Hemen her gün gazete sütunlarını, TV ekranlarını işgal eden haber başlıkları arasında tarımın sorunları geliyor. Türkiye’de tarım kesiminde çalışan nüfus korkutucu hızla gerileyerek 500 bin sınırının...

Hemen her gün gazete sütunlarını, TV ekranlarını işgal eden haber başlıkları arasında tarımın sorunları geliyor. Türkiye’de tarım kesiminde çalışan nüfus korkutucu hızla gerileyerek 500 bin sınırının altına düşerken, 85 milyon insanın ihtiyaç duyduğu temel gıdaların dahi üretilmemesi riski artıyor. Bu duruma gelmemizde tarımsal girdi maliyetlerinin artması kadar, senelerce tarım politikasına egemen olan “Cebimizde paramız var, ithal ederiz olur biter” kafasının payı maalesef çok büyük. Tüm dünya, özellikle de pandemi döneminde, sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşımın önemini kavrarken ve tarım üreticilerine hak ettiklerinin çok üzerinde teşvikleri verirken; dört mevsim ürün alınabilen cennet Anadolu’nun yöneticileri, savaşın ortasındaki Ukrayna’dan gelecek tahıl gemilerinin yolunu gözlemekte beis görmüyor. NAZİLLİ’DEN ÖZGÜN BİR ÖRNEK Pekâlâ çözüm ne? Çözüm tarımda endüstriyel tekniklerden en yüksek seviyede yararlanarak, yatırımlarımızı ve ölçeklerimizi büyütmekte. Topraksız tarım gibi uygulamalar ise bu çözümün en kilit parçasını oluşturuyor. Geçen hafta Aydın’ın Nazilli ilçesinde topraksız tarım yapılan dev bir serayı ziyaret etme ve inceleme şansı buldum. Sera deyince okurlarımın zihninde, uçuşan naylon örtülerle kaplı seralar canlanmasın. Organize sanayi bölgelerindeki fabrikalara taş çıkartan, jeotermal enerji ile ısıtıldığı için enerji maliyetlerini asgari ölçüye indirmiş ve verimi azami ölçüde artırılmış bir işletmeden söz ediyorum. Toplam 80 dönüme yayılan bu serada bir dönümden yılda 40 tondan fazla domates hasat edilebiliyor. Türkiye'de jeotermal enerjiyi kullanarak tarımsal faaliyet yapan ilk tesis olma özelliği taşıyan bu seradaki üretiminin büyük bir kısmı Avrupa ülkelerine ve Rusya’ya ihraç ediliyor. Jeotermal kaynak kullanımıyla yapılan ısıtma, yurt dışı pazarlarda ciddi bir rekabet avantajı sağlıyor. COCOPEAT MUCİZESİ 11 ay boyunca üretimde kullanılan domates fideleri yıl sonunda 17 metreye kadar uzuyor. Her hafta bir salkım hasat edilirken, hasat edilen salkımlar yaklaşık 650–700 gram ağırlığına ulaşıyor. Seranın iklimlendirilmesinden domateslerin paketlenmesine kadar her işlem el değmeden yapılıyor. Domateslerin üretimi ortamı olarak ise “cocopeat” adı verilen sıkıştırılmış, preslenmiş Hindistan cevizi kabuğu kullanılıyor. Seranın tek ithal girdisi de bu malzeme oluyor. Başta AB ülkelerine, Rusya’ya ve Körfez ülkelerine ihracat yapılan serada, kimyasal ilaçlamaya karşı biyolojik mücadele tercih edilmiş. Zararlı populasyonları minimum düzeyde tutmak amacıyla biyolojik mücadele ile üretilen domateslerde kalıntı problemi de asgari seviyeye iniyor. Bu şaşırtıcı manzara karşısında etkilenmemek mümkün değil. Son tahlilde Türkiye’de bu işin çözümünün önemli bir ayağının tarımda endüstrileşme ve yüksek teknoloji olduğu anlaşılıyor. ÇÖZÜM TDİOSB’LERDE… Bazı okurlarımın, “Pekâlâ ya istihdam ne olacak?” dediklerini duyar gibiyim. O işin çözümü, gezip incelediğim seradan binlercesinin bir arada olduğu tarıma dayalı ihtisas OSB’lerden (TDİOSB) geçiyor. Sayıları hızla artma eğilimine giren TDİOSB’lerden birinin inşasına İzmir’in Dikili ilçesinde devam ediliyor. 