Gazeteci Candaş Tolga Işık’ın programını izledim. Konuk, Gülseren Budayıcıoğlu. Ünlü pskiyatr. Bilen bilir; kitaplarından uyarlanan televizyon dizileri reyting rekorlar...

Gazeteci Candaş Tolga Işık’ın programını izledim. Konuk, Gülseren Budayıcıoğlu. Ünlü pskiyatr. Bilen bilir; kitaplarından uyarlanan televizyon dizileri reyting rekorları kırıyor. İstanbullu Gelin, Camdaki Kız, Doğduğun Ev Kaderindir... Candaş, programın bir yerinde ‘doğru’ soruyu sordu: Bu diziler neden bu kadar çok izleniyor? Gülseren hanım, derin bir nefes ve kahvesinden bir yudum aldı, koltuğa yaslandı ve başladı anlatmaya...Bizim insanımız duygu olarak hüznün çevresinde dolaşıyor. Hüzün nasıl bir duygu? İçinde az da olsa sevinç barındıran, acının ağır bastığı bir duygu. Bizim toplumumuz hüzün toplumudur, huzuru severiz. Mutluluğu değil, huzuru tercih eder. Örneğin Amerikan toplumuyla kıyaslayacak olursak, onlar haz toplumudur. Yani, acıdan kaçarlar, en yakınları vefat ettiğinde bile bir an önce siyahları giyinip defnederler. Ertesi gün sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ederler. Eğlenceye giderler, partiler yaparlar. Filmin en heyecanlısını, en korkuncunu izlerler. Bizi etkilesin derler. Kitap, bizi ya çok heyecanlandırsın ya da hemen ne mesaj veriyorsa çabucak versin. Bitsin, gitsin. Bizi de fazla düşündürmesin, oyalamasın“ derler. Gelimemiş ya da az gelişmiş toplumlar gelişmiş toplumları örnek alır. Bizim gençlerimiz de son yıllarda özellikle bu haz arayışını benimseme gayretinde. Onlar gibi yaşama, onlar gibi hayatı hafife alma gayreti içindeler. Halbuki haz anlık bir duygudur. Gelir ve geçer. Amerika bununla bir yere gidemeyeceğini gördü ve ‘zevkli hüzün’ dedikleri bir kavram icat etti. Bunun insanlar üzerinde nasıl iyileştirici bir etkisi olduğunu gördü. Ben bu dizilerde tamamen zevkli hüzün dediğimiz terapi yöntemini uygulamaya çalışıyorum. Aşk acısı da bu zevkli hüzünün içine girer. Niye arabeski bu kadar çok seviyorlar? Dinlerken ‘Ben bu duyguyu tanıyorum’ der. ‘Demek ki bunu söyleyen benim gibi acılar yaşamış biri, demek ki yalnız değilim’ diyorlar. Diziler de böyle… Onlarla birlikte üzülüyor, bazen ağlıyorlar, empati yapıyorlar, benim yaşadıklarıma benziyor diyerek. Televizyonu kapattığında da güvenli alana geri geliyor. Terapi, içimizde düğüm olmuş bir türlü ifade edilemeyen acıların dışarıya atılmasıdır. İşte burada sırtındaki yüklerden birkaç tanesini bırakıyor. Hafifliyor. Kafasındaki binlerce sorudan bazılarına cevap buluyor.“ Hocaya katılmamak mümkün mü! Ekleme yapmak da mümkün. Tıpkı Masumlar Apartmanı, Camdaki Kız, Kırmızı Oda’daki gibi, ben bu dizilerdeki kahramanların ve olay örgülerinin toplumda var olduğunu düşünüyorum. Baskı ve kısıtlama görmüş bireylerin zamanla ruh yapılarının bozulduğunu, zaman zaman hezeyan yaşayacak boyutlara da ulaştıklarını gözlemliyorum. Gizli kalmış, kendinde bir tuhaflık olduğunu biliyor ama bunu adlandıramayan ve bunu saklamaya çalışan insanların da bu dizilerde kendilerini bulduğunu düşünüyorum. Evet, travmalar ruhsal yapıyı bozar. Öfke sorunu, panik atak, şizofreni gibi neredeyse herkesin adını bildiği hastalıklara sebep olduğunu biliriz. Peki ya bilinmeyen, teşhisi konulmamış hastalıklar... Kim bilir adı konulmamış ne hastalıklar var yaşadığımız toplumda. O hastalıkları da sanırım yıllar yıllar sonra öğreneceğiz.