Merkez Bankası Cumhurbaşkanı’na açıkça cephe alıyor, kendi kendisini yalanlıyor…

İş dünyası hemen her sabah mesai başlangıcında bir sürpriz ile karşılaşıyor. Geçen hafta Perşembe sabahı Resmî Gazete’yi okuyanlar, Türkiye’deki ticaret yaşamını kökünden değiştirecek, adı konmasa da...

Abone Ol
// EFT BIÇAK GİBİ KESİLDİ Bankalardaki EFT trafiği bıçak gibi kesilmişti. Dövize endeksli emtia kullanan çok sayıda sektörün paniği, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın gün içinde yaptığı basın açıklaması ile bir nebze olsun yatıştı. Döviz cinsi çeklerin ödemeleri yine döviz üzerinden yapılabilecekti. Ama sorun bitmiyordu. Ekonomi yönetimi ne yapmak istiyordu? Ne yapmak istediğini kendisi de bilmiyordu! Liyakatsiz ellerin oyuncağı olarak oradan oraya savruluyordu… İşte size acı acı gülümseyeceğiniz bir başka örnek… Sayın Cumhurbaşkanı’nın “faiz alerjisi”ne boyun eğerek gösterge faizi hâlâ yüzde 14 seviyesinde tutan, Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin “gösterge faizi önemsizleştirdik” açıklamasına çıt bile çıkaramayan Merkez Bankası, kendi kurduğu internet sitesinde bugünkü politikasına tamamıyla ters görüşler ve çözümler sunuyor. // GÖZLERİME İNANAMADIM Bizzat Merkez Bankası tarafından vatandaşların finansal okuryazar olmalarına katkı sağlamayı amaçlayan www.herkesicin.tcmb.gov.tr internet sitesini açanlar, “Merkez Bankası Ekonomiyi Nasıl Etkiler?” başlıklı infografik çalışmayı okuyunca gözlerine inanamıyor… Kendi kendisine “Politika faizini artırdığımızda ne olur” diye soran Merkez Bankası, bakınız ne cevap veriyor: “Enflasyonla mücadele algısı güçlenir. Enflasyona ilişkin beklentiler düşer. Döviz kurları düşer ve Türk Lirası değerlenir. İthal ürünlerin fiyatları düşer. Bankalar müşterilerine uyguladıkları faizleri artırdıkları için kredi çekmenin maliyeti yükselir, borçlanmalar ertelenir ve para biriktirmek daha cazip hale gelir. MERKEZ BANKASI ENFLASYON TEHDİDİ GÖRDÜĞÜNDE FAİZ ORANINI ARTIRIR. Böylece toplam talebi düşürerek enflasyonu düşürmeye çalışır…” Gözlerinizin faltaşı gibi açıldığını görür, “İyi de birader; ya yazdığını yap ya da yaptığını yaz” dediğinizi işitir gibiyim. Mart ayı sonu itibarıyla TÜİK’in tüketici enflasyonu yüzde 61’e, üretici enflasyonu yüzde 115’e ulaşmışken, Merkez Bankası’nın politika faizini hala yüzde 14’te (yani eksi yüzde 47’de) tutmasını hangi akılla hangi zekâ ile açıklarsınız? // YA DEDİĞİNİ YAP… Bir Cumhuriyet kurumu olarak adının önüne “Türkiye Cumhuriyeti” değil, “Türkiye Cumhuriyet” diyerek bağımsızlığına tarihi bir vurgu yapan Merkez Bankası’nın hangi kadrolar tarafından yönetildiğine bakıp hizaya gelebilirsiniz. Bu saçmalıklara tanık olduktan sonra en azından şunu sorma hakkımız olsa gerek: Kendi kendini yalanlayan bir finans kurumuna, bırakalım küresel piyasaları kendi vatandaşın güvenmesi, ciddiye alması mümkün mü? Ve bir soru daha: Kendi kurduğu internet sitesinde bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” özdeyişini yerle bir eden Merkez Bankası, acaba bu ünlü teoriye savaş mı açıyor? “Ya yazdıklarını yap ya da o cümleleri internet sitenden kaldır” derler adama!  

