Ülkemiz, tarihinin en büyük yangın felaketi ile boğuşuyor. Yeryüzü cenneti diyebileceğimiz koylar, bükler, ormanlar, köyler adeta cehennemi yaşıyor. Güzellikleri ile insanı büyüleyen köylerimiz,...

Ülkemiz, tarihinin en büyük yangın felaketi ile boğuşuyor. Yeryüzü cenneti diyebileceğimiz koylar, bükler, ormanlar, köyler adeta cehennemi yaşıyor. Güzellikleri ile insanı büyüleyen köylerimiz, sadece ülkemizin akciğerleri değildi. Başta çam balı, zeytin ve zeytinyağı olmak üzere organik tarım üretimleri ile hepimizin sağlıklı gıda tüketmesini sağlayan merkezlerdi. Yaşanan felaket daha sona ermeden, yanan alanların yeniden ağaçlandırılması için fidan bağışı kampanyaları başlatıldı. Ancak bu noktada okurlarımızın ve tüm yurttaşlarımızın dikkatini çekmek istediğimiz çok önemli bir ayrıntı var. Türkiye Erozyonla Mücadele Vakfı (TEMA), Ege Orman Vakfı (EOV) gibi ağaçlandırma çalışmalarında çok önemli deneyim sahibi sivil toplum kuruluşlarına yaptığınız fidan bağışlarının tamamı, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hesaplarına yatırılacak. İş dünyası kuruluşlarından, şirketlerden, okullardan, sivil toplum kuruluşlarından hemen her gün önümüze düşen fidan bağışı haberlerine bu gözle bakmak gerektiğini düşünüyorum. Duyarlı davranış gösteren kuruluşların konuyu bu yönüyle değerlendirmelerinde ve bu gerçeğin farkında olarak bağışlarını yapmalarında fayda var. DEPREM VERGİSİ ÖRNEĞİ… Bu noktada bazı okurlarımızın “Ne var bunda, devletin denetim ve gözetiminde bu çalışma yapılsın. Zaten devletin Anayasal görevleri arasında ağaçlandırma çalışmalarını yapmak var.” dediklerini duyar gibiyim. İşte o “ne”yi biraz açalım dilerseniz. 1999 yılında yaşadığımız iki büyük deprem felaketi sonrasında devletimiz kısa bir süre için “Deprem Vergisi” çıkarmış, daha sonra bu vergi kalemi Nasrettin Hoca’nın sakalındaki yol gibi kalıcı olmuştu. O yıllarda hepimizin canını acıtsa da bağrımıza taş basıp kabullendiğimiz bir vergiydi bu. Çünkü zararın büyüklüğü milyarlarca dolardı. Deprem Vergisi ile bu zararlar bir ölçüde telafi edilecekti. Aklınıza gelen gelmeyen tüm mal ve hizmetlere bu vergi salındı. “Geçici” olarak çıkarıldığı söylenen bu vergi kalemi sessiz sedasız “kalıcı” olmuştu… Bu yoksul halkın sırtından alınan paralar, deprem hazırlıkları için harcansa milletin canı fazla yanmayacaktı. Yıllar yıllar sonra Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e bu verginin akıbeti sorulacak ve hepimize şaşkına çeviren yanıtlar duyulacaktı. Deprem için alınan vergiler duble yol çalışmalarına ve GAP’a aktarılmıştı. Yani “Dağ nerede” diye sorulunca, “Yandı, bitti, kül oldu” cevabını yapıştırmıştı Mehmet Şimşek… Bugün Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara Denizi altındaki parçasında 7 ve üzeri şiddette bir deprem yaşandığında, aynı felaketin tekrarlanacağını hepimiz biliyoruz. Devlet, vatandaşına verdiği sözü tutmamış, topladığı Deprem Vergisi’ni amacı dışında harcamakta sakınca görmemişti… BİR DİĞER ÖRNEK  Benzer bir durum İşsizlik Sigortası Fonu için de geçerliydi. 1999 yılında, Bülent Ecevit’in Başbakanlığı’ndaki üçlü koalisyon hükümeti tarafından tesis edilen İşsizlik Sigortası Fonu; işçinin, işverenin ve devletin belirli oranlarda katkı koyduğu bir fondu. Ancak geçmişte bütçe dışı fonların nasıl istismar edildiğini bilen yöneticiler, bu fonun yönetimini özerk hale getirerek yasal güvenceye bağladılar. Uzun yıllar başarıyla yönetilen Fon, bütçe açıkları büyüdükçe ve devlette paralar suyunu çekince ağızları sulandırmaya başladı. İşsiz kalan vatandaşlara belirli sürelerle işsizlik maaşı ödemek ve mesleki eğitime katkı sunmak için harcanması gereken paralar nerelere harcanmadı ki? AMAÇ DIŞI HARCANDI Yılan hikayesine dönen GAP projesine kaynak aktarıldı, pek çok kez –özellikle de seçim öncelerinde- işverenlere teşvik amacıyla kullanıldı, fon gelirleri vergi kapsamına