Kemeraltı’nda “tarihi” olmasa da “simge” kabul ettiğimiz bir yapının güya “biri” tarafından, gecenin bir vaktinde,...

Kemeraltı’nda “tarihi” olmasa da “simge” kabul ettiğimiz bir yapının güya “biri” tarafından, gecenin bir vaktinde, gürültülerle kırılmasını asla kabul etmeyeceğim. Bu olaya “münferit” veya “stresli şahsın hezeyanı” şeklinde bakanları ise “normal” görmeyeceğim.

Ne acıdır ki ülkemizde hep aynı “şey” oluyor. Kaybettikten sonra insanlarımızın kıymetini, yıkıldıktan sonra da kültür mirasımızın değerini anlıyoruz. Hiç de samimi olmayan, dibine kadar da riyakarlık kokan bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekiyor ama kime diyeceksin kimden bekleyeceksin.

Kemeraltı’ndaki “şadırvan” yıkımının “görüldüğü” gibi olmadığını cuma günü yazdım size. Beklediğimden çok ilgi ve hatta “başka” ihbarlar da aldım. Rantiyeciliğin o karanlık öngörülerini “sıradan” denilen yurttaşlar duyuyor ve yaşıyor da “atanmış ve seçilmiş kardeşlikler” inanılmaz bir kibir içinde olduklarından mıdır bilemem, duymuyorlar, görmüyorlar. Bugün size “Kemeraltı ve TARKEM” yazacaktım. Lakin cuma günü Konak’ın sevgili başkanı, yıkılan şadırvanın alanına gidip “yeniden yapacağız” dediği için ve şahsıma gelen bazı ihbarların da baskısıyla kaldığım yerden devam edeyim.

Olay duyulur duyulmaz, Vali Bey’den belediye başkanlarına kadar her makam “tepki” mesajları verdi. Basında haberler oldu… Ama olduğu gibi, duyduğumuz gibi aynı anda kesildi. Kimse bu olayın “nedenleri” üzerine kafa yormadı, yoran varsa da bilmiyoruz. O şadırvanın son 20 yıldır nasıl amacı dışında iğrençliklerle istismar edildiğini, neden kimse konu etmedi. Çevre esnafının yıllar içindeki “kimlik değişimi” masaya yatırılmadı. Şadırvanın yapılış amacıyla ilişkili olarak, mesela Konak Müftülüğü “Ne oluyor?” demedi. Aslında gayet normal bunlar. Çünkü “İzmir aidiyeti” diye bir sorunumuz var. Başta sermaye sahipleri olmak üzere, kent tarihini bir yana bırakın, kendi aile tarihlerine bile umursamaz bakıyor. İzmir’deki “kimlik çatışması” haliyle asırların mirasına karşı cehalete dayanan bananeciliği körüklüyor. İzmir’in kadim dinamikleri her geçen gün dışlanırken, yerine olaylara tamamen “tüccar” zihniyetiyle bakan “Bizans kafalı” ve kiralık beyinli sözde şahıslar doluyor. Bu şahıslar bazen boyalı ekranında yarattığı sahte ünle, İzmir’de zaten “kimlik sorunu” yaşayanların içinde “işbirlikçi” buluyor. Sonuçta, bir bir kaybolurken “İzmir’in mirası” hep birlikte “yeniden yapacağız” söylemiyle “rahatlıyoruz”!

Açıkça haykırıyorum ve korkum da yok. Bu yıkım bir “nabız yoklamaydı” ve altında bazı “anlaşır nedenleri” bile vardı. Lakin, yarınlarda Kemeraltı’nda “göz koyulan” acaba irili ufaklı nereleri var? Son 30 yıldır Kemeraltı’nda nereleri, ne amaçla yok edildi? Var mı bu soruya cevap verecek bir babayiğit İzmir’de?

Konak Belediyesi yeniden yapacakmış şadırvanı. Tamam, harika. Peki bu yeni yapılan da eskisinin düşürüldüğü utanca düşer mi? Şadırvan “gerçekten” amacına uygun mu kullanılır yoksa bazı “ağzı bozuk” tiplerin bulaşık ve paspas yıkama alanına mı dönüşür? Bu durumu şikâyet edenler “öğrenilir” ve tehdit edilir mi? Ben de son on yılların “çoooook zabıta ve meclis üyesi hikayesi” var.

Kemeraltı ile ilgili gerçekten uzun vadeli projeler düşünülürken bu olayın yaşanması garip gelmiyor mu size? Ya “apar topar” gündemden kaldırılması çabaları? Lütfen “yok öyle bir şey” demesin bana kimse. Ben de buna kızarım çünkü.

Yıkılan yeniden yapılır. Ama önemli olan bilinç, karşılıklı saygı ve disiplindir. Kemeraltı’nın gerçekten asırlar boyunca kalmasını istiyorsak, kendi kurallarını siyaset üstü birliktelikle belirlememiz gerek. Öyle “çalıştay, arama tarama toplantıları” önemlidir belki ama gerçek yaşamda bir gecede neler oluyor görüyoruz sonuçta.

Eğer genel bir samimiyet olsaydı ve şu kahrolası siyasal ayrımcılık yapılmasaydı, Konak Belediye Başkanı yıkılan şadırvanın yerine gittiğinde, yanında Konak Kaymakamı, Konak Emniyet Müdürü, Konak Müftüsü olurdu. Hatta AKP İlçe Başkanı da giderdi. Çünkü kültür mirasımız ortaktır. Ama şunu da geçemem, Konak Belediye Başkanı Abdül Batur “sıradan” bir başkan değil. Narlıdere’de asırlık Cem Evi’ni nasıl “müze” yapıp binayı koruduysa, Kemeraltı’nda da mutlaka kalıcı eserler bırakacaktır. Lakin galiba “bilmediğimiz” ayrıntılar var.

Gerçekten inanıyor musunuz size “bir kişinin” kafası bozulduğu için bir gecede bu işi yapacağına? Bu şahsa “gaz veren” inşaattan anlayan birileri yok mudur ardında gerçekten?

Şu halimize bakın yahu! Şehir kurtuluşun 100. yıldönümünü yaşıyor ama 100 yıl önceyle ilgili “bilinç” yerlerde sürünüyor.

HAMDİ USTA DA “GİTTİ”!

Çok tartıştık rahmetliyle… İnkâr da etmem, yalan da yazmam “ölü” ardından. En çok da “rahmetli Piriştina” hakkında. Ben müzmin muhalifiydim rahmetli başkanın. Hamdi usta da “müzmin taraftarıydı.” Yeni TV’de ve Yenigün’de birlikte çalıştık. Pek çok konuda fikri anlaşmazlıklarım oldu, olmadı değil. Ama severdim, o da severdi beni. Üç dört ay öncesine kadar arada görüştük, söyleştik. Ama bir süredir haber alamıyordum. Böyle haber de almasaydım keşke. Hepimizin tadacağı mutlağı o da tattı işte. Sultan Süleyman’a kalmamış bu hayat, bu dünya. Ölenin ardından ya “susmak” gerek ya da “hayırla konuşmak” lazım. Bizim geleneğimiz budur. Rahmet dilemek de yarınlarda “rahmeti hak etmek” şansı doğurur.

Gözümün önüne gelen görüntüler… Kulağıma gelen sesler. Ne diyeyim sevenlerinin başı sağ olsun Hamdi Türkmen ustanın, Allah taksiratını affetsin.