KÖY ENSTİTÜLERİ İÇİN BEYLİK LAFLARA GEREK YOK, İŞE ŞİRİNYER’DEN BAŞLAYALIM…

17 Nisan, Köy Enstitüleri’nin eğitime başladığı tarihin 82’inci yıl dönümüydü. 1940-1954 yılları arasında Türk Milli Eğitim sistemine adeta devrim yaşatan Köy Enstitüleri için her sene 17 Nisan’da paneller ve konferanslar düzenleniyor. Bu etkinliklerde, çoğu kez konunun özüne dokunmayan beylik laflar edilmekle yetiniliyor. Oysa Türkiye’ye ve Türkiye’nin o dönemki şartlarına en uygun eğitim sistemi olan Köy Enstitüleri, bilindik tanımlama ile tam da “yerli ve milli” bir kurumdu. İzmir’de de bu okulların en başarılı örneklerinden biri vardı. Kızılçullu Köy Enstitüsü, bugünkü Şirinyer’de NATO karargâhı yerleşkesinde bulunan muhteşem bir binada eğitim veriyordu. 1937 yılında 62 bin 500 TL bedel ile devlet tarafından satın alınan Kızılçullu Köy Enstitüsü binası, bugün tamamen amacı dışında kullanılıyor. // NATO TESADÜF DEĞİL! Yaklaşık bir yıl önce yine bu sütunlarda, Cumhuriyet tarihinin çok önemli hatırası olan bu binanın “Köy Enstitüleri Müzesi” olarak kullanılmasını önermiş, başta Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer başta olmak üzere ilgilileri göreve davet etmiştik. (Bknz, Ege Telgraf 3 Mayıs 2021) “Kızılçullu Köy Enstitüsü binası, eğitim amacıyla kullanılmak üzere devlet tarafından satın alındıysa, askeri kışla olarak değil, amacına uygun olarak kullanılmalı.” demiştik. Cumhuriyet tarihimiz için çok önemli hatırası olan bu binanın, NATO karargâhı olmasını elbette tesadüf ile açıklamıyorum. Ancak T.C. devletinin en azından bu binanın hatırasına sahip çıkmasını ve müze olarak kullanılmasını sağlamasını beklemek hakkımız olsa gerek. Bir Aydınlanma Devrimi olan Cumhuriyetin en özgün eğitim projesi olan Köy Enstitüleri, bugün adeta kayıp kuşaklar yetiştiren eğitim sistemimizin en başarılı rol modeliydi. // NEDEN MÜZE OLMUYOR? Hâlâ en çok okunan yazarlarımızın, edebiyatçılarımızın, sanatçılarımızın, düşünürlerimizin Köy Enstitüsü mezunu olması tesadüf değil. Bu büyük eğitim hamlesini kendi ellerimizle yok etmeseydik, acaba bugün nasıl bir Anadolu ile karşı karşıya olurduk? Hepimizi düşündürmesi gereken bir soru çengeli bu… İşte bu nedenle Kızılçullu Köy Enstitüsü binası, “eğitim amacıyla” devlet tarafından satın alındıysa, askeri kışla olarak değil, amacına uygun olarak kullanılmalı. Binanın “Köy Enstitüleri Müzesi” olması için hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı harekete geçmeli. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer ve yerel yönetimler de bu sürece katkı sağlamalı. Söz konusu Köy Enstitüleri olunca, beylik laflar bir kenara bırakılmalı ve bu büyük devrim kurumunun özüne yakışan bir tutum takınılmalı. Geçen hafta Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, İzmir 1. İktisat Kongresi’nin yapıldığı binayı devletin aslına uygun olarak yeniden inşa edileceğini ifade eden Valimiz Yavuz Selim Köşger’i kutluyoruz. Ama sormadan da edemiyoruz: Devletimizin asıl yapması gereken, 45 yıl önce yıkılmış arazisi otopark olarak kullanılan bir araziyi mi, yoksa sapasağlam ayakta duran bir büyük Cumhuriyet mirasını amacına uygun kullanmak mı olmalı? Yanıtı kıymetli okurlarımız versin.

