Son dönem görmemeye çalıştığımız her ne varsa adeta gözümüze sokuluyor. Uzun süredir aslında ucundan kıyısından ekonomideki risk haritasını bazı markaların ve şirketlerin...

Son dönem görmemeye çalıştığımız her ne varsa adeta gözümüze sokuluyor. Uzun süredir aslında ucundan kıyısından ekonomideki risk haritasını bazı markaların ve şirketlerin Türkiye'den çekilişiyle birlikte izliyorum. Özellikle her birimizin bildiği, sevdiği, iş yapmakta beis görmeyen markalar bir bir giderken, bir iç çamaşırı markası ürünü göstermediği reklam panolarıyla anılıyor. Yahut bazı markalar Türkiye'de bazı 'değerlere' özel kreasyonlar çıkarıyor...

AT GÖZLÜKLÜ SİMÜLASYON

Sadece ekonomik nedenlerden kaynaklı olarak markaların bir bir gittiğine inanıyorsanız yazının devamını okumayınız. Çünkü biraz ‘open mind’ halde iseniz devamını anlatmak istiyorum. Günümüz malum at gözlüklerimiz ve kendi penceremizin bir adım ilerisine gidemediğimiz bir ‘simülasyon’ dünyasına dönmüş durumda.

Markalar yalnızca ekonomik sorunlardan gitmiyor, kültürel bir hareketin, ekonomik çıktıları olarak bizim kaybettiğimiz yatırımlar oluyorlar. Büyük bir araba markasının koskocaman fabrika hayalinden vazgeçtiği dönemin öncesinde öyle çok marka ve üretim tesisi var ki... Oysa kur bu fiyattayken yabancı yatırımcı gelir, yatırımını yapar, çok daha uyguna çok daha karlı çıkabilir. Çünkü bir kesim biliyorsunu diyecektir ki, ‘Türkiye’de para var ya, dönüyor’. Bu zihniyete yanıt vermeye tenezzül etmek inanın kendinizi ve eforunuzu harcamaktan başka bir şey değil. Peki bunca kara rağmen neden tüm dünyaya kendini kanıtlamış bu markalar gidiyor?

KÜLTÜREL YAPTIRIM

Ben buna ‘kültürel yaptırım’ diyorum. Değişen, dönüşen Türkiye’de artık bambaşka bir gerçek şekilleniyor. Bu  gerçek ise  adına her ne derseniz o olsun. Değiştirilen, modernitenin ve pozitivist aklın sonlarda, ambalajın ise Orta  Doğu emareleriyle süslendiği bir gerçek. Sayfanın aşağısında okuyacağınız alım gücünü ele aldığım haberde de yazdığı gibi ‘en çok kıyafet’ almaktan vazgeçiliyor. Bir yanıyla fakirleşmenin sahnesi, kültürel yaptırım ile süsleniyor. Ardından görüyoruz ki, yabancı yatırımcı hani şu döviz gerektiği gerçeği geri plana atılıyor. Bazı markaların kreasyonları biliyorsunuz ki artıkbazı 'değerlere' göre değiştiriliyor. Ben merak ediyorum, yeni haliyle bu ülkeye kim yatırım yapacak? Kim gelip ‘yahu markalar nereye gidiyor’ diyecek. Anket çalışmasına katılanların yüzde 15,7’si aylık gelirinin “0 ila 2 bin TL” arasında olduğunu bildirirken, katılımcıların yüzde 17,9’u ise aylık gelirlerinin on bin TL ve üzeri olduğunu ifade ediyor. Yine katılımcıların yüzde 34,5’inin aylık gelirinin dört bin TL altında olduğu da araştırma sonuçlarından biri. Nedir bu olan biten? Trilyonluk evlerin satıldığı, yatırımların Orta Doğu şeklinde ilerlediği sistem... Bana sorarsanız ‘kültürel yaptırım’ın, ekonomik çıktıları karşımızdaki tablo. Bu gidişatın geleceğini yorumlamak istemeyerek, William Blake tablosu gibi olduğunu söylemekten çekinmiyorum.