İmar ile ilgili sorunların başında yanlış yere yapı inşa etme ısrarımız geliyor. Orman alanını imara açmak, tarım alanını toplu konutlara, sitelere açmak, kıyılarda yapılaşmak bu ısrarın en göze çarpa...

İmar ile ilgili sorunların başında yanlış yere yapı inşa etme ısrarımız geliyor. Orman alanını imara açmak, tarım alanını toplu konutlara, sitelere açmak, kıyılarda yapılaşmak bu ısrarın en göze çarpanlarıdır. Hiç toprağı olmadığı için yokluktan, deniz üzerinde, neredeyse yüzer durumda kurulan Venedik şehri gibi özentilerimiz bile var. Diğer tarafta kendimize ait olmayan alanlara, hazineye, belediyeye ait parsellere dahi illegal yapılaşma devam ediyoruz. Bir başka eğilim, doğal veya öncelikli koruma sahaları olan, örneğin sulak alan, Gediz Deltası’nda olduğu gibi Ramsar Sözleşmesi kapsamında korunan alanlar, yapılaşma azmi ile neredeyse gözü dönmüş bir takım çevrelerin hedefi haline gelmiştir. Ancak en acıklı olan yapılaşma eğilimi, binlerce yıllık tarih verilerine sahip, 2863 sayılı yasa kapsamında korumaya alınmış alanlarda karşımıza çıkıyor. Tarih ve Kültür Varlıkları hakkında, 1869 yılında Arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından düzenlenip yasalaştırılmış ilk Kanun Asar-ı Antika Nizamnamesini görüyoruz. 1951 yılında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, 1973 teki Eski Eserler Kanunu ülkemiz tarih kültür varlıkları hakkındaki başlıca düzenlemeleridir. 1983 yılında uluslararası anlaşmalar kapsamında yasalaşıp günümüz şekil şartlarını belirleyen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu yasalaşmıştır. Tüm bu yasal ortam tesis edilene kadar 1903 yılında demiryolu inşası için ülkemize gelen yabancı firmaların, yol yapımıyla veya demiryollarını yaptıkları alanlarda buldukları eserleri alıp ülkelerine götürdükleri bilinmekte, ancak ülkemizin bu yıllarda ne kadar çok eserini kaybettiği tam olarak bilinmemektedir. Hatta aslında tarih veya arkeoloji hakkında bilgi sahibi olmayıp, yol işçisi olarak ülkemize gelmiş kişilerin tarihin en büyük hazinelerini bulup ülkelerine götüren insanlar olarak literatüre girdiği bilinmektedir. Nihayet Birleşmiş Milletler kapsamındaki anlaşmalar doğrultusunda Dünya Kültür ve Tabiat Mirasları addedilerek ülkemizde yürürlüğe konan 2863 yasası, tarih ve tabiat değerlerinin yerinde korunması ve yaşatılması ilkesine dayanır. Binlerce yıllık medeniyetlere ev sahipliği yapmış, katmanlar boyu üst üste tarih ve kültür hafızası barındıran Anadolu, Urfa Göbekli Tepe’den bu yana yaklaşık 14 bin yıllık çok müstesna bir veri kaynağıdır. Aynı zamanda coğrafya özellikleri bakımından, endemik tür bitki ve biyolojik çeşitlilik bakımından da eşsiz bir envanter zenginliğine sahiptir. Yasa ilke kararları kapsamında 1996 yılında Yüksek Kurul tarafından pek çok bölge, ayrıntılı araştırma, bilimsel inceleme gereği duyulmaksızın koruma bölgeleri ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Ne var ki, 1983 teki 2863 yasalaşma süreci sonrası, akademik anlamda çok daha fazla bilgi ve bilimsel tekniklerin gelişmiş olmasına karşı, yüksek koruma altına alınan alanların istikrarlı biçimde, koruma kaygısından arındırılıp, hızla yapılaşmaya açılması yönünde çaba sarf edilmektedir. 1996 yılında Ege kıyıları baştan aşağı 1. Derece Arkeolojik sit alanları ilan edilerek koruma altına alındıktan günümüze kadar, istikrarlı şekilde 1. Derece tanımlı alanların 2.ci ve 3.cü derecelere indirildiği ve yapılaşmaya açıldığı görülmektedir. Ülkemizde devam eden inşaat ve rant baskısı, kıyı Ege’yi kıskacına almış, lüks yazlık ve konut üretimine baş koymuştur. Sanki binlerce yıla ait veriler hiç yokmuş veya kaldırılıp bir depolarda stoklanabilirmiş gibi çalışmalar devam ettirilmektedir.