alındı, Hazine’ye kaynak aktarıldı… Sözgelimi 2019 yılında Fon’un 11 milyar TL’si üç kamu bankasına (Halkbank, Vakıflar Bankası, Eximbank) aktarılarak bilançoları makyajlandı. O günlerde cari piyasa faizi yüzde 20’ler civarındayken bu işlemler yüzde 10 faiz uygulanarak gerçekleştirildi. Söz konusu işlem üç kamu bankasının tahvil ihraçlarında gerçekleşmişti. Pandemi döneminde Kısa Çalışma Ödeneği ve Nakdi Ücret Desteği adı altında vatandaşa yapılan ödemeler, Fon’un amacı kapsamında yapılan ender işlerden biri olarak hafızalarımızda kaldı. Bu gerçekler ortada iken, vatandaşın devlet yerine, alanlarında uzman sivil toplum kuruluşlarına bağış yapmak istemesini çok haklı sebeplere dayandırıyoruz. Merkez Bankası’nda savaş zamanında kullanılmak üzere tutulan ihtiyat akçesi (kefen parası) bile göz kırpmadan harcanmışken… Yarın Tarım ve Orman Bakanı’nın, “Biz yanan alanları zaten ağaçlandıracağız, bu paraları Hazine’ye gelir kaydedelim” demeyeceğini garanti edebilir misiniz? Ben edemem… ORMAN YANGINLARINI ÖNLEMEDE RADİKAL ÖNERİ Orman Genel Müdürlüğü istatistikleri, orman yangınlarının yüzde 90’ının insan faktörü nedeniyle yaşandığını ortaya koyuyor. Eminim son felaket de benzer bir sebepten kaynaklandı. Bu gerçeği yıllardır bilmemize rağmen hâlâ cahilce işler yapmakta pek mahiriz. Yazın en sıcak aylarında ormanlarda piknik yapan, arkalarında sönmemiş mangal közlerini ve pislikleri bırakıp giden insanlarımızı görmek mümkün. İşe yarar mı bilmiyorum ama buradan Sayın Cumhurbaşkanı’na bir önerim olacak: Kanunla mı yoksa kanun hükmünde kararname ile mi olur bilemem ama 2020 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki ormanlara Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında girişleri kesinlikle yasaklayan bir düzenleme yapılmalı. Bu yasağa uymayanlar, ağır para ve gerekirse hapis cezalarına çarptırılmalı. Dinlenmek, eğlenmek isteyen vatandaş izinli mesire yerleri dışında ormanlara gidip kafasına göre yiyip içmemeli. +++++++++++++++++ BENCE EN BAŞARILI İNŞAAT REKLAMI Bu sütunlarda şirketlerin reklamlarına ya da reklam kokan çalışmalarına yer vermediğimi dikkatli okurlarım bilir. Ancak iş deprem ve binaların sağlamlığına dair farkındalığa gelmişse, iki çift laf edeyim istedim. Yaşı tutanlarımız anımsar, 17 Ağustos 1999’da meydana gelen büyük Marmara Depremi’ne kadar bizim vatandaşın ev alırken dikkat ettiği konular fayansların rengi ve kalitesi, salonun büyüklüğü, banyonun işlevi ve saire idi. Kimse, “Bu bina deprem yönetmeliğine uygun yapıldı mı?”, “Kullanılan demir ve çimento standartlara uygun mu?”, “Yapı denetimi güvenilir kişiler tarafından yapıldı mı?” gibi can sıkıcı (!) ve cevapsız soruları sormazdı. NE CEVAP ALDILAR? 1999 yılının Kasım ayında Düzce merkezli ikinci bir deprem yaşayınca ve boyasına badanasına dikkat ettiğimiz evler birer mezara dönüşünce, kafalarımızı vuracak taş aradık ama bulamadık. Bu bilincin oluşmasında anca bir arpa boyu yol alabildiğimizi söylemek abartı olmayacak. Bugün aynı depremler aynı yerde yaşansa, çok daha fazla can kaybı yaşarız. Övündüğümüz tek yönümüz ise enkazdan canlı çıkarma konusundaki küresel maharatimiz olur… Ve aradan geçti 22 koca sene… İzmir’de bir inşaat şirketi, ev sahibi olmak isteyen müşterilerine aynı can sıkıcı soruları sormuş. Sormakla kalmamış, bu soruları inşaatlarını çevreleyen tabelalara yazmış. Vallahi hem çok güldüm hem de çok sevindim. Halk dalkavukluğunun ateşli sıcaklığına kapılmadan, “Ey vatandaş, beyaz eşya alırken gösterdiğin araştırma maharetini, daire alırken de bir zahmet sergile… Beyaz eşya alırken makine mühendisi değilsen, burada da inşaat mühendisi olmana gerek yok” diyor. Vallahi bravo! Soru doğru… Sorulduğu yer doğru… Zamanlaması çok doğru… Nasır İnşaat’ın yöneticileri, vatandaştan aldıkları cevapları da paylaşırlarsa memnuniyet duyarız. +++++++++++++++++ TÜRK HAVA KURUMU’NU KİMLER BU HALE