Bana sorarsanız, bir ekonomik yapı için en tehlikeli olanı gerçeklerden uzaklaşması ve her zaman kendisini inandıracak bir bahane bulmasıdır. Bu durum bir ailenin ekonomisi için geçerli olacağı gibi,...

Bana sorarsanız, bir ekonomik yapı için en tehlikeli olanı gerçeklerden uzaklaşması ve her zaman kendisini inandıracak bir bahane bulmasıdır. Bu durum bir ailenin ekonomisi için geçerli olacağı gibi, ölçeği farklılaştırarak bir şirkete hatta ülke ekonomisine de teşmil edilebilir. Türkiye’nin kredi derecelendirme kuruluşları ile olan ilişkisinde bu sıkıntının yattığı görülüyor. Standard& Poors, Moody’s, Fitch gibi kuruluşların her söylediklerinin doğru, her hareketlerinin masum olduğunu söylemiyorum. Küresel finans şebekelerinin bir dişlisi olan bu kuruluşların analizleri her zaman doğruyu yansıtsa, dünya 2008 yılındaki akıl almaz “türev piyasalar” felaketini yaşamazdık. Etkileri azalsa da küresel ekonomik sistemin 13 yıl önceki büyük şoku atlatamadığını söylesek abartmış olmayız. Anımsar mısınız bilmiyorum… ÜÇ YIL ÖNCE AÇIKLANMIŞTI Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Sayın Mehmet Ali Akben, 2018 yılı Mart ayında “yerli ve milli bir kredi derecelendirme kuruluşu kurmayı hedeflediklerini” açıklamıştı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moodys’in, Türkiye'nin kredi notunu “Ba1”den “Ba2”ye düşürdüğü, not görünümünü ise “negatif”ten “durağan”a çevirdiği, 7 Türk şirketinin notunu da bir kademe indirdiği açıklamasından sonra gelmişti bu yorum. Aradan üç yılı aşkın süre geçti. Yerli ve milli derecelendirme kuruluşumuzdan henüz ses seda yok. İki hafta önce Fitch Ratings’in Türkiye için bu yıl büyüme beklentisini “yüksek baz etkisi ve ekonomik faaliyetlerde devam eden toparlanma” nedeniyle yüzde 6,3'ten yüzde 7,9'a yükseltmesi sonrasında, kredi derecelendirme kuruluşlarını yerden yere vurma söylemleri duyulmaz oldu. SORUN YİNE “ÜST AKIL” MI? Hülasa… Türkiye elbette kendi derecelendirme kuruluşunu kurabilir ve hatta “kendin pişir kendin ye” usulüne benzer şekilde maaş verdiği uzmanlarına kendisini denetlettirebilir. Ancak dünyada bu işi ciddiye alan olan olur mu? Orası biraz şüpheli. Bu noktada çare şu galiba… Meselemizi “üst akıl” ve benzeri adresi belli olmayan eleştirilerin gizemine saklamak yerine gerçekçi tespitler yapmamız, kamu maliyesini ülkenin tüketim gücünü değil üretim gücünü destekler yapıda kurgulamamız şart. Sorunun tanımında, akıl karıştırıcı ve muğlak adreslere gönderme yapmak ne kadar yanlışsa; çözümünde sihirli değnek aramak o kadar yanlış. Unutmayalım; Türkiye’nin konuşulmayan hiçbir sorunu, bilinmeyen hiçbir çözümü yok…  

