‘İlk Tiyatro Dersi’; aynı oyunun girişinde olduğu gibi, Tiyatro Hocası sarı perdenin önünde çocuklarla konuşmaya başladığında bitti sanılırken; sabrı biten çocukları bir şaşırtmaca daha beklemektedir....

‘İlk Tiyatro Dersi’; aynı oyunun girişinde olduğu gibi, Tiyatro Hocası sarı perdenin önünde çocuklarla konuşmaya başladığında bitti sanılırken; sabrı biten çocukları bir şaşırtmaca daha beklemektedir. Oyunun son tablosu oynanmaya başlar. “TİYATRO HOCASI – (…) Çocuklar, görüyorum ki sabırsızlanmaya başladınız. Fakat gelin de bu oyunu bir şaka ile bitirelim. Ha, ne dersiniz?  (Perdeye seslenerek) Hadi arkadaşlar eğer hazırsanız perdeyi açın, çocuklar sabırsızlanmaya başladı. Oyunu bitirelim. (Yandan kaybolur) (Küçük, orta halli bir oda. Ortada bir karyola. İhtiyar ve Cavide uyuyorlar. Yerde açık bir kitap.) CAVİDE – (Birden uyanarak yatağından doğrulur. Aksırır, aksırır) Hapşu… Hapşu… Hay Allah, ne rüya, ne rüya!  Rabbim hayırlara tebdil eyleye! İHTİYAR – (Esneyerek doğrulur, başında takkesi. Aksırır, aksırır) Hapşu… Hapşu… Hapşu… Hay Allah, ne rüya, ne rüya! Rabbim hayırlara tebdil eyleye! CAVİDE – Sende mi rüya gördün? Aman benimkini sorma. Yabani adamlar mı istersin, balolar mı, konaklar mı, kotralar mı, daha neler neler… İHTİYAR – Anlaşıldı. Galiba ikimiz de bir rüya gördük. AYDIN – (Dışarıdan) Anne, baba, uyandınız mı? CAVİDE – Aydın oğlum, gel gel. AYDIN – (Sevinerek girer. Üstünde pijama var) Günaydın anne, günaydın baba. CAVİDE – Aman oğlum sorma, bu gece ne rüya gördük ne rüya. İHTİYAR – Evet Aydın, anlaşılan annenle bir rüya gördük durduk. Senin kotran varmış, annen Hayvanları Esirgeme Kurumu Başkanı imiş, darısı başımıza! CAVİDE – Ya sonra Yabani’nin bıçakla gezmesi… Öyle korktum, öyle korktum… AYDIN – (Yerdeki açık kitabı alarak) Yine yatarken roman okumuşsunuz. CAVİDE – Ha sahi, şu Yaban Ada romanını. Baban okudu, ben dinledim. İHTİYAR – Tevekkeli değil ikimiz de aynı rüyayı gördük. Ah rüyadaki gibi zengin olsak! AYDIN – Üzülme babacığım, olacağız. Bakın şu telgrafa şimdi getirdiler. Banka beni Avrupa’ya gönderiyormuş.  CAVİDE – (Sevinerek) Sahi mi, demek imtihanı kazandın. İHTİYAR – Öyle ise zenginliğin yolunu tuttuk demek. AYDIN – Muhakkak! (Annesine babasına sarılır. Sarı perde iner.)” Sarı perde İnmesine iner ama oyun gene bitmemiştir. Tiyatro Hocası perdenin önüne gelir. Oyunun son repliğinde bile tüm oyun boyunca yönlendirdiği çocuklara komut vermektedir. Artık bizi şaşırtmayan bu durumun içinde görmemiz gereken başka bir şey daha vardır: Çocuk tiyatrosuna bilimsel bir pencereden bakma çabası! Muhsin Ertuğrul’un Moskova’da gördüğü bilimsel tiyatro atölyelerinde, onu fazlasıyla etkileyen ve cebine doldurup getirdiği bakış açısının en önemli uygulamalarından biri istatistik tutmaktı ya, işte bu son bölümde bunun uygulanmaya çalışıldığını görürüz. Yazımızın önceki