ettik, maraz kazandık. KÖPEK - Hav… Hav… Hav… BAYAN CAVİDE – O köpeği niye hırpalıyorsun Aşçıbaşı? Yazık değil mi? AŞÇIBAŞI – Yazıh ama ben nideyim? Başıma galdı. Gel gelelim büyüklerim istemiyor. BAYAN CAVİDE – Onun kuyruğuna ne olmuş öyle? AŞÇIBAŞI – Edeptir söylemesi… Sözüm ona, bu sokak iti yol ortasında çöreklenmiş uyuyormuş. Bizim küçük bey de bisikletle geliyormuş, görmemiş üstünden geçmiş, kuyruğunu koparmış. İHTİYAR – Yazık. BAYAN CAVİDE – Vah zavallı hayvancık (Köpeği okşar) KÖPEK - Hav… Hav… Hav… BAYAN CAVİDE – Aşçıbaşı, bırak kapının önünde otursun. Ben onu birazdan alır, hayvan hastanesine götürüp baktırırım. AŞÇIBAŞI – Ocağına düştüm büyük bayan, al götür. Zira evdekiler darılıyor bana. Hem bizim çok şımarık bir kurt köpeğimiz var. Bırakırsak parçalar bu fakiri. BAYAN CAVİDE – (Köpeğe) Otur, otur. Şuraya otur… Hah. KÖPEK - Hav… Hav… Hav…(Duvar dibine oturur) AŞÇIBAŞI – Kes artık sesini, sululuk etme. (Kapıyı kapar, parmaklığın arkasından kaybolur.)” Dönemin ünlü oyuncuları tarafından canlandırılan köpek rollerinin, oyunun akışı içinde önemli bir işlevi vardır. Örneğin; villada oturan ‘zengin’ ailenin şımarık çocukları tarafından kuyruğu koparılan zavallı sokak köpeği ‘Mazlum’un karşısına, villanın oğlu gibi ‘şımarık’ bir kurt köpeği çıkarılmıştır. Tablonun ilerleyen bölümlerinde, bu karşı karşıya getirilişin neyi simgelediğini daha iyi anlayacağız. Bayan Cavide ve İhtiyar; ellerinde dürbün, arkadaşlarıyla açıldığı denizden on dört saattir dönmeyen oğulları Aydın’ı endişe içinde beklemektedir. Bu sıra İzciler marş söyleyerek sahneye girerler.Biz şanlı izcileriz, boz kurda benzeriz Sert, çelik adımlarla başımız dik gezeriz. Yüreğimiz açıktır, açık alnımız Damarlarımızda hep kaynar kanımız. Biz korkmadan, yılmadan dikenli yollar aştık Ülkemizden şaşmadık, her zorlukla savaştık. Yüreğimiz açıktır, açık alnımız Damarlarımızda hep kaynar kanımız.” Bu izci çocuklar, villanın zengin oğlunun arkadaşlarıdır. Ancak, zengin çocuğu sabah uyanamadığı için izcilerin geçişine katılamamış; onları yakalamak için bisikletle peşlerinden gitmek zorunda kalmıştır. Bu her tarafından propaganda akan mizansen, Bayan Cavide ve İhtiyar’ın replikleriyle -tartışmasız bir şekilde- Cumhuriyet ve devrimlerinin üstünlük sloganına dönüşür:CAVİDE – Ne gürbüz çocuklar… Var olsunlar. İHTİYAR – Ya! Erkekler arslan gibi… CAVİDE – Kızlar da arslan gibi. Hem şimdi fark kaldı mı, erkek kadın bir! KÖPEK - Hav… Hav… Hav… CAVİDE – (Köpeğe) Ne o, nen var? Mazlum… (Kocasına) Bu köpeğin adı Mazlum olsun.” Replik akışına baktığımızda; Cavide’nin, kadın-erkek eşitliğini sağlayan Cumhuriyet kazanımlarını övdüğü konuşmadan hemen sonra Köpek’in havlayarak bu görüşü desteklediğini görürüz. Bunun üzerine Cavide de Köpek’e bir isim verir: Mazlum! Oyun bu eksende ilerlerken; sahneye, biri topal diğeri çolak rolü yapan iki dilenci çocuk girer. Öldüresiye propaganda bu bölümde de egemendir.