ŞİRAZLI SÂDİ’NİN 1 MAYIS İÇİN HATIRLATTIKLARI…

Şirazlı Şeyh Sâdi ile ilk kez Cumhuriyet Gazetesi’nin unutulmaz Başyazarı İlhan Selçuk’un yazılarında tanışmıştım. İran’ın kadim aydınlanma kültürünü simgeleyen bu büyük şairin 13’üncü yüzyılda dile getirdikleri, yedi asır sonra bile hala güncel ve önemli… Şirazlı Sâdi'nin insan tarifini özetlediği değişik hikmetleri de bulunuyor elbette. İşte bugün bile hala bizleri düşündüren bir beyitinde Sâdi diyor ki, “İnsanı inciten kişiden daha bahtsız olanı yoktur. Cahilin beğenmesiyle ve kendi kuruntunla güzel konuşuyorum diye gururlanma. Olgunluğun yoksa dilini ağzında sakla...” // EMEK EN YÜCE DEĞERDİR Başlıktaki 1 Mayıs’a bakarak lafı nereye getireceğimi merak edenleri bekletmeyelim… Bu hafta sonu hem Şeker Bayramı’nı hem de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlayacağız. Aslına bakarsanız dünya toplumlarında 1 Mayıs sadece “işçi bayramı” olarak telakki edilmez. Bu özel günün derinliğinde, varlığını kanıtlamış anlam zenginliği, bir mesleğin değil bir iktisadi faktör değerinin tanımı yücelir. “Emek” gerçekten de kutsal bir değerdir. Tıpkı sermaye gibi üretimin en önemli faktörüdür. Bir zamanlar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs'ı kutlamak isteyen emekçileri provokatörlükle suçlayıp “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” demişti. İşçi kesimini ve onların meslek örgütleri olarak sendikaları böyle bir ithamın muhatabı olarak takdim eden hiçbir siyasi teşebbüs olmamıştı. Gerçekten de son derece isabetsiz bir ifade idi. // İKMALE KALINAN SINAV Ha, bu isabetsizliğe iş dünyamızın örgütleri ve temsilcileri herhangi bir tepki göstermişler miydi? Elbette hayır… Göstermedikleri için bu tür konuşmalar artık siyaset lisanının sıradan ifadeleri oldu. Oysa TÜSİAD ya da TOBB ya da MÜSİAD ortak bir açıklama yapsalardı, Türk sanayinin en önemli üretim unsurlarından biri olan emek sahiplerinin aşağılanmasını kabul etmeyeceklerini söyleselerdi… İnanınız, 75 yıla yaklaşan demokrasi tecrübemiz ikmale kaldığı bir sınavdan daha geçerdi. Hülasa… Pazartesi günleri bu sütunlarda kalem oynattığımız için biraz erken de olsa okurlarımın hem Emek ve Dayanışma Günlerini hem de Şeker Bayramlarını kutlarım. Ve uzunca bayram tatilinde Şirazlı Sâdi’den birkaç beyit terkibi okumanızı salık veririm.  

“DEVLET” DEMİRYOLLARI EN BÜYÜK ZARARI YİNE “DEVLET”E VERİYOR…

Mesleğe başladığımız yıllarda, kamu yönetimindeki bürokratların olabildiğince liyakatli kadrolardan seçildiğini ve siyaset kurumu ile ilişkilerinde seviyeyi korumaya büyük özen gösterdiklerini gözlemlerdik. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde bu geleneğin “köklü ve geri dönülemez” şekilde kırıldığına tanık oluyoruz. Geçen haftalarda TOKİ Başkanı’nın Karaburun Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan ile girdiği ağız dalaşını yorumlamıştık. Seçilmiş bir belediye başkanına, onun öncesinde bir kadına mesaj verdiğinin farkında bile olmayan bürokrat; vasatlığın dibini kazıyan açıklamalarını, berbat espri yeteneği ile süslemiş, deyim yerinde ise tüy dikmişti. // MUSALLAT OLAN KAFA “Sen kimsin vatandaşın seçtiği belediye başkanına parti komiseri gibi mesaj veriyorsun” diyen olmayınca, bu berbat alışkanlığın devletin diğer kadrolarına da musallat olduğu anlaşılıyor. Bu kez örneğimiz TCDD’den… İZBAN istasyonunun nereye ve ne zaman yapılacağı gibi son derece teknik bir konuda görüş bildiren TCDD yönetimi, İzmir’in seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tunç Soyer’e edep, ilke ve devlet umuru geleneklerini yerle yeksan eden bir açıklama yapabiliyor. “Hizmet yerine laf üreten İzmir Büyükşehir Belediyesi bu açığını algı oluşturarak örtmeye çalışmaktadır” ifadelerini kamuoyu ile paylaşmakta beis görmüyor. Bu açıklamayı yapan ve adında “Devlet” kelimesi bulunan kurum yöneticisi, en büyük zararı yine “Devlet”e verdiğini unutuyor… Ha bu durumu umursuyor mu? Eminim ki hayır. Yüzlerce yıllık devlet geleneğini yerle yeksan eden bu görüntü hepimizi düşündürmeli. Kazara… Yarın iktidar değişse, kraldan çok kralcı olan bürokratların encamı ne olacak? Bu soru en çok onları düşündürmeli…   HAFTANIN SÖZÜ “Bütün dünya bilmelidir ki artık bu devletin ve bu ulusun başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da ulusal egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da ulusun kalbi, vicdanı ve varlığıdır.” Mustafa Kemal Atatürk