Egemen SAYIN/EGE TELGRAF- Sosyal medyanın hayatımızda köklü yer edişiyle popülerliğini kazanan ve adından daha da söz ettirmeye başlayan beslenme ve diyetetik bölümü her sene binlerce mezun vermeye devam ediyor. Beslenme ve diyetetik bölümü; besin ve beslenme sağlığı bilgisini geliştirirken aynı zamanda hasta, anne ve çocuk beslenmesi gibi birçok alanı kapsıyor. Kopenhag merkezli Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölge Ofisi’nin açıkladığı 2022 Avrupa Obezite Raporu’na göre; Türkiye’de yetişkinlerin yüzde 59’u aşırı kilolu ya da obezite sorunu ile karşı karşıya. 21’inci yüzyılın en büyük problemlerinden biri yanlış ya da yetersiz beslenme. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi öğrencisi Stajyer Diyetisyen Helin Yıldız, sosyal medyanın beslenme algısındaki etkilerini ve doğru bildiğimiz yanlışları Ege Telgraf’a anlattı. Diyetisyenliği seçmesindeki en önemli etkenin mesleğin güncelliği olduğu vurgusunu yapan Yıldız “Bu mesleği 10 yıl sonra da yapabileceğimi düşünüyorum. Beslenme ve diyetetik Türkiye’de hemşirelik, fizyoterapi ve rehabilitasyon gibi bölümlere kıyasla üniversitelerde daha geç yaygınlaşmış bir bölüm. Bu sebeple mesleğin öneminin artacağını ve sosyal medyanın da güncel etkileriyle ilerleyen zamanlarda bir ivme kazanacağını düşündüm. Dezavantajlı gibi görünse de bu alan sağlık sektörünün tamamlayıcı bölümlerinden biri. Beslenme her canlının gerçekleştirdiği çok doğal bir süreç. İnsanın olduğu her alan ile ilişkisi olan bir meslek grubu. Sanılanın aksine sadece zayıflamakla ilişkilendiremeyiz. Bu sebeple de değer görmeyi hak eden bir bölüm” açıklamalarında bulundu.

“X KİŞİSİNİN ŞOK DİYETİ (!)”

Diyet ve beslenme konularında bilgi kirliliğinin yaygınlaşmasının insan hayatını olumsuz etkilediği vurgusunu yapan Yıldız, “Diyet ve beslenme konusunda toplumda gerçek bir bilgi kirliliğinin olmasının belki de en büyük sebebi, internet ortamında doğru ya da yanlış olduğuna bakılmaksızın her bilginin paylaşılabiliyor olması. Geçtiğimiz yıllarda özellikle internet ve sosyal medyanın bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde gazeteler ve dergilerde ‘x kişisinin şok diyeti (!)’ gibi söylemlerle bu bilgiler yer alıyordu. Ya da yine aynı konulara bazı gündüz kuşağındaki programlarda rastlıyorduk. İnternet bu işi daha da hızlandırdı diyebiliriz. Bu sorun, birçok mesleğin güncel sorunu fakat sağlık alanında daha büyük yıkımlara yol açtı. Çünkü insanlar, sağlıkları söz konusu olunca ulaşılabilirlik daha kolay olduğu için bu bilgiyi hayatına daha hızlı entegre etti. Örneğin, bundan beş yıl önce chia ve keten tohumları her derde deva ürünler olarak medyada yer aldı. Kalp, tansiyon, kronik hastalıklar ve hatta kansere bile çözüm olduğu konuşuldu. Ulusal kanallarda bu konuda uzman olduğu düşünülen kişiler yer aldı ve bu besinler hakkında açıklamalarda bulundu. Böylece ürünlerin satışı arttı. Kısacası beslenme alanındaki bu hareketlilik bir deney gibi görülmekte. Ve işin ucunda internet olduğu için bir anda bu veriler çok büyük kitlelere ulaşmış oluyor. Denediğimiz yöntemlerin kalıcı ya da kanıtlanmış bir çalışmasının olup olmadığını maalesef takip etmiyoruz. En azından bu bilgileri veren kişilerin denetlenmesi çok önemli” diye konuştu.

