Anadolu’nun böğrüne doğru yolculuk başladı. İlk durağımız ulu önderin mirası başkentimiz Ankara. Yol boyu neler görec...

Anadolu’nun böğrüne doğru yolculuk başladı. İlk durağımız ulu önderin mirası başkentimiz Ankara. Yol boyu neler göreceğiz neler yaşayacağız tabii ki size yazacağım. Sizi habersiz bırakmak çok yanlış olurdu. Saat 19.40 Bostanlı’da kısa süreli bir yemekle gece başladı. Henüz yemek bitmişti ki devletin iki önemli orkestra sanatçısı ile bir ihracat uzmanı yanımızda bitiverdi. Saat 24.00 de hareket edeceğiz de o saate kadar sohbet muhabbet, çay kahve faslını ihmal etmedik. Kahveler henüz bitmişti. Çok kıymetli hanım sanatçı arkadaşımızın imtihanda uğradığı haksızlığı konuşur olduk. Ancak sanatçı arkadaşımızın açtığı davayı kazanınca, haksızlığa uğramış diğer sanatçılara da bir şans doğmuş olması harika bir haberdi tabi. Sohbete devam etmekte iken valizimize yardımcı olan beyefendi ile konuşmaya başladık. Karşıyakalı idi. Vakko mağazalarının uzun yıllar dekarasyon müdürlüğünü yapmış EGİAD’a kadar uzanan ve İGS de dahil iş camiasında dekarasyon alanında tanınmış bir müdür olduğunu öğrendik. BOŞ VERDİM ZATEN’ Halen çalışıyor amma üzülüyor çünkü yaptığı iş eski işi gibi değil çünkü üretken bir iş değil. Bir ara boş ver diyecek oldum, “Boş verdim zaten” dedi ve bir taksi şöförünü gösterdi. “Bu şöför arkadaş dört dil biliyor, bu gördüğünüz kardeşim de Ortadoğu Teknik Üniversitesi mezunu” dedi. Derken hepimizin müşterek dostları çıktı onları andık bir ara genç denilecek yaşta rahmetli olmuş arkadaşlarını andılar böyle başladı yolculuğumuz. Hepsi kaliteli tevazu sahibi insanlar. İthalat ihracat uzmanı müşavir arkadaşımız, “Avukat arkadaşımız gelemedi dişini çekmişler, üzgün” derken kokereççi söze girdi; “Olsun ağabey. Anadolu seyahati bitince oda aramızda olur” dedi. Sonrada ilave etti: “Hem bu şekilde rakı içemez hele bir iyileşsin.” Kokoreççi arkadaşımızda uzun yıllar müfettişlik yapmış kibar sessiz bir iş sahibi. Gelir yetersizliği onu da kokoreççi yapmış. Kokoreççi de dertli. Bir tazminat davası kaybetmiş. İfadesine göre eski kurumunun yetkilisi sıkıldıkça eline kalemi alıp ha bire mahkemeye yalan yazılar göndermesinden bezmiş. Adam da diyor kompleks var dava dilekçesinde önüne ve aklına gelen her unvanı yazmış. Ben çok önemli kişiyim demek istemiş. Avukatlar çifter çifter. Ancak parayı kurumumu kendimi veriyor o da muamma. İçimden ne ayıp, mahkeme bunu gösteriş, aba altından sopa olarak algılar dedimse de öyle olmadı. Adamın bütün unvanları kuruma ait amma önceden kurumunda usülsüzlükten atıldığını yazmamış. Kokoreççi arkadaşımız çok üzülmüş davayı kaybetmesine. Bir tesellisi var. Yazdıklarından mahkeme kıraatını anlamıştır diyor. Bizcede kıraatı anlaşılmıştır. Kırık buruk olması gereken yerde olmayan geçim darlığına rağmen sabreden, hanımefendi beyefendi insanların bunca çileyi esprileştirdiklerine acı bir zevkle şahit oldum. Sen büyük bir milletsin dedim içimden. Ülkemde sıra dışı insanlar hangi unvanla yaşarsa yaşasın hiç biri bir avukat, bir taksi şöförü, bir kokoreççi, bir dekarasyon müdürü, bir ithalatçı danışmanı, hele hele bir sanatçı kadar asla ve asla asil olmuyorlar. Unvanlarını altına bulayıp taksalar üzerlerinde sünüp madalyası gibi görülmesine mani teşkil etmiyor.