Ne kadar iddialı bir başlık değil mi? İzmir’in emperyalist işgalden kurtuluşunun 100. yılında, işgalin acılarını en derinden, kurtuluşun ise en kalbi coşkusunu yaşamış yerde, Basmane’de yüreklerimizd...

Ne kadar iddialı bir başlık değil mi? İzmir’in emperyalist işgalden kurtuluşunun 100. yılında, işgalin acılarını en derinden, kurtuluşun ise en kalbi coşkusunu yaşamış yerde, Basmane’de yüreklerimizde “gelenekselleşmiş” şekilde işleyen bir etkinlik “Basmane Günleri”! Orhan Beşikçi adında bir adam ki, hayatını adamış Basmane’ye, artık rahmetli olmuş bir halk akademisyeni Oktay Gökdemir de omuz vermiş, İzmir Büyükşehir Belediyesi ise sınırsız destek. Orhan ağabeyin tek mücadelesi, İzmir’in “kadim bölgesine” yönelik “farkındalık” yaratmak. Bunu başardı aslında. Medya, üniversiteler siyasi partiler, iş dünyası hatta Basmane’nin bulunduğu Konak’ın ilçe belediyesi bile “tam anlamını” çözemedi belki ama, kim ne ederse etsin Basmane, İzmir’in kalbidir, kentin hafızasıdır, merkezidir. Geçen yazıda başlığı “1919 da 1922 de karanlıkta kaldıkça” diye attım. Bazı “homurtular” geldi kulağıma. İki çeşit “homurtu” bunlar. Bir taraf sadece “resmi tarihten beslendiğinden” cehaletiyle homurdandı. Bunlar “tehlikeli” değil. Hatta yer yer sempatik de. Ama diğer tarafın “homurtuları” çok tehlikeli. Sanırsın, 100 öncenin “denize düşmüş” özellikle İngiliz akıllı düşmanlarının hayaletleri bunlar. Öyle şeyler söylediler ki… Ağızlarından hep “insanlık” duyarsınız “ayrımcılığa, ötekileştirmeciliğe” karşı sanırsınız bunları da nedense İngiliz’e laf etmeye korkarlar ama benim gibi Çimentepeli’ye kahpece horozlanırlar. Önemli değil, buyursunlar ister “homurdansınlar” ister “konuşsunlar”. Onlarda yiğitlik beklemem, yüze karşı da konuşmazlar zira. Nasılsa iktidar 20 yıldır “tek kanallı iletişimi” başardı, bunlar da kendi kendilerine mızmızlanırlar işte. Sadece kendileri “her şeyi bilir” sadece en doğru onlara aittir. Kendileri dışında herkes cahil ve görgüsüzdür. Acaba 100 yıl önce de bu düşüncelere kimler sahipti? Soramayız çünkü oturdukları ev “rektörlük” oldu. Toplantı yaptıkları “bir yer de” yol çalışması sırasında yola karıştı. Bu arkadaşlar Basmane’deki mültecilere gösterdikleri ilgini yarısını, Basmane’nin ruhuna de gösterselerdi nasıl farklı olurdu bugün! Gelelim Basmane Günleri’ne. Bazı etkinlik saatleri sorun olabilir ama, umarım katılım yüksek olur. Etkinliğin beyni Orhan Beşikçi sahibi ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Daire Başkanlığı, eleştiriler onlara tabii. Ama etkinlik sona erdikten sonra değerlendirmelerimi yazarım da gözlerim Yaşar Ürük ve Abdülkadir Hazman’ı aradı. Sordum cevap “yeni isimleri dinlemek, izlemek” diye açıklandı. Olabilir, dedim ya irade sahibi ben değilim. Ama Basmane’yi bu kadar savunan insanların da “onore” edilmesi düşünülebilinirdi. Sonra o hep size bahsettiğim UNESCO Ofisi. Orada çalışan gençler, kurusa bakmayın ama pek çok sadece konuşan İzmir erbabına taş çıkarır. Demokrasi yaşam biçimi ve karşıtlar bir arada tartışmalı. Lakin biz bunu henüz içselleştiremedik vesselam. Basmane gibi Tepecik, Damlacık, Eşrefpaşa, Karataş, Kemeraltı da “kültür ve hafıza yenileme” günlerine kavuşmalı. Yarın başlayacak Basmane Günleri. Çarşamba günü de 14.00’de çok güzel insanlarımızla “100. Yılında Basmane” paneli yapacağız Bıçakçı Han’da. Cahit Telci, Engin Berber, Siren Bora ve Şakir Çakmak’ı konuşturacağım. Basmane Günleri hakkında yazacağım daha. Ama şunu da diliyorum yüreğimden. Kırgınlıklar, dargınlıklar olmasın. Ayrı gayrı olmasın. Kibir, bencillik, menfaatçilik, gizli ve karanlık niyetliler barınmasın aramızda. Kimin ne sözü varsa, kime edecekse saygıyla yüze karşı etsin. Ayrılık ve ayrımcılık her zaman boşluk doğurur ve o boşluk da tarihteki örnekleri gibi hep “kötülerle” dolar. “Basmane Günleri” mücadelesi için Orhan Beşikçi ustayı ve sahip çıktı için İzmir’in belediye başkanı Tunç Soyer’i İzmir için atan yürekleri için ayakta selamlıyorum. 