3 milyon metrekare alanda, yılda 80 milyon ton yaş sebze ve meyve üretiminin yapılacağı projede, toplamda 5 milyar TL’lik yatırım yapılacak. Yüksek teknolojinin kullanılacağı 50 seranın (siz 50 dev fabrika diye okuyun) yanı sıra, ürünlerin işleneceği ve paketleneceği 35 tesisi ve Ar-Ge merkezinin kurulacağı Dikili TDİOSB, Tarım 4.0’ın özgün bir örneğini de oluşturacak. Tamamıyla jeotermal enerjinin kullanılacağı bu projede 3 bin 500 kişiye istihdam sağlanacak. Projenin bir başka keyifli yanı ise İzmir iş dünyası örgütlerinin ortak projesi olması... Birkaç sene öncesine kadar iç çekişmelerini izlemekten adeta yıldığımız İzmir iş dünyası, tarım gibi geleceğin stratejik sektöründe ortak değer yaratan bir projede buluşabiliyor. İŞ DÜNYASINI BULUŞTURDU İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Ticaret Borsası ve Ege İhracatçı Birlikleri’nin yüzde 20’şer paya sahip olduğu proje; birlikte çalışma kültürümüze katkı sunması açısından ayrıca kıymetli. İzmir’de yapılacak TDİOSB’ler sadece Dikili ile sınırlı değil… Kınık Tarıma Dayalı İhtisas OSB’de 1,2 milyon metrekarelik alanda bin 500 kişinin istihdamı sağlanacak. Bu projede aynı zamanda, tohum, fide, tıbbi ve aromatik bitki üretimi ve işlenmesi ile toplamda 2,5 milyar TL yatırım yapılacak. Bayındır Tarıma Dayalı İhtisas OSB'de ise 890 bin metrekarelik alanda süs bitkileri ve çiçek üretimi, 12 ay açık kalacak ürün teşhir ve sergi alanları yer alacak. Bayındır'da bin 100 kişiye istihdam sağlanması ve 1,2 milyar TL yatırım planı bulunuyor. İzmir’in tarımdaki güçlü potansiyeli, yüksek teknoloji ile ulaşılacak verimli üretim ve hedef pazarlara coğrafi yakınlık ile birleşince çok daha güzel sonuçlar yaratacak. EN BÜYÜĞÜ BALIKESİR’DE Türkiye’de an itibarıyla 34 adet TDİOSB tüzel kişilik kazandı. Bu yapıların 14'ü bitkisel üretim, 20’si ise hayvansal üretim konulu olarak faaliyet gösterecek. Bu OSB’lerin en büyüğü ise Balıkesir’in Gönen ilçesinde 8 milyon metrekare alana kurulacak. Dikili projesinin yaklaşık üç katı büyüklüğe sahip olacak Gönen TDİOSB’de yılda 250 bin ton ürün üretilecek. Dünyanın en büyük jeotermal ısıtmalı Tarıma Dayalı İhtisas OSB'sinde 10 bin kişiye iş imkanı sağlanacak. Bu projede de jeotermal enerjinin yanı sıra; yenilenebilir ve temiz enerji kaynakları olan rüzgar, güneş ve biyokütle enerji üniteleriyle desteklenecek. Sütunumuza konu olan bu haberler, kuşkusuz derin bir ekonomik krizin pençesinde geleceğini arayan Türkiye’de yürek ferahlatıyor. En kısa zamanda gerçekleşmesine destek vermek de bizlere kalıyor…  

