Dört hemşireyle servis açmak. Söz konusu konumuz, personel ataması yapılmadan Sağlık Bakanlığı tarafından açılan İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi. 

İzmir'in Sağlık Krizi:

Bayraklı Şehir Hastanesinin gölgesinde kaderine terk edilen hastaneler. 
İzmir'in sağlık manzarası endişe verici bir hal almış durumda. Şehir hastaneleri modeli, Ülkemizin her bir köşesinde, diğer devlet hastanelerinin kaderini gölgede bırakıyor. 
YAP-KİRALA-İŞLET-DEVRET modeliyle inşa edilen bu devasa yapılar, sağlık hizmetlerinin merkez üssü haline gelirken, diğer hastaneler ise adeta unutulmuş gibi. 
MHRS üzerinden randevu almak isteyen vatandaşlar, Sağlık Bakanlığı tarafından çoğunlukla şehir hastanelerine yönlendiriliyor.
Peki, bu yönlendirmelerin altında yatan gerçek nedir? Şehir hastanelerine hasta garantisi olarak verilen teminatların karşılanması mı? Şehir hastanelerinin gölgesinde kalan devlet hastaneleri maalesef işlevsiz hale geliyor.
İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi'nin resmi açılışı, adeta bir gösteriye dönüşmüş durumda. Hafta sonu yapılan bu açılış törenine, sağlık çalışanlarının tehdit ve baskı altında katılmaya zorlanmaları ise, sağlık sektöründe yaşanan etik değerler tartışmasının nereye gittiğini sorgulatıyor. 
Çalışanlar, hafta sonunu hastane açılışına katılmazsak başımıza bir şey gelir mi? endişesi ile geçirdi. İzmir ilimizde Bayraklı Şehir Hastanesinin açılışıyla birlikte Bozyaka, Tepecik ve Ege Doğumevi gibi hastanelerin durumu muğlaklaştı. Önümüzdeki aylarda yapılacak olan yerel seçimlerin bu hastanelerin akıbetini belirleyeceği düşünülüyor. 
Tüm Türkiye’de olduğu gibi, İzmir'in sağlık hizmetleri sunumu da, bu yeni modelin gölgesinde kayboluyor. Bu durum, modern sağlık sisteminin paradoksunu da ortaya koyuyor: Yeni ve gösterişli yapılar mı önemli, yoksa herkesin kolay erişebileceği, sürdürülebilir sağlık hizmetleri mi? Bu tartışılmalı.
İşte tam da burada, İzmir ve Türkiye genelindeki sağlık sisteminin içine düştüğü trajikomik durum da ortaya çıkıyor. Yeni, parlak, gösterişli şehir hastaneleri pırıl pırıl parlıyor; ama bir yandan da, sağlık hizmetlerinin temelini oluşturan, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana hizmet veren diğer devlet hastanelerimizi gözden düşürüyor.
Bu, sadece bir yapısal dönüşüm değil, aynı zamanda bir sağlık hizmetleri erozyonudur. Şehir hastanelerine aktarılan kaynaklar ve ilgi, diğer hastaneleri adeta gölgede bırakıyor. İronik ama gerçek, bu yeni şehir hastaneleri, sağlık sistemimizin çeşitliliğini ve erişilebilirliğini de tehdit ediyor.
Şehir hastanelerine yapılan bu yönlendirmeler, bu hastanelerinin iş yükünü artırırken sağlık çalışanlarının motivasyonunu da düşürüyor, hastaların kafasını karıştırıyor ve sağlık hizmetlerinin kalitesinin sorgulanmasına sebep oluyor.
Bir yandan devasa hastaneler açılırken, diğer yandan doktorlar ve sağlık çalışanları yıpranıyor, hizmet kalitesi düşüyor. İzmir'in ve Türkiye'nin sağlık hizmetlerinin geleceği, bu yeni dönemde ciddi bir sınavdan geçiyor. Şimdi sorulması gereken soru şu: Bu parlak yeni hastaneler, sağlık sistemimizin gerçek ihtiyaçlarına ve vatandaşların beklentilerine gerçekten cevap veriyor mu, yoksa sadece birer gösteriş objesi mi? Bu sistem, sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmak yerine, mevcut sorunları daha da derinleştiriyor olabilir mi?
Sağlık çalışanlarımızın iş yükü, sağlık çalışanlarımızın meslekten uzaklaşmasına sebep oluyor. Pek çok devlet hastanesindeki personel eksikliğinin yanında, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı'nda yaşanan personel eksiliği buna bir örnek. 
Bir yıl içinde 2 öğretim üyesi ve 17 asistan hekimin istifası, acil servislerin ne denli zor durumda olduğunun göstergesi.