30 EKİM’E AZ KALDI! 30 Ekim 2020 Cuma, saat 13.30 civarı…. Büyük bir sarsıntı… Özellikle Bayraklı’da yıkılan binalar, sönen hayatlar, korku ve endişe… Sonra? Sonrası “hava cıva” … Depremi yaşamış bir gazeteci olarak yazdım, bir dakikayla ölümden kurtulan bir yurttaşın eşi olarak yazdım, komşuları, selamlaştıkları ölmüş bir yurttaş olarak yazdım… Hatta kitap da hazırladım sayılır… Kimseden bir ne destek gördüm ne de soran? Sağ olsun benim “dostlarım” (!) Aynı “gerçek depremzedeler” gibi dikkate ve ciddiye alınmadım. Devletin valisinin ithamını, müteahhitlerin tehdidini, emlakçıların küfrünü yaşadım, yaşıyorum… Evim ve kendim günlerce gözlendi, fotoğraflandı. Deprem şu anda kimsenin umurunda değil. Konu sadece “kentsel dönüşüm” ve “müteahhitlerin aç gözlüğü”. Tabii emlakçı kumpaslarını da unutmadım. “Binamız kaç kat olsun”, “hangi müteahhit daha insaflı”, “parseller ada olsun mu”, “faiz oranları ne olsun”, “bitince dairem kaç milyon olur”, “dairemden on metrekare verirsem ne öderim”, “benim üç dairem var birinden vazgeçersem ne olur”? İşte “deprem gerçeği” ve “haber olan” mevzular… Ha bu arada uzmanlar sürekli uyarıyor… İzmir’de yapı stoğu çok riskli… Büyük deprem olursa kayıp çok feci olacak… “Bir şeyler yapmalı” ama kim yapacak? Devlet yaptığı güya “deprem konutlarını” bile önemsemiyor… Mesele çok… Bu yıl 30 Ekim Pazar gününe denk gelecek… Evden çıkmayacağım, hiçbir anmaya gitmeyeceğim… Ama 31 Ekim Pazartesi öyle bir yazı yazacağım ki, kimse kusura bakmasın “dağıtacağım” ortalığı… Vali Bey başta, kimse bilmez hala gece kaç kere uyandığımızı… Depremin yıldönümünde “iktidar ya da muhalefet” tüm siyasilere “çene suyu çorbalarını” içerken afiyetler dileyeceğim ilk başta! ÇOK ÖNEMLİ SORUN DAMACANALAR! Yıllar önce İzmir’de “arsenikli su” tartışması yüzünden sonra da pandemi günlerinde “damacanaya” mahkûm ve muhtaç olduk. Rakamları bilmiyorum ama şu anda günde kaç “damacana su” tüketiliyor İzmir’de acaba? Birçok şirket ve birçok marka arasında, ekonomik kriz yüzünden de hepimizi “en uygun fiyatlı suyun” peşindeyiz. Ama söz konusu hayat kaynağı su… Ve temiz su her insanın en doğal hakkı. Damacana su yanında her gün piyasaya bir yığın “arıtma cihazları da” giriyor ama şu anda konum “damacana” ve bu konuda vatandaşın muhatabı devlet acaba nerede? Evet nerede… Son düzenlemelerle bir damacananın ömrü 5 yıl ve 70 dolummuş. Peki gerçekte böyle mi? Kim denetliyor? Vatandaş damacana üzerindeki son kullanma tarihine gerçekten bakıyor mu? Şu anda İzmir’de 2017 ve öncesine ait damacanalar var mı? Ya da üzerinde tarih olmayan damacana var mı? Veya şöyle sorayım kimse “ilgili makam”? Damacanaların su kaynakları denetleniyor mu? Konu sıradan gelebilir. Ama dünyanın adım adım su krizine yuvarlandığını da unutmayalım. Temiz ve sağlık suyu yurttaşlarla buluşturmak da devletin görevi. Lakin bazı “partililer” damacana ve arıtma işine girerse, vatandaşın hakkı ne olur işte onu bilmiyorum. Bugün denemesini yapın derim, su mu sipariş ettiniz? Gelince damacana üstündeki tarihe bakın. Eski ise almayın, yeni tarihli damacana isteyin.