ADINDA BİLE “BUHAR” OLAN BİR İLÇEYİ DOĞALGAZA MAHKUM ETMEK HANGİ AKLIN ÜRÜNÜ?

Aydın’ın Buharkent ilçesi, Ege’nin cennet köşeleri arasında yer alıyor. Aydın ve Denizli arasında uzanan bereketli Büyük Menderes Ovası’nın köşesine kurulu Buharkent’in bir özelliği de jeotermal enerji kaynakları açısından şanslı bir ilçe olması. Adında bile “buhar” olan bu güzel ilçe, ayaklarının altındaki zenginliği konut ısıtması için rahatlıkla kullanabilecekken, beş bin kilometre öteden boruyla gelen doğalgaza mahkûm kalıyor. Doğrusu bu aklı anlamakta zorlanıyor insan… Buharkent Belediye Başkanı Mehmet Erol, Aydın Büyükşehir Belediyesi’nden izin çıkmaması nedeniyle konutların jeotermal enerjiyle ısıtılması projesinin askıda kaldığını iddia ediyor. Projeyi hayata geçirmek için Büyükşehir Yasası’nda değişiklik yapılmasını beklediğini ifade ediyor. SERVETİN ÜSTÜNDE SEFALET Bu sütunlarda Türkiye’nin yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının daha fazla kullanılmasının önemine sürekli dikkati çekiyoruz. Sadece yer üstü kaynaklarında değil, ayaklarının altındaki zenginliği de kullanamayan; adeta varlık içinde yokluk çeken bir ülke Türkiye… Yer altında serveti olan, yer üstünde sefaleti kanıksamış bir ülke… Yazık gerçekten. Aydın’ın Topuklu Efe’si Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun, Buharkent Belediye Başkanı Mehmet Erol’un savlarına hangi yanıtları verdiğini açık kaynaklardan okuyamadım. Bir açıklaması varsa, elbette sütunlarımız kendisine de açık. Yılda 61,5 milyar metreküp doğalgaz kullandığımız, bu tüketimin yüzde 97’sini ithal ettiğimiz, ithalatın yarıdan fazlasında tek bir ülkeye (Rusya) bağımlı kaldığımız anımsandığında… Kullandığımız her birim yenilenebilir ve temiz enerji kaynağının, karşılığı olan dövizin cebimizde kalması olduğunu bilelim.  

KAMİL HOCANIN UYARILARINA DİKKAT

CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’ı ilk olarak 20 yıl kadar önce tanımıştım. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi olarak tarım konusunda güçlü bir haber kaynağımızdı Kamil hoca. Ziraat Mühendisleri Odası başta olmak üzere, mesleki sivil toplum örgütlerinde aktif görevler alan yetkin bir bilim adamı ve eğitimci idi. Sonraki yıllarda başarılı Bornova Belediye Başkanlığı’nın ardından milletvekilliği görevini de aynı başarı çıtasını koruyarak sürdürüyor. Kamil hocanın geçen hafta TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dile getirdiği açıklamaların altını çizmek istedim. Zira konu önemli. Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimizin iyi birer eğitim almaları açısından önemli. BAKANLIĞIN BÜTÇE PAYI Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçe artışı 2019’dan bugüne merkezi bütçe artışının altında kalışını eleştirmiş Kamil Okyay Sındır. MEB bütçesinin, merkezi bütçe içindeki payının düşüşüne ve düşük kalan AR-GE ödeneklerine dikkati çekiyor. Resmi verilere göre Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkezî yönetim bütçesi içerisindeki payı sürekli düşüyor. 2019'da 11,84, 2020'de 11,45, 2022'de 10,79, 2022 revize bütçesinde 7,44, 2023'te ise 9,74'e düşen bir bütçe payından söz ediyoruz. Benzer bir durum Ar-Ge harcamaları için de geçerli. 20 yılını geride bırakan AKP iktidarının, eğitimdeki başarısızlığı ulusal ve uluslararası kriterlere göre tescillenmiş vaziyette. Bu durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklama ve itiraflarına da konu oldu pek çok kez… 20 sene içinde altı kez köklü değişime uğrayan milli eğitim sistemi, adeta “kayıp kuşak yaratma makinesi” gibi işlev yükleniyor. Maşallah uzaya gitmeye hazırlanan devletimiz, çocuklarına iyi bir eğitim vermeyi bir kenara bırakın; sorumluluğu altındaki okulların temel ihtiyaç ve hijyen malzemelerini bile karşılamakta zorlanıyor. Artan öğrenci ve okul sayısı dikkate alındığında, Türkiye’nin bütçe artış oranlarının çok üzerinde artması gereken eğitim harcamaları, artmak bir yana düşündürücü bir hızla geriliyor. Aynı zamanda bir öğretmen olan Kamil Okyay Sındır hocamıza, bu düşündürücü tabloyu önümüze serdiği için kuru bir teşekkürü esirgememek gerek.   HAFTANIN SÖZÜ Akıllı ve zeki olmaya çalışırken, kalpsiz ve duygusuz kalmak. İşte bütün hikayemiz bu. Tom Robbins