Gülü çiğdemi filan bırak Sardunyayı karidesi filan bırak Acıyı ve ölümleri bırak Oy pusulalarını ve seçimleri bırak Evet Seçimleri özellikle bırak...

Gülü çiğdemi filan bırak Sardunyayı karidesi filan bırak Acıyı ve ölümleri bırak Oy pusulalarını ve seçimleri bırak Evet Seçimleri özellikle bırak Çünkü açlık çoğunluktadır (Turgut Uyar, Toplandılar, 1974) Harbiye'de Hatay'ı tepeden gören bir yerde oturuyoruz. Çocukluk arkadaşım Günsel'in öğrencisi Salih, bazen yüzüme bazen de kimliğini yıkıntılara teslim etmiş şehre bakıyor. Enkazın altında seslerini duya duya kaybettikleri yakınlarını anlatıyor. Ardından ilk günlerin yıkıcı yalnızlığını anlatıyor. "Ağabey, inancın olsun depremin ilk akşamı ve ilk haftası hayatımızda hiçbir şey yoktu. Su, yiyecek, ateş, aile, ev-bark...Lehimize tek bir şey vardı. O da havadaki oksijendi." Ne denilebilir ki? Salih, ozansı bir genç. Şiirsel konuşuyor. Bunun için bir çaba harcadığından değil, tabiatı böyle. Bir Haçlı Seferi sonrası harabeliği anımsatan resimlerdeki gibi duran Hatay'a bakıp konuşurken bu doğal hali daha da hüzünlü hale geliyor.

GÜNEŞİN DOĞUŞU

İskenderun'da mavi muşambalı bir çadır. Çadırın önünde beyaz atletiyle oturan gençten bir adam. Selam veriyorum, toparlanıyor. Çay içmemi teklif ediyor. Bunca derdin içinde bana çay ikram etmesine gönlüm razı değil. Ama kırmıyorum. Enkazdan çıkışını bir film gibi anlatıyor. "Allah seni inandırsın gardaşım, birden her taraf karanlığa gömüldü. Çoluk çocuğu eşyasız bir yere toplamayı başarmıştım. Kıpırdayacak kadar alanımız vardı. Ama zifir karanlık. Kurban olduğum Allah affetsin ama kabir karanlığı gibi. Bağırıp duruyoruz ama karşılık veren yok. Kaç saat geçti bilmiyorum. Birden ışık sızan bir delik gördüm. Güneşin doğduğunu anladım. Delik çok uzak değil ama bu kadar beton yığınını nasıl geçeceğim? Başka çarem de yoktu. Saatlerce güç toplamaya çalışarak ışık sızan yere vardım." Ellerini gösteriyor. Tırnaklarının arasına kan oturmuş. Kollarındaki damarlar şişmiş. Kangren olmuş bir organ gibi duruyor. Sonra sözünü tamamlıyor: "Oradan nasıl çıktık? Demek insanoğlu yaşama tutunmak için her şeyi göze alıyor."

"SÜT VAR MI ABİ?"

Hatay'da en çok çocuklarla ilgileniyorum. Zamanla adımla hitap etmeye başlıyorlar. Okulda depolanan gıda ve eşyalar doğal olarak sınırlı. Gönüllüler bu imkanları doğru kullanmak için azami çaba sarf ediyor. Ancak gelişim çağındaki çocuklar süt, meyve suyu, çikolata istiyor. Bir de patates kızartması kokusu alınca aşevine geliyorlar. Yanıma yaklaşan küçük bir çocuk "Abi süt var mı?" diye sorunca bu isteği geri çevirmemek için elimden geleni yapıyorum. Ancak, çadırlarda kalan çocukların isteklerini karşılamak için daha fazla desteğe ihtiyaç var.

"SEÇİMLERİ ÖZELLİKLE BIRAK"

Mesleğimiz siyaset konuşmaya çok müsait. Ancak Hatay'da geçirdiğim günler boyunca tek bir insan bile siyasete dair bir şey sormadı bana. Kimse yaklaşan seçimleri konuşmadı. Sanki 14 Mayıs gündemlerinde yok. Bu sayfalarda röportajını okuyacağınız Hataylı şair dostum Dolunay Aker'le sohbet ederken Turgut Uyar'ın "Açlık Çoğunluktadır" şiirini okuyoruz.: "Seçimleri özellikle bırak Çünkü açlık çoğunluktadır" Sonra da aklıma Orhan Kemal'in Baba Evi romanının sonunda "şefik" insan soyunun açlığı yenmesiyle ilgili nidası geliyor aklıma.

"BİZLERİ YAZIN"

Hatay'daki son akşamımda gençlerle şiir ve yazarlık hakkında konuşuyoruz. Orhan Veli- Melih Cevdet dostluğu, Melih Cevdet'in "Anı" şiirinin hikayesi, Simonov'un "Bekle Beni" şiiri anlattıklarımız arasında. Sohbetin sonunda onlara veda ediyorum. "Benden bir isteğiniz var mı?" diye sorduğumda, "Abi, bizleri yazmayı unutmayın. Yazarken de hassasiyetiniz iki kat artsın" diyor. Ne demek istediğini iyi anlıyorum. Yarası en ağır olanların feryadıdır bu. Sabah uyandığımda adı Rumcaya çalan Elena ile sohbet ediyoruz. Lise öğrencisi daha. Üniversite okuması ile ilgili telkinlerde bulunuyorum. Gideceğimi duyunca üzülüyor. Bileğime bağladığım üzerinde rengarenk kuşlar olan fuları ona hatıra bırakıyorum. Hatay'da her vedada insanlar yalnızlığı bir kat daha hissediyor. Hüzün bir kat daha fazla dolaşıyor havada. Elena, Estalya, Barış, Süleyman, Baran, Doğan ve diğerleri "Bir daha ne zaman geleceksin?" diyor. Harap haldeki otogara varana kadar içimden onların adını söylüyorum. Bir masa ve bilgisayarla yazıhane kurmuş bir firmadan Adana biletini alıyorum. Şehre bakıyorum. Yine geleceğim Antakya. Asi Nehri bize yine türküler söyleyecek.