bölümlerinden hatırlayacağız bunu... “TİYATRO HOCASI -  Çocuklar oyunumuz burada bitti. Gördünüz ya, bütün oyun bir rüya imiş. Sadece biz ve büyük inkılâbımız rüya değiliz. Artık evinize döneceksiniz. Fakat yine eskisi gibi sırayı bozmadan çıkıp gideceksiniz. Postabaşıların sözüne dikkat, tramvaylara, otomobillere dikkat! Yalnız eve dönünce muhakkak gazetedeki (*’Çocuk Tiyatrosu’ adlı giriş bileti yerine kullanılan broşürden söz ediliyor-HF) soru kâadına karşılık yazın, bize yollayın. Oyunu beğenip beğenmediğinizi anlamış oluruz. Durun bütün oyuncuları çağırayım, sizi uğurlasınlar. (Perdeye seslenerek) Arkadaşlar herkes perdenin önüne gelsin… Mini mini seyircilerimiz gidiyor. (Bütün aktörler perde önüne dizilir, ellerindeki mendilleri sallayarak şarkı söylerler.)” Oyun bu kez gerçekten biter. Oyun biter ama yarattığı etki ve tartışma, bu kadar kolay bitmeyecektir. Türk tiyatrosu, özellikle de Türk çocuk tiyatrosu tarihiyle ilgilenenler için; Hikmet Feridun Bey’in, Akşam gazetesindeki yazısı, hem benim gibi arşivciler için oyundan eşi benzeri olmayan 4 fotoğraf karesi sunması, hem de başka hiçbir yerde olmayan bazı ayrıntıları içermesi adına eşsiz bir hazinedir. Bu yazı, çocuk tiyatromuzun gelişmesine dair çok ciddi fikir çatışmalarına da yol açmıştır. Neden? Hikmet Bey, yazısının sonunda bazı eleştirilerde bulunmuş; Refik Ahmet Sevengil, bu saptamaları haksız bulmuş da ondan! Türk tiyatrosu tarihindeki ilk çocuk oyunu 5 Ekim, çocuk tiyatrosuyla ilgili ilk kavga 22 Ekim!... Topu topu 17 gün sonra!... Ne kadar kavgacı bir milletiz, değil mi? “Piyes sonunda bütün artistler sahnede toplanıyorlar. Çocuklara hangi sanatkârla tanışmak istedikleri soruluyor. Bu artistler kendilerine birer birer takdim ediliyor. Yanımda iki yaramaz vardı. Tek başlarına kalkmışlar, ta Eyüp’ten gelmişler. Büyüğü yedi yaşında bile yok. Son sözü söylerken bu güzel teşebbüsü alkışlamamak imkânsızdır. Çocuk tiyatrosunda her şey güzel fakat samimi olalım, gayet mühim bir hatamızı da görelim. Oynanılan eserin kimin olduğunu katiyen bilmiyorum. Piyeste halî bir adada uzun zaman kalmış bir adam bugünkü medenî Türkiye gençleri tarafından eli kolu bağlanarak, âdeta kendisine bir beyaz esir muamelesi edilerek memlekete getiriliyor. Adam gitmek istiyor. Fakat medenî gençler, medenî insanlar kendisini bırakmıyor. Bu adam sarıksız imamı görüyor: “İmam sarıklı olur, sen gâvursun” diyor. Dekolte kadınları görüyor: “”Bu çıplak kadınlar Müslüman mı? Eyvahlar olsun” diye dövünüyor. Padişahlığın kaldırıldığını duyunca düşüp bayılıyor. Kafeslerin, çarşafın, peçenin kaldırıldığını işitince hastalanıyor. Bütün bunların karşısındaki yeni insanlar peçenin, çarşafın, padişahın, kafeslerin niçin kaldırıldığını, bunların faydalarını anlatmıyorlar bile. Çocuk, adadan gelen adamın: “Padişah yok mu? Çarşaf yok mu? Fes yok mu?” filan