GETİRDİ? Gazeteciliğin erken dönemlerinde haber bültenlerinin değişmez konuları arasında Türk Hava Kurumu olurdu. İş sadece kurban bayramlarında derilerin toplanması görevinin THK’ya verilmesi değildi. Atatürk’ün emri ile 1925 yılında “Türk insanına havacılığı sevdirmek” amacıyla kurulan THK, İzmir’in Selçuk ilçesinde her sene düzenli olarak hava ralli şampiyonası düzenler; maket uçak, yelken kanat gibi pek çok dalda gençlerimizin maharetlerini sergilemelerine fırsat sunardı. Orman yangınlarına havadan müdahale ve tarım alanlarının havadan ilaçlanması gibi pek çok işin sorumlusu olarak da THK görülürdü. Kurumun o yıllardaki Genel Başkanı Prof. Dr. Atilla Taçoy’u ve İzmir Şubesi Başkanı Hami Gürtunca’yı EGE TV’de çalıştığım yıllarda defalarca konuk etmiştim.  Hatta THK yönetiminin daveti ile mini bir belgesel de çekmiş, hayatımda ilk kez Cessna tipi bir yolcu uçağına THK sayesinde binmiştim. GENERAL YÖNETİCİLER O yılların etkin THK’sı daha sonraları yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları gündeme gelince Başbakan Bülent Ecevit 1999 yılında Hava Pilot Tümgeneral İbrahim Büyükyumukoğlu’nu kurumun başına atamıştı. İbrahim Paşa ile birlikte THK, 1999-2009 yılları arasındaki on yılda havacı general rütbesindeki askerler tarafından eldeki olanaklar ölçüsünde başarıyla yönetildi. Ve ne olduysa 2009’dan sonra oldu. Siyasi kimlikleri ile öne çıkan genel başkanlar tarafından yönetilen, altyapısı olmadığı halde 2011 yılında THK Üniversitesi kurmakta ısrar eden yönetimler, kurumu büyük bir finansal batağın içine soktu. ERDOĞAN HİMAYESİNE ALMALI 2019 yılından bugüne kayyum olarak atanan bir kadro tarafından yönetilen THK, 4 milyon dolar (Bugünün kur düzeyi ile 34 milyon TL) bulamadığı için yangın söndürme uçaklarının bakımlarını yapamıyor ve koskoca ülke yurtdışından uçak kiralamak ya da yardım talep etmek durumunda kalıyor. Atatürk’ün en önemli miraslarından biri olan THK,  yüzüncü yılına doğru ilerlerken hüzün verici bir durumda. Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı’nın yapması gereken, tıpkı Kızılay’a yaptığı gibi THK’yı da bizzat himayesine almak ve eski gurur veren günlerine dönmesini sağlamak. On gündür ormanlarımızla birlikte yürekleri yanan bizler, THK’nın uçak filosunu hangarlarda görerek kahroluyoruz. +++++++++++++++++ GENÇ KEMALLETİN’E  ATATÜRK’TEN NASİHAT Yıl 1923. Harbiye Nezareti’nde görevli Kaymakam Yarbay İbrahim Bey’in oğlu Kemalettin, büyüklerinin nasihatlerinden oluşan bir hatıra defteri hazırlamış, defterin kapağına da kendi fotoğrafını yapıştırmıştı. Babasının görevi sayesinde ulaşabildiği otuz kadar kişiden nasihatler alan Kemalettin, İsmet Paşa’ya da düşüncelerini yazması için ricada bulunmuştu. İsmet Paşa deftere şu satırları yazmıştı: “Kemalettin, evladım. Ülkü sahibi, doğru, çalışkan ve sebatkâr ol. İyi Türk olabilmenin, hayat mücadelesinde başarılı olmanın esrarı bunlardadır” Genç Kemalettin son olarak Mustafa Kemal’in karşısına çıkmış, düşüncelerini yazmasını rica etmişti. Kemalettin’in defterini eline alan Mustafa Kemal, kendisinden öncekilerin neler yazdıklarını okumak için izin istemiş, yazılanlara göz gezdirdikten sonra herkesten farklı olarak deftere şu notu düşmüştü: “Oğlum Kemalettin, Babanın ahlaklı bir insan ve temiz bir asker olduğunu öğrendim. Babanın verdiği nasihatler elbette kıymetlidir. Ben şunu ilave edeceğim: Hatırat defterini başkalarının yazıları ile doldurmaya heves etmektense, hayat defterini kendi faaliyet ve fazilet eserlerinle doldurmaya bak. Gazi Mustafa Kemal.” ++++++++++++++++ HAFTANIN SÖZÜ Cahil, hayret etme, şaşabilme kabiliyetini henüz yitirmeyendir. Merak edebilir soru sorabilir, en azından eğitilebilme potansiyelini taşıyabilir. Ama gafil asla hayret duygusunu yaşamaz, düşüncelerini sorgulamaz, hatalı olabileceğini kabul etmez, eğitime ihtiyacı duymaz.  ++++++++++++++++ E-posta: [email protected]