İKİNCİ ÇOCUK – (Topallayarak) Ne olursunuz beş on para verin. BİRİNCİ ÇOCUK – (Çolak elini sarkıtarak) Elim tutmaz, gücüm yetmez, sakatım… Merhamet edin. İKİNCİ ÇOCUK – Allah ne muradınız varsa versin. CAVİDE – (Çantasını açıp her ikisine para uzatır) Hadi alın ama dileneceğinize mektebe gidin. (İkinci Sokak Köpeği sahneye girmiştir. Mazlum’a ilerler) MAZLUM – (Köpek) (Çocuklara havlayarak) Hav… Hav… Hav… ÇOCUKLAR – (Korkarak) Hay anneciğim! CAVİDE – Korkmayın çocuklar, bir şey yapmaz. (Parayı tekrar uzatarak) Alın. Anneniz babanız var mı sizin? BİRİNCİ ÇOCUK – Var. Çadırda oturuyorlar. İKİNCİ ÇOCUK – Nah, şurada, çayırdaki çadırda. CAVİDE – Öyleyse söyleyin onlara sizi böyle dilendirmesinler, okutsunlar. İHTİYAR – İşin yok mu Allah aşkına! Parmak kadar çocuklara dert anlatıyorsun. Varsın ne halt ederse etsinler. BİRİNCİ ÇOCUK – Biz halt etmiyoruz ki, para kazanıyoruz. Maymun oynatıyoruz. İKİNCİ ÇOCUK – Ya! Bizim bir de maymunumuz var. Öyle güzel oynuyor ki. Nah işte böyle. (Maymun taklidi yaparak zıplamaya başlar.) CAVİDE – A, galiba bu çocuk topal değil. İKİNCİ ÇOCUK – Değilim ya! O da çolak değil. Bize öğrettiler de öyle yapıyoruz. MAZLUM – Hav… Hav… Hav… (Çocuklar korkarak uzaklaşırlar.) İKİNCİ KÖPEK – (Tamamıyla Mazlum’a yaklaşmıştır. Koklaşır sonra karşılıklı uzanırlar.) İHTİYAR – Aman canım, bazen işin yok da çingeneleri adam etmeye kalkıyorsun. Çingeneden adam olur mu hiç? CAVİDE – Ne demek, elbette olur. Onlar da adam… Adam yaratılmışlar. (…) İKİNCİ KÖPEK – Senin kuyruğuna ne oldu? MAZLUM – Demin önümüzden geçen şımarık zengin çocuğu bisikletiyle ezdi. Ben o çocuğa pek kızıyorum. Fakat ne yapayım ki, aşçıbaşıları çok iyi bir adam. Onların artığını yedirdi. Ekmeğini yedim onların, nankörlük edemem. İKİNCİ KÖPEK – Peki ama sen çingene çocuklarına da kızdın? MAZLUM – Onlara kızdım, çünkü yalan düzen yapıyorlar. Merhametimi oyuncak ediyorlar.” Görüldüğü gibi; Cumhuriyetle birlikte gelen hoşgörü, eğitimin önemine duyulan inanç, merhameti suistimal edenlerin alçaklığı, yardımseverlik, doğrudan yana olma, yalanın rezil bir şey olduğuna dair onlarca replik havada uçuşmaktadır. Çocuk oyunundan çok ahlâk öğretisi yüklemeye çalışan böyle bir oyun çok sıkıcı bulunabilir günümüzde. Çünkü kapitalizm; sabrımızın tahtasını delik deşik etmiş, bizi tüketimin kolaycılığına hapsetmiştir. Namuslu olmak gerekirse, bugünün koşullarından o güne tabanca sıkmak çok kolay! Ama unutmamalıyız ki; o dönemin çocuk tiyatrosu emekçileri iki ana hedefin peşindedir. Biri eğitici olması, diğeri eğlendirmesi! Bu pencereden baktığımızda, her şeyin parayla ölçüldüğü, tükettiğimiz kadar yaşam hakkı ve aidiyet kazanmaya zorlandığımız çağımızın; içimizi bunaltan, bizi sabırsız birer canavara dönüştürdüğü gerçekliğini bir an kenara koyarak demeliyiz ki, dönem sanatçıları her ikisini de gerçekleştirmiştir. Bölümler arası şarkı söyleyen İzciler ya da Aydın’ın denizden dönüşünü bale gösterisiyle perdeleyen oyuncular, üzerlerine aldığı işi en temiz haliyle gerçek kılmış; yapılan iş amacına ulaşmıştır. Oyunun bu bölümünde, Aydın adadan dönmüş, ailesinin endişeleri ortadan kalkmıştır. Ancak bu kucaklaşma da idealize edilmiş sözlerle kuruludur. Yokun yokluğun içinden bir çocuk tiyatrosu var edenlerin karşısında ağzımızı açmaya hakkımız olmadığına inansam da; belki, bu replik akışının biraz daha sıcak ve gerçeğe yakın olmasını sağlasalardı diyesim geliyor.