Türk edebiyatının sınırları aşan büyük yazarı Yaşar Kemal 28 Şubat 2015’te aramızdan ayrıldı. İnce Memed’den Bir Ada Hikayesi’ne kadar her eseriyle edebiyatın gündeminde olan Yaşar Kemal, Türkçeyi çok...

Türk edebiyatının sınırları aşan büyük yazarı Yaşar Kemal 28 Şubat 2015’te aramızdan ayrıldı. İnce Memed’den Bir Ada Hikayesi’ne kadar her eseriyle edebiyatın gündeminde olan Yaşar Kemal, Türkçeyi çok güçlü bir şekilde kullanan bir yazar olduğu kadar yaşadığı çağın bütün renklerini konu edindi. Dünyanın birçok ülkesinde romanları çevrilen Yaşar Kemal’i şair-yazar Mahmut Temizyürek’le konuştuk. “Nazım Okulu- Teleskoplu Destancı” kitabında Yaşar Kemal’i ayrı bir bölümde ele alan Temizyürek’e Yaşar Kemal’in edebiyatımız için önemini sorduk. - Yaşar Kemal öleli 5 yıl oluyor. 5 yıl Yaşar Kemal’siz edebiyatımız açısından nasıl geçti? Yaşar Kemal gibi yazarlar bir dile yüz yılda bir gelirler. Korkarım artık hiç gelemeyecek, Yaşar Kemal’in bir benzeri. Çünkü o, sözlü kültürün yerini yazılı kültüre zorunlu olarak bıraktığı bir zaman diliminde, insan sesinin matbaa kurşunlarına döküldüğü bir zamanda, Türkiye’de gecikmiş olan tam da o geçiş döneminde yaşadı. İnsanlığın iki zıt kültürünün birbirini anlamasına tercüman olmayı olağanüstü bir dil yeteneğiyle başaran bir yazardı. Yerini doldurmak olanaksızdır. Gideli beş yıl oldu. Onun varlığı yalnızca edebi bir varoluş değildi. O yaşarken bu ülkenin en can alıcı sorunlarından birinin, düşünce özgürlüğünün de bir simgesiydi. Benzetmek gerekirse, 1960’lı yıllarda Fransa-Cezayir savaşı sırasındaki Jean Paul Sartre’ın konumuna benzer. Sartre’ın “bütün Fransa” olarak görülmesi gibi o da bütün Türkiye olmuştu. Dahası, -son dörtlemesi Bir Ada Hikayesi’ni düşünürsek- bütün bir Ortadoğu. Yaşasaydı ve sağlığı da elverseydi toplumsal çatışmalarda, halkların özgürlük mücadelelerinde, açlık grevlerinde, Gezi davasında vb. egemenler karşısında halkların itibarlı sözcüsü olmaya devam ederdi. Yıllarca böyle yaşadığı gibi. - Yaşar Kemal uzun yaşadı. 90 yılı devirdi. Hayatının sonlarına doğru pek yeni bir şey yazmadı. Buna rağmen uzun yaşamasının hem edebiyatımıza hem aydın dünyasına bir katkısı olduğunu düşünenlerdenim. Yaşar Kemal’in son zamanlarının hayatımıza katkısı hakkında neler söyleyeceksin? Son yapıtı “Bir Ada Hikayesi”nin son dördüncü cildi “Çıplak Ada Çıplak Deniz”in yayımlanış yılı 2012’dir. Bu dört cilt bana kalırsa mucizevi bir eserdi; her dile kolay kolay nasip olmaz. Kafkasya’dan Balkanlara; Afgan dağlarından Afrika çöllerine kadar geniş bir coğrafyanın her bir halkının savaşta yaşadığı acıların olağanüstü destanıdır. Destanıdır evet ama bu sözlü kültürün semaya dağılan bulutsu varlığını olabilecek en az kayıpla kurşun döküm harfli yazıya dönüştürmek de ancak onun gibi bir anlatıcının eşsiz hünerdir. Sonrasında sağlık sorunları el vermedi yazmaya. Son yıllarda sağlığı son derece bozuktu (çoklu organ yetmezliği.) -Yaşar Kemal, Nazım Hikmet’le fiziki olarak aynı ortamda (hapishanede) kalmamıştır; ancak sen onu Nazım Hikmet Okulu’nun uzaktaki daimi öğrencilerinden biri olarak görüyorsun. Yaşar Kemal’de Nazım Hikmet izlerini eserlerinde ne derecede görüyoruz? Nazım Okulu & Teleskoplu Destancı’nın metinleri arasında bir “köprü” bölümü vardır. Köprüde üç kişi. Abidin Dino, Arif Dino ve Orhan Kemal. Üçü de Yaşar Kemal’i modern edebiyata kazandıran yetkin isimlerdir. Hepsi de Nâzım Okulu’nun gönüllü öğrencileridir. Şöyle diyor Abidin Dino: “Bursa’dakinden haberler geliyordu. Orhan Kemalî tap taze yazılmış dizeler getirmişti ezberinde. Nâzım Hikmet’in imgeleri ile, insanları ile, kalabalıkları, bozkırları, destanları ile, köylüleri ile… Nasıl da dinliyordu Göğçeli, Nâzım’ı: ‘O, topraktan öğrenip kitapsız bilendir.’ Yeni şiirler geldikçe Bursa Cezaevi’nden, köylü delikanlı kamçılanmış bir at gibi koşuyordu yolları.” Sonra Paris’te buluşurlar Abidin Bey’in evinde. Dostlukları son güne kadar devam eder. -Lafı dolandırmayacağım. Bu söyleşiyi de Yaşar Kemal konusunda senle ihtilafımızın bir devamı olarak sürdüreceğim. Sayfa 53’te Yaşar Kemal’in Anadolu’daki bütün halkların emeğini ve kültürünü anlattığını söylüyorsun. Eşşüdübillah öyle. Ancak, bunları anlatırken Yaşar Kemal, konuyu yaşadığı dönemin sorunlarıyla bir bağ kurar şekilde anlatmış mıdır, yoksa eski zaman insanlarını ve onların destanlarını mı anlatmıştır? Yaşadığı dönem? Topraksız köylüler, neolitik çağdan bu yana aynı ağır koşulların, aynı sömürü çarkının içinde Çukurova’nın sarı sıcağında kavrulmayı sürdürdüler. Yaşar Kemal onların yaşamında, dilinde, inanç ve görgülerinde neredeyse on bin yıllık bir geleneğe tanık oldu, artı onlarca yıla… Yaşadığı dönem? Binlerce yıllık göçebeliğin son dönemleri. Dahası, “en gerçekçi eserim” dediği Binboğalar Efsanesi’nde o son göçebe damlasının Çukurova’nın sinekli sıcağında eriyip gittiği dönem. Yaşadığı dönem; Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımlarından arta kalanlarla halkların dünyasının yeniden kuruluş dönemi. Kalanların belleğindeki öykülere, ukdelere, destan ve türkülere birinci elden ulaştı, o sözlü yaşantılara yazıda hayat verdi. 40 cildi aşan yapıtında en eski edebi biçimlerle birlikte gerçekçi edebiyatın tüm ögeleri vardır. Yeniden vurgulayacak olursak sözlü kültür ile yazılı kültürün arasındaki çevirmendir Yaşar Kemal. -Yönetmen Memduh Ün, Yaşar Kemal’in “Ağrı Dağı Efsanesi” romanından aynı adla bir film çekmek için Ağrı Dağı eteklerine gidip bir araştırma yapar ve, “(…)Karlar erimişti. Göle baktığımızda dehşete düştük. Çapı elli metre olan bir su birikintisiydi sadece. Çevresinde değil çiçek, yeşil çimen bile yoktu. Dağdan kopan kırmızımtırak kayalarla doluydu. Çıldırıyordum az kalsın. Yaşar Kemal’in çizdiğiyle görüntüyle en küçük bir benzerlik taşımıyordu. Yaşar Kemal belki de görmeden bir göl üretmişti hayalinde. Oysa filmin finaliydi bu” (Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor, s. 305) der. Yaşar Kemal anlatısı mübalağa dediğimiz sanatı ne denli içerir? Evliya Çelebi’yle arasında bir bağ kurabilir miyiz? Yaşar Kemal ile bütün büyük anlatıcılar arasında bağ kurmak mümkün, Evliya da dahil buna. Ancak bakış açıları farklılığı her bireye her yazara, her aşığa, her ozana göre değişir. Karacaoğlan’ın gördüğü o güzelleri bir başkası görmüyor muydu? Neden onda bambaşka güzellikte görünüyordu? Şirin’in güzelliğini merak eden zamanın sultanı, çağırtıp huzuruna getirince beğenmemiş, güzel bulmamış Şirin’i. Çağırmış Ferhat’ı, “Bunun için miydi onca yiğitliğin Ferhat?!” demiş. Bizce, Ferhat’ın yanıtıdır aslolan: “Onu bir de benim gözlerimle görebilseniz sultanım.” -Kitabınızın 56’ncı sayfasında, bu çağın 1900’lerin başına benzediğini belirttikten sonra, “Bu çağın başlangıç dönemi Yaşar Kemal’i ve onun gibi yazarları doğuracaktır. Yaşar Kemal ve onun gibiler kendi varoluşlarını sözlü kültür ile yazılı kültür arasındaki mesafenin uzlaşması, zor uyuşması, çetin çatışması içinde gerçekleştireceklerdir” öngörüsünde bulunuyorsunuz. Sözünü ettiğiniz bu çetin çatışma çağların hangi farklı yönünde kaynaklanıyor? Kitapta konusu geçen olgu, farklılık değil benzerliktir. Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı halkların göçü olgusudur. Ortadoğu’da benzer durum, benzer trajik hayatlar bugün de hatta söyleşinin şu anında da yaşanıyor. Öncesinde de, o gün de, bugün de halkların, kavimlerin göçü, adeta bir tekerrür olduğu gibi tarihi döndüren bir tekerdir de. Göçler ülkeleri, sınırları, haritaları, nüfusları, demografileri, kültürleri, ekonomiyi, politiği her şeyi değiştiriyor. Bu yoğun altüst oluş kendini ifade eden bir anlatı dili arayacak elbet, er geç yeni kalemler bulacak ve onu ibretle okuyarak aydınlanan bir dünya olacak kuşkusuz. -Kürt destancı Evdale Zeynike, çok ilginç, Kozanoğlu isyanının bastırılmasında orduda yer alıyor ve Türkmen katliamını anlatıyor. Evdale Zeynike ve Yaşar Kemal bağını (belki de kaderin benzerliğini) anlatacak olursanız neler söylersiniz? Yaşar Kemal’in Adana’dan önceki geniş ailesi, Van- Muradiye’de Ernis Köyü’nde yaşayan bir Kürt ailedir. 1915’te Rus çarlığının topları köyü vurmaya başlayınca apar topar sökülmüşler yurtlarından. İki yıla yakın uzun ve zorlu bir göçten sonra Kadirli’de Hemite köyüne sığınmışlar. Büyük annesi Hıdre Hatun ve annesi Nigar Hatun bu ailenin silinmez hafızası gibidir. Bu iki kadın Yaşar Kemal’in ilk ve büyük hocalarıdır. O kadınlar, Ernis’te yaşarken evlerine konuk olarak gelen ve diz kırıp klam söyleyen Evdela Zeynike’yi asla unutmamışlar. Kürt halkı dengbejlerini (destancılarını) kutsallık derecesinde önemseyen bir inanca sahiptir. O büyük dengbejin konuk olduğu evler de kutsanır adeta. Bunu bir saygınlık nişanı olarak taşırlar ve yeni kuşakların unutmamasını ısrarla tembihlerler. Yaşar Kelam bu kültür ortamında yetişmişken bir de Türkmen kültürünü edindi. Türkü derlemek için çıktığı Toroslarda kadınlardan ağıtlar, destanlar, türküler kaydetti. O destanlardan biri de Kozanoğlu’dur. Osmanlı’ya başkaldıran Türkmen ayaklanması uzun sürmüştü; padişah bu ayaklanmayı bastırmak için Sürmeli Mehmet Paşa’yı görevlendirmiş, Evdela Zeynike de o askeri birliğin bir neferi olarak katılmak zorunda kalmıştı savaşa. Ama bir savaşçı olarak değil, o trajediye tanık bir destancı olarak destanı anlattı ve halklar tarihinde saygın yerini aldı. Bunca bağdan sonra artık siz kurun Yaşar Kemal ile Evdela Zeynike arasındaki köprüyü. -Kitabınızın “Teleskoplu Destancı” bölümünde Yaşar Kemal’in tarihi bir imkânsızlığından söz ediyorsunuz: Donkişot’u okumuştur; ama Roza Hakmen çevirisi değil. Bu mümkün değildir, dolayısıyla biz ondan daha şanslıyız. Roza Hakmen’i bir dipnota alacak kadar önemseyişinizi özellikle Donkişot üzerinden açıklar mısınız? Don Kişot’un ilk çevirisi 1912’de eski yazı ile basılmıştı. Sonra birçok kez çevrildi ama 1986’da Roza Hakmen’in çevirisine kadar yetkin bir tam çeviri ile hiç karşılaşmadı Türkçe. Roza Hakmen’in çevirisi hem Don Kişot’un ana dilinden ilk kez oluşuyla hem de Türkçeyi inanılmaz güzellikte kullanışıyla önceki bütün çevirileri geride bıraktı. Okuyanlara bir kez daha, hatta defalarca okuma hevesi veren bir dil tadını yaşadık onunla. Elleri, dili, gönlü dert görmesin, Roza Hakmen’in.