diye dövündüğünü görünce, kendisine şöyle bir fikir gelmez mi; yaşamak için çarşaf lâzımdır, fes lâzımdır? Çünkü adadan gelen, bunların lüzumunu kendi kafasına göre izah ediyor, karşısındakiler bunların fenalığına dair tek bir söylemiyor. Tıpkı büyük bir sahne eseri olan Bay Yakup Kadri’nin “Sağanak” adındaki inkılâp eseri gibi… Orada da tez yanlış, ters anlaşılır bir halde idi… Hatta bunu Bay Yakup Kadri de gördüğü için piyesi sahneden kaldırtmıştı. Sonra piyesteki yeni Cumhuriyet insanları; o Doktor Hep, Rüküş Hanım vesaire ne fena insanlar olarak gösterilmiş. Halbuki yeni insanları çocuğa mükemmel insan olarak tanıtmak lâzımdır.” (Hikmet Feridun, Akşam gazetesi, 19 Teşrinievvel (Ekim) 1935 Cumartesi, “Çocuk Tiyatrosunda Gördüklerim” başlıklı yazısı, Gazete yayın no: 6108, s. 11) 19 Ekim 1935 günü yayımlanan bu yazıdan -çok değil- sadece üç gün sonra, 22 Ekim 1935 tarihli Kurun gazetesinde, bu yazıya karşı bir yazı yayımlanır. Yazının başlığı “Çocuk Tiyatrosu ve Yanlış Bir Görüş”, yazının altındaki imza ise Refik Ahmet Sevengil’e aittir. Anlaşılan, Küçük Kemal’in en yakın dostlarından biri olan Sevengil; henüz altı ay önce yitirdiği dostuna, daha çok magazinci kimliğiyle bilinen bir gazetecinin söz söylemesini hazmedememiş; Hikmet Feridun’un yanlış içinde olduğunu söylerken bile, zamansız giden dostu Küçük Kemal’i koruyup, övme ihtiyacı duymuştur. Gerçi hiçbir dikkatli göz, yazının içine sinmiş: ‘Dostuma laf edenin dilini koparırım’ dediğini kaçırmaz ama yine de, dilini belli bir ölçüde tutmak için büyük çaba harcamıştır Sevengil Hoca… Dostlar başına! “Tiyatroyu halk terbiyesi için pek önemli bir vasıta sayarım; bu arada çocuk tiyatrosu, bir yandan küçüklere san’at zevki vermek, onlara şimdiden tiyatro sevgisi aşılamak yönünden faydalıdır; öte yandan küçüklere mahsus pedagojik eğlence yerleri az olan memleketimiz için bir kazançtır. Hele, küçüklere iyi duygu ve düşünceleri, eğlence içinde, onları yormadan vermek için bundan daha iyi bir yol bulmak güçtür. Şehir Tiyatrosu’nda her hafta Cumartesi ve Pazar sabahları oynanan çocuk piyeslerinden ilki, Şehir Tiyatrosu’nun değerli artisti M. Kemal Küçük tarafından yazılan “Tiyatro Dersi”dir. İyi tiyatrocu ve iyi muharrir olan M. Kemal’in bu eserinde çocuk tiyatrosu için yukarıda saydığımız iyi vasıfların ve çocuk tiyatrosundan beklediğimiz faydaların hepsi vardır.
  1. Kemal Küçük bu eseriyle, yedi yaşından yukarı yavrulara sahiden bir tiyatro ve bir inkılâp dersi veriyor; bu oyunu gören çocuk, tiyatronun, aktörün, sahnenin, dekorun, makiyajın ne olduğunu öğreniyor; aynı zamanda içinde doğup büyüdüğü Cumhuriyetin Türk köylüsüne verdiği büyük önemi anlıyor, Cumhuriyetin yurda getirdiği yeni ve ileri hayatın tadı içinde eskinin gülünçlüğünü yakından görüyor. Bütün bunlar yavrular için pek eğlenceli olan bin bir güzel buluşla süslüdür.”