BATIÇİM’İN YENİ SAHİBİ ANKARALI ÇİFTAY GRUBU

Batıçim, çimento sektörünün öncü kuruluşlarından biri olarak 55 yıldır Türk sanayisine hizmet veriyor. Batı Anadolu Grubu’nun amiral gemisi olan şirketin bir diğer özelliği ise İzmir sanayisinin yapı taşlarından birisi olması… İzmir–Bornova ve Aydın-Söke’deki çimento fabrikalarının yanı sıra hazır beton, enerji, liman işletmeciliği gibi farklı yatırım alanları olan Batıçim’in hisse yapısında geçtiğimiz aylarda köklü bir değişiklik yaşanmıştı. 3 binin üzerinde çalışanı ile maden, enerji ve turizm sektörlerinde faaliyet yürüten Ankara merkezli Çiftay Grubu, Batıçim’in yüzde 30 oranında en büyük hissedarı ve yönetimin de yeni sahibi olmuştu. Şirketin ikinci büyük ortağı ise geçtiğimiz yıllarda satın aldığı yüzde 23,81’lik hisse ile Gaziantepli Sanko Grubu çatısı altında bulunan Çimko Çimento şirketi. REKABET KURULU ONAYI Rekabet Kurulu’nun onayladığı satışın ardından, Batıçim’de Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Sabit Aydın üstlenecek. 1963 yılında Sivaslı Ziya Aydın tarafından temelleri atılan Çiftay Grubu, Ankara’nın vergi rekortmeni şirketleri arasında yer alıyor. Halka açık olan Batıçim’in yeni Yönetim Kurulu Başkanı Sabit Aydın, hedeflerinin şirketi çok daha iyi noktalara getirmek olduğunu belirtiyor ve “Batıçim yatırımı sadece bizler ve ailemiz için değil, bölge ekonomisi için de büyük anlam taşıyor. Batıçim yarım asır önce yüzde 100 Türk sermayesi ile kurulduktan sonra hızla büyüyerek Türk çimento endüstrisinin güçlü şirketlerinden biri haline geldi. Çiftay olarak şimdi Batıçim’de devraldığımız bayrağı daha da yukarılara taşımanın gayreti içinde olacağız.” diyor. Çiftay Grubu’na İzmir’e hoş geldiniz derken, İzmir’e ve Türk ekonomisine yarattıkları katma değerin artarak devamını diliyoruz… Ve elbette; Batı Anadolu Grubu’nu bugünlere getiren Ünal, İzmiroğlu, Bükey, Günel, Grebene ve Egeli ailelerine İzmirliler olarak teşekkür ediyoruz.  

BİR ASKERİ SANAT ESERİ: 30 AĞUSTOS 1922

Bu topraklarda yaşamanın bir maliyeti var. Yaklaşık bin yıldır Anadolu’yu yurt edinen Türklerin, yaşama ve direnme mücadelesinde çok kan aktı, çok şehitler verildi. Bu mücadelelerde 26 Ağustos 1071 ve 26 Ağustos 1922 iki önemli gün olarak dünya tarih sahnesinde müstesna bir yere sahip. İşte bugün, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’un zafere ulaştığı gün. En önemli milli günlerimizden biri olan 30 Ağustos Zafer Bayramı… Mustafa Kemal’in askeri dehasıyla bizzat sevk ve idare ettiği bu büyük zaferde, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Garp (Batı) Cephesi Komutanı olarak görev yapan İsmet İnönü’nün de önemli payları bulunuyor. İsmet Paşa, ölümünden sadece iki ay önce, 29 Ekim 1973 günü katıldığı bir televizyon programında “bir askeri sanat eseri” olarak yorumluyor Büyük Taarruz’u… “MUHAREBENİN ÖRNEĞİ YOK” Ve bakın nasıl anlatıyor o büyük zaferi: “Yunan Ordusu ile meydan muharebesi verilecek. Kesin netice alınacak. Bu ordu ile siper muharebesi yapacağız. Siper muharebesi, Birinci Cihan Harbi’nin çıkardığı bir muharebe usulüdür. Bunda kesin netice, yani bir ordunun ötekini mahvetmesi neticesi hiçbir yerde alınmamıştır. Büyük askeri yazarlar, büyük kumandanlar siper muharebesi devrinde galip gelen ordunun öteki orduyu bir daha muharebe edemeyecek hale getirmesi için nasıl hareket etmesi, nasıl vurması lazım geldiğini, seferlerin nihayetine kadar aramakla meşgul olmuşlardır. Ve bulunmamıştır. Bu bulunmamış tılsımı biz Anadolu’da, burayı istila eden orduya karşı her suretle eksik ikmal ve yenileme imkânlarına rağmen sağlayacağız... Bu meydan muharebesi neticesinde bir ordu mahvedilmiştir. Böyle bir misal yoktur. Bütün Cihan Harbi’nde, iki cihan harbinde böyle bir misal yoktur. Bu eser, bu kadar ciddi, bu kadar nadir bir askeri sanat eseridir.” Bu büyük zaferimizin hatıraları bugün Afyonkarahisar ilimizde iliklere kadar hissediliyor. Tüm okurlarımın, özellikle de gençlerimizin Afyonkarahisar’daki Zafer Müzesi’ni gezmelerini öneririm. Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin planlandığı ve taarruz emrinin verildiği bu bina, tarihimizin en büyük zaferlerinden biri olan 30 Ağustos’un anlamını ve güzelliğini ziyaretçilerine anlatıyor. Zafer Bayramı’mız Kutlu Olsun…  

