Hepimiz rüya görüyoruz. Ancak bu evrensel deneyimin neden gerçekleştiği sorusu, hala bilim dünyasında net bir yanıt bulabilmiş değil. Zihnin sırlarla dolu işleyişinde, rüyalar da çözülememiş bilmeceler arasında yer alıyor.
Harvard Üniversitesi’nde görev yapan, aynı zamanda Uyku Komitesi’nin yazarı olan rüya araştırmacısı Deirdre Barrett da bu bilinmezliğe dikkat çekiyor: “Ne kadar rüya psikoloğu varsa, ‘Rüya görmenin amacı nedir?’ sorusuna da o kadar çok yanıt alırsınız” diyor.
Rüya kavramı üzerine ilk büyük teorilerden biri, psikoanalizin kurucusu Sigmund Freud’a ait. Freud, 1899 tarihli ve oldukça tartışılan Rüyaların Yorumu adlı eserinde, rüyaların bastırılmış arzulara ve bilinçdışındaki çatışmalara dair ipuçları sunduğunu ileri sürmüştü. Ancak eleştirmenler, Freud’un analizlerinin fazlasıyla cinsellik temelli, sübjektif ve bilimsel olarak test edilemez olduğunu savunuyor. Çünkü aynı rüyayı yorumlayan iki kişi, birbirinden tamamen farklı anlamlar çıkarabiliyor ve hangisinin doğru olduğu nesnel biçimde ölçülemiyor.
Rüyalar, beynin tehlike simülasyonu mu?
Freud’un izinden gelen yıllarda, birçok bilim insanı rüyaların işlevine dair farklı açıklamalar geliştirdi. Bu teorilerden biri, 2000 yılında Finli sinirbilimci ve psikolog Antti Revonsuo tarafından ortaya atılan tehdit simülasyonu kuramı oldu.
Revonsuo’nun görüşüne göre rüyalar, evrimsel geçmişimizden miras kalan kadim bir savunma mekanizmasıdır. Beynimiz uyku sırasında tehlikeli durumları canlandırarak, olası tehditlere karşı reflekslerimizi geliştiriyor; tıpkı sanal bir hayatta kalma eğitimi gibi. 2005 yılında yapılan ve savaş-travma yaşamış çocuklarla ilgili bir çalışma bu kuramı destekler nitelikte. Travma yaşamamış Finli çocuklarla kıyaslandığında, bu çocuklar daha sık ve tehdit dolu rüyalar gördüklerini aktarmış. Bu da zihnin, olası tehlikelere karşı “prova” yapıyor olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.
Ancak bu kuram da eleştirilerden muaf değil. 2008’de yürütülen başka bir araştırma, Güney Afrika’daki yüksek suç oranına sahip bölgelerde yaşayanlarla, suç oranı düşük olan Galler bölgesinde yaşayan kişilerin rüyalarını karşılaştırdı. Beklenenin aksine, daha fazla tehditle karşı karşıya kalan Güney Afrikalı katılımcıların rüyaları, Gal katılımcılarınkinden daha fazla tehdit içermiyordu. Bu bulgu, beynin gerçek hayattaki travmalara her zaman tehlike simülasyonu ile yanıt vermediğini gösteriyor olabilir.
Bellek, duygu ve rüyaların bağlantısı
Rüya kuramları sadece hayatta kalma ile sınırlı değil. Bazı bilim insanları, rüyaların bellek işleme sürecinin bir parçası olduğunu düşünüyor. Bu görüşe göre rüyalar, beynin gün içinde edinilen bilgileri pekiştirme ve düzenleme sürecinde ortaya çıkan yan ürünler. Hipokampus ile neokorteks birlikte çalışarak yeni anıları dosyalarken, eski anılarla da birleşen bu bilgiler, rüya olarak deneyimleniyor.
Duygusal düzenleme teorisine göre ise rüyalar, özellikle stresli ya da üzücü olayların ardından duygularımızı dengelememize yardımcı oluyor. Boşanma sonrası depresyon yaşayan bireylerle yapılan bir araştırmada, rüyalarında eski eşlerini gören kişilerin ruh halinin bir yıl sonra daha iyiye gittiği gözlemlenmiş. Bu etki, rüyaların canlı ve duygusal olarak yoğun olmasıyla daha da artıyormuş. Benzer şekilde, stresli bir olaydan hemen sonra bu olaya dair rüya gören bireylerin, ertesi gün daha pozitif duygular taşıdığı da tespit edilmiş. Bu, rüyaların psikolojik dayanıklılığımızı artırabilecek bir işleve sahip olabileceğini düşündürüyor.
Beyin görüntüleme teknolojileri de bu teoriyi destekleyen bulgular sunuyor. Korku içeren rüyaları sıkça gören kişilerin beyinlerinde, uyanıklık sırasında korku merkezlerinin daha az aktif olduğu belirlenmiş. Bu durum, rüyaların bir tür “gece terapisi” görevi görebileceğini ve duygusal tepkilerimizi düzenlememize yardımcı olabileceğini gösteriyor.
Rüyalar, düşüncenin başka bir biçimi mi?
Barrett ise rüyaları anlamak için bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini ileri sürüyor: “Benzer ama nadiren sorduğumuz bir soru daha var: ‘Düşünmenin amacı nedir?’ sorusu” diyor. Nasıl ki gündelik hayattaki düşünme sürecimiz pek çok işleve hizmet ediyorsa —plan yapmaktan problem çözmeye kadar— rüyalar da farklı bir düşünce biçimi olabilir. “Rüya görmenin değeri, sahip olduğu farklılıkta yatıyor. Kendine özgü bir düşünce biçimi bu; uyanık zamanlarımızdaki bilişsel kabiliyetimize takviye yapan ve zenginleştiren bir biçim.”
Gerçekten de bazı araştırmacılar, rüyaların sorun çözme süreçlerinde önemli bir rol oynadığını savunuyor. Uyku sırasında imgeleme ile ilgili beyin bölgelerinin daha aktif hale gelmesi, zihnin yaratıcı problem çözme yeteneklerini tetikliyor olabilir. Tarihsel örnekler de bu tezi destekliyor: Mary Shelley’nin Frankenstein romanının temel sahnelerini rüyasında gördüğü, Alman kimyager August Kekule’nin benzinin halkalı yapısını rüyasında keşfettiği ve Rus bilim insanı Dimitri Mendeleyev’in periyodik tabloyu rüyasında tamamladığı söyleniyor.
(Cumhuriyet)