Ağustosun ilk haftasını devirdik… Yazı da yavaş yavaş geride bırakıyoruz… En sevdiğim mevsimdir sonbahar. Neden bilmem sonbaharda ayrı bir umutla dolarım ben. Yaprakların sararmaya yüz tutması, askı...

Ağustosun ilk haftasını devirdik… Yazı da yavaş yavaş geride bırakıyoruz… En sevdiğim mevsimdir sonbahar. Neden bilmem sonbaharda ayrı bir umutla dolarım ben. Yaprakların sararmaya yüz tutması, askılı bluzlerimizin üzerine giydiğimiz ince hırkalar, yeni yılın adımlarını hızlandırması… Hepsi bana ayrı bir romantik gelir. Yeniye olan merak, eskinin bize kattığı binbir anı… Bu yıl ne çok şey öğrendik değil mi? Sağlığın ne kadar kıymetli, temizliğin bir hüner değil gereklilik olduğunu, sevdiklerimizle vakit geçirebilmenin değeri, ayrı kalmanın özlemi… Evlerde kaldığımız zaman özgür kuşlarının şarkısını dinledik balkonlarda… Çiçek dikmeyi, idareli olmayı, ellerinle yoğurduğun hamurun tadını öğrendik… Canımızın sıkılmasını önlemeyi, uzaktan uzaktan sarılıp öpüşmeyi bir de… Bayramların, doğum günlerin… Kısacası, özel günlerin… Birlikte paylaşınca güzel olduğunu, ‘Happy birthday to me’ diye şarkı söylemeleri öğrendik… İlk başta kızdık, sinirlendik… Sonra sakinleşmeyi öğrendik… Hepimiz daha fazla haber okuduk, film izledik… Daha önce bilmediğimiz kelimeler eklendi dağarcığımıza, hepsini ezberledik… Korktuk… Bazen kendimiz bazen de en sevdiklerimiz için… Sonra bir ara unuttuk… Hiç olmadığı kadar sıkı sarıldık… 100 gün hasret kalmanın acısını çıkardık… Koştuk… Sahillere, kafeteryalara, restoranlara… Çimlerde yuvarlandık… Daha önce evinin yolunu bile bilmediğimiz akrabalarımızı da ziyaret ettik… Önce eldivenleri çıkardık ellerimizden, sonra market alışverişlerinde gösterdiğimiz özeni geride bıraktık… Kuaförlere hala ısınamadık ama AVM’ler bizim yuvamız… Bunu yazarken bile bir ambulans geçiyor evimin önünden… Şimdi yeniden açıklamalar geliyor: Sayı yükseliyor, sağlığınız için evde kalın! Seninle uzun zamandır konuşuyoruz, hep bahsettiğim ertelediğim planlarımdan… Büyük büyük yazdım ‘Sıfırın müjdesine doğru…’ diye… Ne yazık ki hala o müjdeyi alamadım… Bekliyorum… Neyi mi? Senin eve girmeni, kendine dikkat etmeni, ellerini yıkamanı ve ne yazık ki hala maskeni takmanı… Önümüz eylül… Bence yılın en güzel ayı… Normalde okul alışverişleri için çarşı-pazar dolaşmamız gerekirken, bizler ‘Bu yıl okullar açılır mı?’ diye birbirimize soruyoruz… Birinci sınıfların heyecanlarını ellerinden alıyor, tedirginlik cüppesini üstümüzden çıkarmamak adına sanki direniyoruz… Sahiller hala cıvıl cıvıl… Kent merkezinde dolaşırken bile zar zor takılan maskeler sahillere inildiğinde çıkarılıyor… Sanki virüsler denize girmeyi, güneşlenmeyi hiç sevmiyor! Peki, ne olacak böyle? Bir yerde ‘Dur!’ diyecek miyiz? ‘Artık yeter!’ demekle de kalmaz, bizler bir şey yapabilecek miyiz? Sabır… Sabır… Sabır… Bugüne kadar öğrenmemiz gerekirdi ancak… Uzun lafın kısası: Biraz daha dikkatli olalım… İlk başta gösterdiğimiz o hassasiyeti yeniden üzerimize takınalım… Geçsin, bitsin artık bu günler… Yeşil tablolardaki sayılara mahkum bir hayat yaşamayalım! N’olursunuz… *** Uzun zamandır kitap önerisi vermiyordum. Size son okuduğum kitabı önereyim: Stephen William Hawking- Zamanın Kısa Tarihi Güzel günlerde buluşmak üzere…