ÜRETMEYE SEVDALI BİR SANAYİCİNİN ARDINDAN…

İzmir iş dünyası geçen hafta kıymetli bir mensubunu sessiz sedasız toprağa verdi. GİMAS Girgin Makine şirketinin kurucusu olan Makine Mühendisi Şamil Girgin, 78 yaşında hayata gözlerini yumdu. İlk kez ekonomi muhabirliği dönemimde tanıdığım Şamil Bey; sanayiciliğe, üretmeye, katma değere adeta sevdalı bir adamdı. Bugün sayıları korkutucu bir hızla azalan, adeta “yok”u “var” etme üzerine hayatını harcayan sanayici kuşağının son temsilcileri arasında yer alıyordu. 1970’li yıllarda, henüz 30’lu yaşlarında Ödemiş’te kurduğu GİMAS, bugün makine sektörünün yüz akı kuruluşları arasında yer almaya, Türk mühendis ve işçisinin becerisini dünyanın dört bir coğrafyasında temsil etmeye devam ediyor. Sonraki yıllarda Şamil Bey ile yollarımız Petkim’de kesişmişti. Pek çok yerlileştirme projesinde başarı ile yer alan şirketlerden biri olan GİMAS’ı temsilen şirketin kuruluş yıldönümü töreninde plaket verdiğimiz Şamil Bey, kısacık boyu ile kürsüye geçmiş, duygu dolu ve genç mühendisleri adeta yerinden zıplatan bir konuşma yapmıştı. “İKİNCİ ASKERLİK GİBİ GÖRÜRÜZ” Genç bir mühendis olarak Tüpraş’ın Aliağa Rafinerisi’nin kuruluşunda görev alan Şamil Bey, o yıl temel atma törenini yapmaya hazırlandığımız STAR Rafinerisi’nin Türk ekonomisi için taşıdığı önemi en iyi bilenlerden biriydi. Konuşmasında “Memleketimize, milletimize, kardeş Azerbaycan halkına refah getirecek; Türk gençlerine iş, aş, ekmek sağlayacak bu rafineri yatırımında üzerimize düşen ne görev varsa, hiç karşılık beklemeden koşa koşa geliriz, bu vazifeyi ikinci askerlik görevimiz gibi görürüz” demişti. Cenazesinde yer alan otobüsler dolusu GİMAS çalışanlarının hak helali çığlıkları, Şamil Bey’in 78 yıllık ömrünün özeti gibiydi… Başta ailesi olmak üzere, çalışanlarına, sevenlerine ve bayrağı babasından devralan oğlu Bekir Girgin dostuma baş sağlığı diliyorum…  

KEMERALTI ESNAFI HIRSIZLIKTAN BEZDİ

Tarihi Kemeraltı çarşısı, İzmir’in dünyaya tanıtması gereken en önemli değeri iken, tarihe duyduğumuz saygısızlık yüzünden kendi ellerimizle ölüme terk edilmiş görüntüsü veriyor. Eski Konak Belediye Başkanı ağabeyimiz Muzaffer Tunçağ’ın yazısından öğrendiğimiz kadarıyla, son dönemde çarşıda yaşanan hırsızlık olayları, esnafı adeta canından bezdirmiş. Son haftalarda “Bu kadarına da pes” diyeceğiniz hırsızlıklardan birinde, Ege Genç İş İnsanları Derneği (EGİAD) tarafından büyük emek ve masraf yapılarak restore edilen Portekiz Havrası’nın soğutma sistemleri ve tesisatı çalınmış. Hem de hırsızlar bu olayı bir vinç marifeti ile gerçekleştirmişler. Keza tarihi Şadırvanaltı Camisi’nin 12 çeşmesinin muslukları; tarihi önemdeki kapılar, kepekler, süsler, şömineler çalınıyor, haraç mezat satılıyor. Kabul ediyoruz, tarihi değerlerine ve eserlerine karşı hoyratlığın zirvelerinde dolaşmakta ısrar eden bir milletiz. Ancak gelin görün, pandeminin de etkisi ile Kemeraltı’nın bu sorununa yönelik gerekli önlemler alınmıyor. Başıbozukluk yaygınlaştıkça, kamu otoritesi zayıflıyor görüntüsü verdikçe, vandalizm daha da acımasız oluyor. İzmir’in yeni Emniyet Müdürü Sayın Mehmet Şahne’ye başarılar dilerken, makamına taş atımlık mesafedeki bu soruna esnafımızın acil çözüm beklediğini hatırlatalım istiyorum. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” demeye başlamış Kemeraltı esnafı. Bizden söylemesi…   HAFTANIN SÖZÜ İnsan sonradan anlar, göze hitap edenle gönüle hitap edenin çok farklı olduğunu… Sadi Şirazi