Refik Ahmet Sevengil’in, kalemini ve sanatçı kimliğini beğendiği bir arkadaşını savunması doğaldır. Ancak bu yazının ruhunda, sanatçı bir arkadaşını savunmaktan öte bir şey vardır Sevengil için. Türk Tiyatrosu dergisinin, Kemal Küçük için hazırladığı özel sayısında yayımlanan “M. Kemal Küçük İçin” başlıklı yazıyı okuduğumuzda bunu daha rahat anlayabiliyoruz. Bu yazı, Sevengil’in, yitirdiği dostunun arkasından sözcük sözcük, zarı zarı ağladığı bir yazıdır. İçimizi parçalayan, vefalı bir yazı! “Kemal’in ölümü benim hayatımdaki sayılı fırtınalardan biridir; babamın, annemin, çocuğumun ölümü hâdiseleri gibi duygu ve düşüncemi tarûmar eden, sinirlerimi ihtilâle veren, maneviyatımı perişan eden, sıhhat ve selâmetimi bozan fırtınalardan biri… Ben bu ölümlerden her birinin arkasında kalan manasız ve müthiş bir şekilde manalı günlerde oturamaz, çalışamaz, eğlenemez, bir yerde karar edemez olmuştum. Yirmi yıl mektep arkadaşım, dostum, düşünce ve duygu ortağım, komşum, ahbabım olan Kemal’in ölümünden sonra da aynı hâleti ruhiyeyi yaşadım. Şimdi onun için ölümü vesilesiyle yazı yazmak, bana onun ölümü kadar acı geliyor (…) M. Kemal mektepte iyi talebe, hayatta iyi insandı; sahnede ne derece değerli bir sanatkâr olduğunu herkes biliyor. Sahnemizde oynanan ilk çocuk piyesleri de M. Kemal’in kaleminden çıkmıştır. Şehir Tiyatrosu’nun geçen sene bütün bir mevsim oynadığı “Tiyatro Dersi” ve “Gülmeyen Çocuk” isimli çocuk piyeslerini Kemal hasta döşeğinde yazdı (…) Yazıları için en ufak bir cümle karışıklığı veya ehemmiyetsiz bir şiveye uygunsuzluk izi kalacak diye titizlenir, üzülür, müsveddelerini tekrar tekrar okur, kontrol ederdi; bu yazılar tiyatro edebiyatımıza ve tiyatro bilgimize sahiden faydalı olmuş, değerini hiçbir zaman kaybetmeyecek eserlerdir; mecmua ve gazetelerde çıkmış olan yazılarının bir araya toplanması Millî Kütüphanemiz ve irfanımız için hakikî bir kazanç olacak. Heyhat, hayatta en kıymetli şey eninde sonunda güzel bir hatıra olur; M. Kemal Küçük de bugün bütün kıymetleriyle, o müstesna san’atı, san’atkârlığı, insanlığı, efendiliği ve temiz varlığıyla bizim için cidden güzel, doyulmayacak bir hatıradır. Güzel bir hatıra ise hayatta en kıymetli şeydir.” (Refik Ahmet Sevengil, “M. Kemal Küçük İçin” adlı yazısından alıntı, Türk Tiyatrosu Dergisi, 1 Birinciteşrin (Ekim) 1936, Sayı: 70, ss. 4-5) Bu kadar sevilen bir dosta; kendisini ‘onun dostuyum’ diye adlandıran kim kötü bir söz ettirirse, kim ona sövenlerle aynı yola çıkıp, aynı masaya oturursa, kim onun ihtiyacı varken türlü bahanelere sığınıp onu yalnız bırakırsa, vesselam kısadan söyleyecek olursak; kim dost dediğinin hassasiyetlerini gözetmez, ona şefkatini bin bir hesaptan sonra şartla şurtla verirse… emin olunuz ki; o kişi dost değil, bir yalancıdır. Belkide bu yüzden; Refik Ahmet Sevengil, yazısının girişindeki yumuşak ifadeleri yazısının sonuna kadar sürdüremez. “Piyesin en