‘MUCİZEVİ BİTKİ’

Toplumda yer eden bazı davranışlardan birinin de insanların ‘zayıflatıcı’ olarak kabul ettikleri besinlere yükledikleri anlamlar olduğuna dikkati çeken Yıldız, “En büyük problemlerden biri ‘mucizevi bitki’ olarak adlandırdıkları ürünlere olan inançlar. Çıkış noktası aslında büyük beklentiler. Deyim yerindeyse, bitkilerden ve detoks sularından mucize bekliyoruz. Tüm sorunları çözeceğine inanıyoruz. Bu sağlıkta fitoterapi olarak geçer. Fitoterapi, geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın alt kategorisidir fakat tek başına tıp değildir. Örneğin, yeşil çay… Yeşil çayın zayıflattığına inanılır ama bu durum böyle değildir. Yeşil çayın yalnızca zayıflatıcı etkisi vardır. Bunu kanıtlayacak olan tek bilim vardır; o da beslenme ve diyetetiktir. Yeşil çay, sadece zayıflama sürecinin tamamlayıcısıdır. Bu anlayış her şeyi tekliğe indirgiyor maalesef. Bu durumda gıda sektörünün de çok büyük etkileri mevcut. Yapılan reklamların etkilerini görüyoruz. Örneğin, yıllardır zayıflama çayları hakkında metabolizmaya ne kadar zarar verdiği konuşuluyor fakat buna rağmen satışında değişen bir sonuç göremedik. Yarar sağlayacak bitkinin faydası ancak bilimsel verilerle kanıtlanırsa bunu kabul edebiliriz” ifadelerini kullandı.

‘BEDENİMİZİ KIYAFET GİBİ…’

Sosyal medyanın hayatınızda yer etmesiyle farkındalığımızı artıran ve ‘body shaming’ olarak tanımlanan dilimizde de ‘beden utandırma’ olarak karşılık bulabilecek davranışlar hakkında da konuşan Yıldız, “Toplumsal beden algısının değişimdeki en önemi noktaları kültürel faktörler ve dönemsel popüler kültür algıları... Sosyal medyanın neyi popüler yaptığıyla alakalı sorunlar var. ‘Herkes zayıf olmalı, herkesin cildi kusursuz olmalı, herkes mükemmel beslenmeli, kimse kilo almamalı’ gibi mesajlar var medyada. Diziler ve sosyal medya bu algıları bilinçaltımıza işliyor. Bedenimizi kıyafet gibi kullanıyoruz ve dönem dönem ne popüler olursa onu uygulamaya çalışıyoruz. Sezon renkleri nasıl değişiyorsa zamanla beden algısı da şekil buluyor. Her insanın metabolizması ve beslenme alışkanlıkları farklı olduğu gibi güzellik algıları da farklıdır. Toplumsal güzellik algısının tek tipleşmiş olması bireysel zevklerin önüne geçiyor. Sosyal medya bu konuda özellikler kadınlar üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor” diye konuştu.

DİYETTE EKONOMİK ETKİ

Beslenme sürecinde günümüz ekonomik koşullarının da büyük bir etkisi olduğunun altını çizen Yıldız, “Beslenme, hayatımızın içinde olan bir süreç ve bu süreçte en önemli olan şey beslenme dengesini koruyabilmek. Bazen bu dengeyi sağlayabilecek düzeyde olamayabiliyoruz. Süt grubundan bir ürünün tüketimini örnekler ve dört kişilik ailenin günlük süt tüketimini 1 kutu süt olarak hesaplarsak ay sonunda tüketilen süt maliyeti 30 katı olarak karşımıza çıkar. Bunu karşılayamayan bir ailede maalesef ki ilk olarak anne ve baba bu haklarından vazgeçiyor… Bu sefer de beslenme programlarında eksikler çıkmaya başlıyor ortaya. Günümüzün mevut ekonomik koşullarında et yiyebilen aile sayısı çok az. Etin bu denli pahalı olması protein açığımızı ortaya çıkarıyor. Artık diyet yazarken insanların mali gücünü göz önünde bulundurma zorundayız” açıklamalarında bulundu.