Sosyal mesafe, izolasyon, pandemi, salgın, Covid-19 ve tabi ki korona virüs... 1 ay öncesinde neredeyse hiç hayatımızda olmayan bu kelimelerden en az birini duymadan ya da en az birinin içinde geçtiğ...

Sosyal mesafe, izolasyon, pandemi, salgın, Covid-19 ve tabi ki korona virüs... 1 ay öncesinde neredeyse hiç hayatımızda olmayan bu kelimelerden en az birini duymadan ya da en az birinin içinde geçtiği cümle kurmadan geçmiyor artık günlerimiz. Samimi söylüyorum; 2019’un son aylarında bugün yaşadıklarımızı anlatsalar gerçek olacağına inanmazdım hatta abartılmış bir bilim kurgu filmi derdim. Tabi keşke yaşadıklarımız film olsaydı ve iki saatin sonunda her şey ekranda kalsaydı... Bir ayı aşkın süredir çok sıra dışı bir süreç yaşıyoruz. Biliyorsunuz ki virüsün ortaya çıkışıyla ilgili çok fazla söylenti çıktı. Ancak BBC’de yayınlanan habere göre nereden nereye geldiğimizi kısaca özetleyecek olursak; Çin’in bir bölgesinde bir yarasa gökyüzünde süzülüyor ve geçtiği ormanlardan birine dışkısıyla korona virüsün izini bırakıyor. Ormandaki yaban hayvanlarından biri, muhtemelen yaprakların arasında böcek arayan bir pangolin (karıncayiyen), bu dışkıya ulaşıyor ve enfeksiyonu kapıyor. Yeni virüs de vahşi yaşam döngüsüne girmiş oluyor. Enfeksiyonu kapan hayvanlardan biri, bir kişi tarafından avlanınca da, hastalık bu kişiye bulaşıyor ve virüs yaban hayvanlarının satıldığı pazardaki işçilere bulaşıyor. Küresel boyutlara ulaşacak salgın da böylece doğmuş oluyor. Yani demem o ki dünyanın bir ucunda kendi halinde gökyüzünde salınan yarasadan, ülkemizde salgın dolayısıyla ilan edilen 48 saatlik sokağa çıkma yasağının bitişini meşaleyle kutlayanlara kadar uzanan son derece sıra dışı bir süreçteyiz. Evet, evde çok sıkıldık. Bende herkes gibi en yakın arkadaşımla en sevdiğimiz kafede tatlı yiyip bir kahve içmenin hayaliyle yaşıyorum. Tabi bahar ayları da geldi, hava mis şöyle ailecek pikniğe gidip doğanın tadını çıkarsak fena mı olurdu? Ama var güçleriyle salgınla savaşan… Hastaları iyileştirmek için geceyi gündüze katan… Günlerdir ailelerinden, evlerinden uzakta… Çocuklarını kucaklayamadan, kokularına hasret kalarak kendilerine tahsis edilen tesislerde kalan sağlık çalışanları için biraz özverili olmalıyız. Zira öldürücü etkisi olan bir virüsle burun buruna çalışan herkes son derece özverili… Ekmek, cips, kek kısaca 10 Nisan 2020 akşamı sokağa çıkanların ‘ihtiyaç’ olarak gördüğü her şeye 2 gün sahip olamayan herkesin virüsle karşılaşıp ölüm riskini yaşamayacağının garantisini yüzde 80 veririm. Ancak bir kek için kalabalığa dalıp saatlerce kuyruk bekleyenlerin o kargaşada kapmış olabileceği virüs yüzünden çok acı çekmeyeceğinin hatta belki de ölüm döşeğine gelmeyeceğinin garantisini hiç bir sağlık personeli veremez. Kendinizi düşünmüyorsanız en sevdiklerinizi düşünün. Biraz vicdanınız varsa da haklarını asla ödeyemeyeceğimiz doktorları, hemşireleri, eczacıları yani sağlık çalışanlarını düşünün… Çünkü kabul edin, kimsenin bunca emeği heder etmeye hakkı yok.