güzel tiplerinden biri eski çağlarda boş bir adaya gidip yerleşen, orada tek başına yaşadığı için Türk yurdundaki büyük ve kurtarıcı değişiklikten haberi olmayan ihtiyardır. Cumhuriyet denizcileri tarafından boş adada bulunarak getirilen, saçı sakalı birbirine karışmış eski zaman adamı, eskiye bağlı, yeniyi anlamayan, yeninin ve değişikliğin karşısında hayretten hayrete düşüp dili tutulan yabanî, piyeste çocukların en çok zevkle seyrettikleri tiplerden biridir. Piyesin yazıcısı, “eski”yi bu tiple pek güzel ve ustaca karikatürleştirmiştir. Akşam gazetesinde çocuk tiyatrosundan bahseden yazıcı arkadaşımız Bay Hikmet Feridun’un, bu tip münasebetiyle yazdığı satırlar bana pek tuhaf geldi. Bay Hikmet Feridun eski adamın yenilik karşısındaki şaşkınlığını, eskiye inanışını, bağlılığını bildiren sözlerini, piyeste eskinin propagandası gibi görüyor; Cumhuriyetçi gençlerin bu adamın sözlerine cevap vererek, eskinin fenalığını ispat etmeleri lâzım geldiğini ileri sürüyor. Son olarak arkadaşımız, bu piyeste tezin yanlış ve ters anlaşılır halde olduğu düşüncesindedir. Bay Hikmet Feridun’a saygım vardır; fakat bu saygı düşüncemi açıkça söylememe de engel olamaz: Bu piyesi ben de gördüm; piyesin tezini hiç de Bay Hikmet Feridun’un söylediği gibi bulmadım da aksi olarak yazıcı arkadaşımızın görüşünü ters ve yanlış buldum. Bay Hikmet Feridun, salonda çocukları görünce kendisini okulda sanmış; sahnede münakaşalı ders verilmesini istiyor. Bir tiyatro eserinde, hele bir komedide ağır söylevlere yer olmadığını elbette Bay Hikmet Feridun da bilir. Çocuk tiyatrosundaki komik unsur yabaninin inkılâbın karşısında duyduğu gülünç şaşkınlık içindeki sözleri, menfi tesir yapabilir, münakaşaya gelir, cevaba lâyık şeyler değildir; bunların cevabı salonu dolduran kahkahalardır. Piyesteki Doktor Hep, Bayan Rüküş gibi tipler bu çocuk komedisindeki komik unsurlardan olan karikatürlerdir. “Yeni insanları çocuğa mükemmel insan olarak tanıtmalıdır” diyen Bay Hikmet Feridun piyesteki mükemmel inkılâpçı köy hocasını, köy muhtarını ve öteki köylüleri hatırlayınca bu piyeste Cumhuriyet’in şanlarının mükemmel insan olarak gösterildiğini kabul edecektir. İnkılâp edebiyatının en güzel eserlerinden olan ”Çınar” gibi bir piyesi daha geçenlerde Türk tiyatrosuna hediye etmiş olan M. Kemal Küçük, samimi, temiz ve değerli bir inkılâp san’atkârıdır; onun tiyatro tekniğine olan bilgisini ise herkes kabul eder.
  1. Kemal gibi inkılâba içten bağlı, öz yürekten Cumhuriyetçi ve sanatında usta bir tiyatrocunun inkılâbı ters ve yanlış anlatacak bir piyes yazmayacağını söylemek bile fazladır. Değerli yazıcı Hikmet Feridun’un görüşü hatalıdır.” (Refik Ahmet Sevengil, “Çocuk Tiyatrosu ve Yanlış Bir Görüş” başlıklı yazıdan alıntı, Kurun gazetesi, 22 Birinciteşrin (Ekim) 1935-Salı, Gazete yayın no: 6388-328, s. 3 )
Hadi bakalım yeni bir kavgamız daha var artık. Birer çay alıp, seyrine duralım bari…